1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli yazar José Saramago'nun yazdığı, 1995 yılında yayınlanan roman.
Neresi olduğunu bilmediğimiz bir yerde aniden belirsiz bir nedenle körlük salgını ortaya çıkar. İlk enfeksiyon kapan hastalar, ülkenin geri kalanını korumak için karantinaya alınırlar. Dar mekan, çok insan, az yiyecek, hijyen eksikliği, devletin verdiği bakım ve koruma sözünü tutmaması, ordunun orantısız güç ve adaletsizliği gibi sebeplerle kısa sürede kaotik bir ortam oluşur. Bir gün hastanede yangın çıkar, kendilerini denetleyen gardiyanlar da kör oldukları için gözetleme kulelerini terk etmişlerdir. Üzerlerindeki kontrolün kalktığını keşfeden körler kapalı parmaklıkların arkasından kaçıp sokaklara, evlerine geri dönerler. Evlerinde, karantina altına alındıkları hastaneye göre daha güvenli ve insani koşullar altında yaşayan körler daha sonra bir bir görme yeteneklerini geri kazanacaklardır.
Romanda mekan ve insan isimleri yok. Karakterler örneğin Doktor, Doktorun karısı, Araba Hırsızı gibi sıfatlarla anılıyorlar. Hikayenin nerede geçtiğini bilmiyoruz. Tıbbi açıklamalar, bireysel özellikler, vs. bu tip detaylar yok.
Bu noktada iki önemli şeyden bahsedelim. Birincisi yazar José Saramago'nun siyasi duruşu; ikincisi de yazarın üslubu.
1- Siyasi Duruşu: Ömrü boyunca bir Portekiz Komünist Partisi üyesi. Otoriteye karşı bir duruşu var. Demokrasi konusunda endişeleri var. Çok farklı yapılara ve fikirlere sahip kişilerin parlamento tarafından etkili bir şekilde temsil edilebileceğini düşünmüyor. Birbirleriyle bir çeşit bağı olan küçük grupların, aralarından seçtikleri kişi liderliğinde hareket edebileceğine inanıyor.
Demokrasi ve otorite karşısındaki düşüncelerini kitapta, karantinaya alınmış körlerin oluşturduğu iki organizasyon aracılığıyla okura net bir şekilde gösterdiğini fark edeceksiniz. Bu organizasyonlardan ilki, demokratik bir oluşumu temsil eden, yemeğin paylaşılması ve ölülerin gömülmesi için oluşturulmuş, Doktor'un temsilci olarak seçildiği grup/organizasyon. Bu grup başlarda, kişi sayısı azken ve yeterince yemek varken iyi bir şekilde işliyor. Devletin karantinadaki körleri ihmal edip yetersiz yemek göndermeye başlamasıyla birlikte, insanlar kısıtlı kaynaklar nedeniyle güven problemi yaşıyorlar. Başkalarının hakkı olan yemeği çalan hırsızlar ortaya çıkıyor. Bu nedenle herkes daha bireysel olmaya yöneliyor ve güç/ego yarışı ortaya çıkıyor. Bu grup, içinde barındırdığı ahlaksız ve hırsızlara karşı herhangi bir ceza sistemi uygulamadığı için yetersiz kalıyor. Pratikte zor olduğundan bu grubun egemenliği fazla uzun sürmüyor. Doktor'un liderliğini tanımayarak kendisini üçüncü koğuşun lideri ilan eden silahlı zorbanın çevresinde toplanan ikinci bir grup ortaya çıkıyor. Otoriter rejimi temsil eden ve tamamen korku üzerine kurulmuş bu ikinci grup, diğerlerinin yemek hakkını gasp ediyor. Yalnızca eşyayla ve kadınla ödeme yapanlara yemeklerden veriyorlar. Kendilerine karşı çıkanları silahla ve zorbalıkla korkutup bastırıyorlar. Ancak bir sonraki adımlarını kendileri de bilmeyen (silahtaki mermiler yakında bitecek) bu grubun dağılması fazla uzun sürmüyor. En sonunda görebilen tek kişi olan Doktorun Karısı liderliğindeki küçük ve birbiriyle bir şekilde bağlantılı olan grup ayakta kalabiliyor.
2- Üslubu: Virgül dışında noktalama işareti kullanmıyor. Tire ve tırnak işareti olmayınca diyaloglar ve anlatıcının cümleleri birbirine giriyor. Hangi cümlenin hangi kişiye ait olduğunu anlamakta zorluk çekiyorsunuz. José Saramago'nun bireyselliği savunmayan bir yazar olduğunu biliyoruz, dolayısıyla hikayesinde karakterleri öne çıkarmamasının nedenini de az çok anlıyoruz.
