6 Ekim 2017 Cuma

Kitaptan Filme: Metropolis

Fritz Lang yönetmenliğinde çekilen 1927 yapımı Metropolis, Alman Dışavurumculuk akımının en iddialı yapımlarından biri olmanın yanı sıra, birçok modern bilim kurgu filmine ilham veren, dünyada çekilen ilk büyük bütçeli ve iddialı bilim kurgu filmi olma özelliğini taşır. Örneğin Makine Adam, Star Wars'taki C-3PO'ya; uçan mekikler, yüksek binalar Blade Runner başta olmak üzere birçok bilim kurgu filmine ilham olur. 

Savaş döneminden geçen Almanya, iddialı filmler çekerek Hollywood'un tekeline aldığı sinema sektöründe sesini duyurma çabasındayken, korku türünün atası niteliğinde, kendine özgü karanlık dışavurumcu bir dil geliştirir. Genellikle çarpık perspektiflerin, korkutucu makyajların, amatörce yapılmış dekorların kullanıldığı bu türe ait filmler daha çok düşük bütçeyle yapılmış bir görünüme sahiptir. Metropolis de Almanya'nın iddialı filmler yapma sürecinden doğduğu için ve karamsar, distopik bir atmosfere sahip olduğu için Alman Dışavurumcu sinema türüne dahil edilir ama türün diğer filmleriyle karşılaştırıldığında çok daha farklı özellikleri vardır, çağının ötesindedir. Metropolis 5.1 milyonluk dev bir bütçeyle çekilir. UFA bunun altından kalkabilmek için Paramount'la iş birliği yapar ve uluslar arası gösterime sunmak üzere çekimlere başlarlar.

Filmin Ortaya Çıkışı ve Kitap Uyarlaması

Fritz Lang 1924 yılında New York'u ziyaret eder. Burada gördüğü yüksek binalar, köprüler ve ışıltılı hayattan çok fazla etkilenir. Evine döndüğünde, önemli bir Alman yazar olan karısı Thea von Harbou'ya, dev bir şehri konu alan bir film çekmek istediğini söyler ve ona bunu romanlaştırması görevini verir. 

Harbou romanı 1925 yılında bitirir, Illustriertes Blatt dergisinde seri halinde yayınlanmaya başlar, ayrıca dergide yayınlanan hikayeye, çekilecek olan film uyarlamasından da ekran görüntüleri eklerler. Nihayet 1926 kitap şeklide basılır. Film için yazılan bu kitap H.G. Wells hikayelerinden ilham alır.[1Wells, daha sonra film uyarlamasını izlediğinde filmin çok kötü olduğunu söyleyecektir.[2]

Kalabalık oyuncu kadrosu, Art Deco'dan ilham alan fütüristik setler, yeni teknikler kullanılarak zor şartlar altında çekilen ve 1927'de yayınlanan film, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle sansür yer ve 90 dakikaya düşürülür. Yeni hali Lang'in hiç beklemediği iki kişiden büyük övgü alır: Adolf Hitler ve Joseph Goebbels. Goebbels bir konuşmasında filme atıf yaparak burjuvazi politikasının öldüğünü, onun yerine bastırılmış "ellerin ve başların" tarih sahnesindeki yerini alacağını söyler. Biraz da beklemediği bu iki hayranının etkisiyle, Lang daha sonra çektiği filmi artık beğenmediğini söyleyecektir. Filmi çektiği dönemde yeterince politik düşünmediğini, toplumsal bilince sahip bir filmin "eller ile beyin arasında kalp ara buluculuk yapmalıdır" argümanının gerçekçi olmadığını, bir masaldan ibaret olduğunu ve bu nedenle yaptığı işi artık saçma bulduğunu söyler. Nazi Partisi'nin büyük bir destekçisi olan karısıyla birkaç sene sonra ayrılacaklardır. 

Filmdeki Distopik Öğeler

Bitişik düzenle inşa edilmiş tek tip dev gökdelenler, yer altında insanlık dışı koşullarda çok çalıştırılıp köleleştirilen işçiler, yerin üstünde geniş bahçelerde gezip, dersliklerde eğitim alıp, parklarda oyun oynayan, yalnızca zenginlerin çocuklarına ayrılmış "oğullar kulübü", asma köprülerden geçen trenler, iki kişilik küçük uçaklar, yerde gezen yüzlerce araba, bir kötü adam figürü olarak mutlak gücü elinde tutan Joh Fredersen ve çok zeki bir doktorun imza attığı Makine Adam icadı.

İlk olarak işçi sınıfıyla zenginleri çok kalın bir çizgiyle ikiye ayırıp aralarındaki zulüm/çile ilişkisinin anlamsızlığını gösterdiği için toplumsal bir roman/filmdir. Bu ayrımı uzak gelecekte (kitaba göre 2026 yılında) karamsar bir atmosfer içinde tasvir ettiği için de distopik bir romandır. Fabrikanın bir anda ağzını açıp kurbanları yutan Tanrı Moloch'a dönüşmesi gibi kölelik eleştirisi sahneleriyle çok sağlam mesajların sizi beklediği umuduna kapılırsınız. Ama genel olarak distopik romanlardan alışık olduğumuz gibi, bu eşitsizliğe ezilenin gözünden bakmaz. Lang'in kendisinin de sonradan fark ettiği gibi, toplumdaki bu anlamsız sınıf farkına filmin verdiği yanıt çok zayıf kalmıştır. Zenginlerin ezdiği, fakirlerin de ezildiği bir toplumda iki tarafın iletişim kurmasının tüm sorunu ortadan kaldıracağını iddia etmek bir bakıma fazla "elitist" bir çözüm önerisidir. Head denilen, romandaki zengin kesimin nüfuzuna ve otoritesine hiçbir zarar vermeyecek ve bu nedenle de toplumda değişime neden olmayacak, zayıf bir çözümdür.

Çoğu kaynağa göre filmde pentagram, tek göz, insan görünümüne sahip olmasına rağmen insanlıkla hiçbir ortak özelliği olmayan tamamen yönetilebilir robot gibi İlluminati sembolleri ve yozlaştırılan ahlak, zihin kontrolü gibi atıflar yer alır.[3]

Filmle Kitap Arasındaki Farklar 

Film için yazılmış olmasına rağmen filmin eklemediği birtakım küçük detaylar ve değişen bazı kısımlar vardır. 

- Kitapta Joh Fredersen, oğlu kendisini terk ettiğinde tavsiye almak için annesine gider. Gaddarlığı ve hırsı nedeniyle artık kendi yolundan sapan ve kendisini dinlemeyen oğluna tavsiye vermeyi reddeder. 

- Filmde Joh'tan talimat alır almaz Freder'in izini bulan Slim'in aksine, kitapta her yere bakmasına rağmen Freder'i ilk başta bulamaz. 

- Kitapta Josaphat, Slim evlerini bulduktan sonra uçakla uzaklara gönderilir. Yardım edeceğine söz verdiği halde Freder'i yarı yolda bırakmanın vicdanıyla havadayken pilotu bayıltır ve paraşütle atlar. Bir tarlaya düşüp bir kadın tarafından iyileştirildikten sonra derhal Freder'in yanına koşar. Filmde elbette bu kadar atraksiyona girilmez. 

- Filmin sonundaki "Beyin ile Ellerin ara bulucusu Kalp olmalıdır" sahnesi kitapta yer almaz.

-----

Slim ya da Thin Man'i oynayan Fritz Rasp'ın şahane bir oyunculuk çıkardığını söyleyelim. Talimat alınca gözlerini kapatıp itaat etme ve işine konsantre olma mimiğini tam da kitapta açıklandığı gibi gerçekleştirir. Ayrıca Joh Fredersen ve Rotwang karakterleri de efsanedir.

Açıkçası Maria'nın ve Freder'in oyunculukları abartılıdır. Sessiz filmlerde mesajı aktarabilmek için belirgin jest ve mimik yapma gerekliliğini fazla abartarak yerine getirdikleri için bir parça rahatsız edicidir.

Son olarak, birçok İncil atıfının, Tanrı göndermelerinin toplumsal mesajın, sistem eleştirisinin (!), dini öğenin sığdırıldığı bu hikayeyi kırpılmış sessiz film versiyonunu izleyerek tam anlamıyla anlamak imkansız olduğu için, referans amaçlı romanı okumak kesinlikle gereklidir.

İyi okumalar/izlemeler.

2 Ekim 2017 Pazartesi

Kitaptan Filme: La Piel Que Habito / Mygale

Thierry Jonquet'nin Mygale (Tarantula) romanı ilk olarak 1984'te Fransa'da yayınlanır. Yaşar Avunç'un Türkçe çevirisiyle Kırmızı Kedi'den 2012 yılında "Tarantula İçinde Yaşadığım Deri" adıyla çıkar. Kitap kapağında Antonio Banderas, Elena Anaya'nın yüzünü görürüz. Ne yazık ki böyle kapaklar, altında Kırmızı Kedi etiketi olsa bile kitabı otomatik olarak bayağılaştırıyor, markette ne alırsan 3 tl sepetinde satılan uyduruk aşk hikayelerinden biri izlenimi veriyor ilk bakışta.

2011 yılında La Piel Que Habito (İçinde Yaşadığım Deri) adıyla sinemaya uyarlanır. Senaryonun üzerinde neredeyse on yıl çalışan Almodóvar, başlarda kitabı aslına sadık biçimde uyarlama çabasındayken, nihayetinde ortaya daha serbest bir iş çıkar. Birçok metinler arası göndermeyle, hikayeyi derinleştirir. Bu yazıda hem Jonquet'nin kariyerine ve kitaptaki anlatım tekniğine, hem filmdeki Louise Bourgeois atıflarına değineceğiz. Ayrıca kitap ve film arasındaki farkları da yazının sonunda inceleyeceğiz.

Yazıda karışıklık olmaması için; kitaptaki karakterlerin filmdeki isimleri şöyledir: Richard Lafargue (Robert), Eve (Vera Cruz), Vincent (Vicente).

Thierry Jonquet'nin Neo-Polar Transgresyonel Kurgusu ve Başarılı Anlatım Tekniği

1954 doğumlu Fransız yazar, azınlıkların yaşadığı bir banliyöde komünist geleneğe sahip bir ailede doğup erken yaşlarda politik bir bilinç geliştirir. 14 yaşındayken Lutte ouvrier'ye katılır, Troçki'den etkilenir. Daha sonra LO'yi bırakıp Ligue communiste révolutionnaire'e katılır fakat çeşitli sebeplerle eski idealizmini sürdüremez. Bir hastanede stajyer olarak çalışmaya başlar. Burada kendini yaşam kurtarmaya adar. İçindeki isyan isteği devam eder ve bunu dışavurmanın başka bir yolunu ararken, Gallimard'ın ünlü Série noire (Kara Seri) yazarlarıyla tanışır ve neo-polar adı verilen yeni polisiye roman türüyle haşır neşir olmaya başlar. Atmış sekiz kuşağı solcu yazarların ortaya çıkardığı bu tür, Fransa'nın sosyo-ekonomik sorunlarını ele almayı amaçlaması, toplumsal ve politik eleştiri niteliği taşıması, öfke, cinsel istismar, şiddet, intikam gibi temaları içermesi bakımından kara romandan ayrılır.* 
Le militantisme, ça donne un regard acéré sur la société. On avait tous beaucoup réfléchi à cette question fon damentale aussi bien pour ma génération que pour le roman noir en général : celle de la violence. 
Militanlık topluma keskin bir bakış sağlar. Hem benim jenerasyonum için hem de genel olarak kara roman için hepimiz şu temel sorun üzerinde çok düşündük: şiddet.
Roman, kızına tecavüz eden adamı kendi yöntemleriyle cezalandıran bir protagonisti konu alır. Ünlü ve prestijli bir doktor olan Richard Lafargue, tecavüzcü Vincent'i yakalayıp geniş ve lüks evinin bir kenarındaki mahzene hapseder, ilaçlar verip birtakım küçük ödüllerle direnmesini engeller, sonunda yine evinin altındaki ameliyathanede ameliyat ederek cinsiyetini değiştirir ve daha çok acı çektirmek adına ona çeşitli adamların tecavüz etmesini sağlar. İnsan bedeninin sınırlarını ihlal eder, yıkıp yeniden oluşturur. Transgresif sanat eserlerinde olduğu gibi, etik iyiliğin sınırlarını yıkarak estetik yenilik, güzellik yaratır. İstismar eder ve kurbanın acılarını gösterir. Başlangıçtaki intikam motifi insani ve anlaşılabilir olarak düşünülse bile, hiçbir yasanın desteklemediği ve hiçbir ahlak sisteminin kabul etmeyeceği "uç" bir eylemle intikam alır. Bu bakımdan doktor karakteri, buz gibi acımasız ve cani bir karakterdir.

Anlatım tekniğine gelince, hikayenin en azından yarısına kadar okurun aralarında bağlantı kuramadığı farklı olayları anlatıp en sonunda tamamını birbirine kusursuz bir şekilde bağlaması bakımından sürükleyicidir. Bunu hem bakış açısı, hem de zaman atlamaları tekniğiyle başarır. 150 küsur sayfalık romanda toplam 2 bakış açısı kullanılır: Doktorun ve Alex'in hareketlerini anlatan, nesnel dış bakış açısı (point de vue externe) ile Vincent'i anlatan öznel iç bakış açısı (point de vue interne). Yani bir tarafta bir gözlemcinin anlattığı Eve-Richard ve Alex hikayelerini okurken diğer tarafta olayı kendi gözünden anlatan Vincent'i okuruz. Romanın yarısına kadar bu 4 kişinin bağlantılı olduğunu bilmesek de, olayı kendi gözünden anlatan Vincent'in merkezde olduğunu anlarız ve ona odaklanırız. Zaman kullanımına gelince; dış bakış açısı hikayenin şimdiki zamanını anlatırken, iç bakış açısı aslında yalnızca bir flashback'tir. Seyirci yarıya kadar elbette bunu bilmez ve Vincent ile Eve'in farklı karakterler olduğunu düşünür. Bu ikisinin aynı kişi olduğuna dair ipuçları (azalan cinsel istek, iğneler, ilaçlar, feminen eşyalar) başladığında hikayenin temposu bir anda yükselir. İç bakış açısı geçmişten gelip hikayenin şimdiki zamanını yakaladığında hikayedeki tüm düğümler çözülecektir. 

Louise Bourgeois'nın Maman Heykeli ve Diğer Eserlerindeki Temaların Filmle Paralleliği

1911 doğumlu Fransız asıllı Amerikalı heykeltraş ve ressam Bourgeois, 60 yılı aşkın süren kariyeri boyunca cinsiyetçi şiddet, kadının evcilleştirilmesi, fiziksel-zihinsel-mental acı gibi temalarla eserler verir. Genç yaşındayken babasının annesini aldattığına, annesinin buna normal bir tepki verdiğine tanık olarak uzun süre boyunca babasına karşı öfke taşır. Travmasını ve gizlediği duygularını dışavurmanın bir yolu olarak gördüğü heykelde soyut dışavurumcu, varoluşçu ve kimilerine göre sürrealist bir üslup benimser.

Bourgeois'nın filmdeki önemine gelince; hatırlayacağınız gibi Vera yalnız başına odaya kilitlendiğinde öfkesini bastırmak için heykel ve yoga yapmaya başlar. Louise Bourgeois'nın bir kitabına bakarak, kendisi için alınan elbiselerden yırttığı parçaları yaptığı heykellerin üzerine yapıştırır. Robert'in öfkesini göstermek için Vicente'yi yeni ve yabancı bir derinin içine hapsetmesi gibi, Vera da kendisine alınan kadın elbiselerini giymeyi reddedip onları keserek heykelleri bu elbiselere hapseder. Belki de içine düştüğü belirsiz ve absürd durumda yolunu kaybetmemek, büyük resme bakabilmek için kendisini temsil eden heykeller yapar ve bu şekilde yabancı derinin içindeki varoluşuna bir yanıt arar.

En çok ses getiren, dev bir örümcek şeklindeki Maman heykel çalışmasının neyi temsil ettiğini Bourgeois şöyle açıklar: 
The Spider is an ode to my mother. She was my best friend. Like a spider, my mother was a weaver. My family was in the business of tapestry restoration, and my mother was in charge of the workshop. Like spiders, my mother was very clever. Spiders are friendly presences that eat mosquitoes. We know that mosquitoes spread diseases and are therefore unwanted. So, spiders are helpful and protective, just like my mother.**
Örümcek anneme yapılmış bir göndermedir. O benim en iyi arkadaşımdı. Annem de tıpkı bir örümcek gibi örüyordu. Ailem halı tamirat işindeydi ve annem atölyedeki tüm işçiliği yapıyordu. Annem de örümcekler gibi zekiydi. Örümcekler, fareleri yiyen zeki varlıklardır. Farelerin hastalık yaydığını ve istenmediğini biliyoruz. O halde örümcekler tıpkı annem gibi yardımcı ve koruyucudur.
Babasına duyduğu öfkenin aksine, annesine büyük bir sevgi besler. Eserlerinde sıkça anne temasını görmek mümkündür. Tıpkı Bourgeois eserlerindeki gibi, Almodovar'ın filminde de anne önemli bir yere sahiptir. Vicente'nin annesi, tıpkı Bourgeois'nın annesi gibi bir elbise tamirat dükkanında çalışır, dikerek ve örerek hayatını kazanır. Oğlu kaybolduğunda 6 sene boyunca arayıp ilanlar vermeye devam edecek kadar azimlidir. Sonunda gazeteye verdiği bir ilan, dolaylı olarak oğlunun kurtulmasına yardımcı olur. Çoğuna göre filmde hiçbir işlevi ve mantığı olmayan Marilia karakteri de benzer "güçlü" bir anneyi temsil eder. Yıllarca hizmetçi kılığında oğlunun yanında durup onu korumaya çalışır ve ona gerçeği söylemez.

2003'te yaptığı Spiral Woman isimli, malzemeyi bükerek spirallerden meydana gelen, hem kadına hem de erkeğe benzeyen heykel çalışmasında, Bourgeois öfkesine yoğunlaşır. Bu eserde, babasının metresine karşı içinde beslediği şiddet arzusunu dışavurur. Küçükken onun boynunu tıpkı bu şekilde bükmek istediğini söyleyecektir. 1968'te yaptığı Fillette isimli çalışmasında, kadın ve erkek anatomisini bir eserde birleştirir. Hem erkek yumurtalıklarına hem de kadın göğüslerine benzeyen heykelde kadın bedenini metamorfoza uğratarak erkeğe dönüştürür. Kendisine ve kardeşlerine karşı zihinsel olarak sürekli saldırgan olan babasına daha yakın olabilmek ve onun tarafından beğenilmek için küçükken hep erkek olmayı istemiştir. Bu eseriyle kadın bedenini bir erkek bedenine dönüştürerek bakıma uktesini yerine getirir. Kısacası yarattığı sanat eserleri aracılığıyla çocukluk problemlerinin üstesinden gelir.

Filmin bu hususla paralellik gösteren bir yönü vardır: Robert, büyük bir öfkeyle Vicente'yi yakalayıp cinsiyetini değiştirerek ona işkence etmesine rağmen, Kaplan Adam'ın yaptıklarını gördüğünde içini büyük bir acıma, sahiplenme, belki de kıskançlık duygusu kaplar ve Kaplan Adam'ı öldürür. Aslında erkek olduğunu ve kızına tecavüz ettiğini bildiği Vera'ya karşı tüm gardını indirir, duygusal yakınlık hissetmeye başlar ve ona aşık olur. Olay bir anda intikamın dışına çıkar. Belki de bir deney olarak gördüğü cinsiyet değiştirme ameliyatının başarısı, Robert'e sanatsal yaratımın verdiği tatmin hissini yaşatmıştır. Böylece öfke motifiyle çıktığı intikam yolunda ameliyat onun için bir tür öfke dışavurumu olmuş ve ameliyatın başarısından sonra öfkesiyle olan işi artık bitmiştir. 

Burada aslında biraz absürdden bahsetmekte de fayda var. Bourgeois'nın varoluşçuluğu benimsediğini söyledik, hatta eserlerinden birine Sartre'ın Huis-Clos eserinin ismini verir. Çoğu insanın ona yakıştırdığı Sürrealist etiketinin aksine bir Varoluşçu olduğunu söyler. Sartre ve Camus okur. Çocukluk travmalarını ve öfkesini sanat aracılığıyla yenmek ve bunların kurbanı olmak arasından seçimini yapar ve yaptığı seçimin sonucunda başarılı bir kariyere sahip olur.*** Filmde de seçim yapıp cinsiyet değiştirerek işkence eden, öfkesi geçtiğinde yaptığı işin absürdlüğüyle baş başa kalıp ne yapacağını bilemeyen bir protagonist söz konusudur. Romanın aksine, film bu absürdlüğü fazlaca vurgular. Şiddetli bir intikam hikayesini varoluşçu bir intikam filmine dönüştürmek gibi incelikli bir başarıya imza atar. 

Kitapta Olup Filmde Olmayanlar

Şiddet ve Tecavüz: Kitapta Richard Eve'i sürekli tartaklar ve ona hakaret eder. Ayrıca canını daha çok yakmak için çeşitli müşteriler bulup ona fuhuş yaptırır. Almodovar, bu sahneleri genç Almodovar'ın sevebileceğini, ama olgun Almodovar'ın "gereksiz" bulduğunu söyleyerek filmden çıkarır. Onun yerine Kaplan Adam gibi ikonik ve absürd bir karakterle daha az vahşi, daha çok sinematik bir tecavüz sahnesi ekler. Halihazırda tuhaf olan bu Kaplan Adam karakterine, bilinmeyen üvey kardeş, karısının aşığı gibi neredeyse "komik" etiketler ekleyerek bir bakıma izleyiciyi oyalar ve tecavüz sahnesini olabildiğince yumuşak bir şekilde atlatmalarına yardımcı olur.

Karakterden Önce Nefret Edip Sonra Acıma: Almodovar nefret ve aşağılama sahnelerini atıp doğrudan ikisinin yakınlaştığı bölümden başlatır hikayeyi. Kitapta böyle değildir. Başlarda aralarında çok soğuk bir köle-sahip ilişkisi bulunur. Daha sonra Alex tarafından kaçırılınca Richard acıma hissine kapılır ve bu ona tüm kinini unutturur. Bundan sonra Eve'e iyi davranacaktır. 

Alex: Kitapta doktorun kızına Vincent ile birlikte tecavüz etmişlerdir. Ayrıca banka soymuştur ve saklanmaktadır. Televizyonda gördüğü estetik doktoru Richard Lafargue'ın derhal yüzünü değiştirmesini sağlamak için doktorun karısı sandığı Eve'i kaçırarak şantaj yapar. Filmde Alex yoktur, onun yerine hırsız olarak Kaplan Adam karakterini izleriz. 

Mutlu Son: Kitapta Richard tarafından affedilen Eve de Richard'ı affeder ve onu öldürmez, hatta o Stokholm Sendromu'nda o kadar öteye gider ki kendi arkadaşı olan Alex'i öldürür. Filmde ise Vera gazetede erkek halinin resmini kayıp aranıyor sayfasında görerek bir anda kinini hatırlar ve Robert'i öldürür. 

Cinsiyet Değiştirme Süreci: Bu süreç kitabın neredeyse yarısına yayılır. Vincent, her seferinde çok ufak ödüllerle ve kadınsı eşyalarla, ilaçlarla, hormon ve iğnelerle kadınlığa alıştırılır. Filmde ise çok ani bir geçişle bir anda erkek olur. Neye uğradığını şaşırmıştır. 

Müzik: Kitapta The Man I Love şarkısı kilit önem taşır. Vincent ve Alex, Vivian'a tecavüz ederken bu şarkı çalar. Eve, Richard'ı sinirlendirmek istediğinde piyanonun başına geçip şarkıyı çalmaya başlar. Filmde daha kritik bir müzik kullanımı vardır. Bir sonraki maddeye bakınız.

Norma/Vivian'a Tecavüz: Kitapta olay gerçekten bir tecavüzken filmde aslında böyle bir şey yoktur. Filmin genel absürd vurgusu burada da kendini hissettirir. Kendisi bahçede oturup şarkı söylerken bir anda annesinin intihar ettiğini görüp travma geçiren Norma, daha sonra babasıyla katıldığı davette yakınlaştığı Vicente'yleyken de aynı şarkıyı duyup çığlık atmaya başlar ve bayılır. Başta istekli olup sonra travmatik nedenlerle çığlık atması, izleyiciye de tıpkı Vicente'nin söylediği gibi, bunun aslında bir tecavüz olmadığını düşündürür. Kitaptakinin aksine filmde işlemediği bir suçtan dolayı cezalandırılan, hayatıyla oynanan bir karakterdir Vicente

Filmde Olup Kitapta Olmayanlar

Tablolar+Heykel+Yoga: Kadın bedenini temsil eden iri tablolar, absürd bir varoluşa hapsedilme travmasını yenmek için yatıştırıcı olarak kullanılan heykel ve yoga filme özgüdür ve Almodovar dokunuşlarını hissettirir.

Marilia: Robert'in bilmediği annesidir, yıllardır evin hizmetçiliğini yapmaktadır, aynı zamanda Kaplan Adam'ın da annesidir. Vicente-Vera dönüşümünde Robert'in yanında olup bu sırrı onunla birlikte saklar. Yine filme özgü, karmaşık entrikaların bir parçasıdır. 

Eski Karısı: Robert'in eski karısı Kaplan Adam'la kaçmaya