Aynı şekilde mekanlar da belirsiz. Bunun nedeni de, yazarın Büyülü Gerçekçilik akımından etkilenmesi. Bir hikayenin gerçekçi olmasını sağlayan zaman, mekan tasvirlerini hikayeden çıkararak daha masalsı bir anlatım oluşturuyor. Körlük salgınının tıbbi açıklamasına kitabında yer vermemesine rağmen, bu masalsı atmosferde insanoğlunu bir anda kör yapıp, kaosa sürükleyip ahlakı çökertip sonra gözlerini açarak okurun karnına sağlam yumruklar atmayı başarıyor. Masalsı gibi görünse de, aslında gayet sert bir roman. Bir diğer yazım özelliği de kullandığı alegorik anlatım. Tabi ki körlük derken tıbbi bir rahatsızlıktan bahsetmiyor. İnsan doğasının toplumda neden olduğu bozulmaları ve çürümeleri göstermek için körlük sembolünü kullanıyor. Kendi kelimeleriyle kitaptaki körlüğü "a blindness of rationality (mantıksallık körlüğü)" olarak tanımlıyor. Ulusal Körler Federasyon'un 2008 yılında filmi körleri pis, ahlaksız ve saldırgan gösterdiği için kınadığını söyleyelim. Yazar, bu kınamayı, körlüğün bir sembol olduğunu açıklayarak reddediyor. Nitekim kitabın sonundaki cümleden de kitabın gerçek bir hastalık hakkında olmadığını anlıyoruz.
Neden kör olduk, Bilmiyorum, bunun nedeni belki bir gün keşfedilir, Ne düşündüğümü söylememi ister misin, Söyle, Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten gördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.
Büyülü Gerçekçilik ve distopyanın birleşimiyle ortaya çıkan bu şahane romanın, 2008 yılında Fernando Meirelles yönetmenliğinde uyarlanmış Brezilya-Kanada ortak yapımı bir de filmi var. Muhtemelen kitaptan daha popüler ve bu popülerliği sonuna kadar hak ediyor. Tertemiz bir iş. Henüz hayattayken yazarının onayıyla ve beğenisiyle uyarlanan filmler seyircide daha çok saygı uyandırıyor sanırım. Bu film de onlardan biri.
Kitabın film haklarını satın almak isteyen birçok yapımcı olsa da, José Saramago hikayenin özünün bozulup başka yerlere çekileceğinden korktuğu için bu tekliflerin hiçbirini kabul etmiyor. En sonunda filmde Araba Hırsızı rolünde gördüğümüz senarist Don McKellar ve yapımcı Niv Fichman, kitabın özüne sadık kalacaklarını, mekan ismi belirtmeyeceklerini garantileyerek yazardan film haklarını satın alabiliyorlar.
Kitabın özünü tamamen korumayı başarıyorlar. O kadar ki, filmin çekimi tamamlandığında José Saramago sonuçtan çok memnun kalıyor, beğenisini gözyaşları içinde yönetmene ifade ediyor.
Özünü korusalar da 2 olumlu fark var. İlk olarak kitabın büyülü gerçekçilik havası çıkarılıyor. Kitaptaki masalsı anlatım filmde hissedilmiyor. Daha modern ve gerçekçi bir dünya söz konusu. Böylece izleyicinin filmdeki atmosferin içine girebilmesi kolaylaştırılıyor. İkincisi de, kitabın sonunda yer alan ve körlüğün aslında bir sembol olduğunu açıklayan yukarıdaki replikler filme eklenmiyor. Meirelles bunu, izleyicinin sembolizmi zaten anladığı, bunun için tekrar dile getirme gereği duymadığı şeklinde açıklıyor.
Filmin oyuncularından biraz bahsedelim. Oyuncu seçim süreci biraz zor geçiyor. İsmi ve geçmişi belli olmayan karakterleri canlandırmak istemeyip teklifi reddeden oyuncular oluyor. Dikkat çekici isimler şöyle: Doktorun Karısı rolünde Julianne Moore var. 2006 yapımı Children of Men'den sonra tekrar bir distopya uyarlamasında karşımıza çıkıyor. Meşhur kızıl saçlarını, daha meleksi bir karakter yaratmak için bu filmde sarıya boyatıyor. Dikkati çok fazla üzerine çektiği için daha sonra bundan pişman oluyor. Doktor rolünde izlediğimiz Mark Ruffalo, makyajla biraz yaşlandırılıyor. Klasik bir Mark Ruffalo oyunculuğu izliyoruz. Araba Hırsızı rolünde izlediğimiz Don McKellar, yukarıda da söylediğimiz gibi aynı zamanda filmin senaristi. Koğuş Üçün Kralı rolünde izlediğimiz Gael Garcia Bernal'i, Y Tu Mama Tambien (2001) filminden hatırlayacaksınız. Oradaki dikkat çekici performansından sonra bu filmde de efsane bir karakter yaratıyor. İsmi ve geçmişi olmayan karakterleri canlandırmak istemeyen oyuncuların aksine, asla geçmişi düşünmediğini, sadece karakterinin ne istediğine odaklandığını söyleyerek kendine daha fazla saygı duymamıza neden oluyor. Bu arada belirtelim, kendisi daha önce José Saramago'dan film haklarını satın almaya çalışıp reddedilen kişilerden.
Kitabı okuyanlar, son derece sert anlatılan tecavüz bölümünü hatırlayacaktır. Benzer bir sertlikle çekilen bu sahneler, test gösteriminde özellikle kadın seyircilerden çok fazla tepki aldığı için yumuşatılacak yayınlanıyor. Bunu da bir üçüncü fark olarak ekleyebiliriz.
Tertemiz bir iş, hem filmi hem de romanı şiddetle tavsiyedir.
İyi okumalar/izlemeler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder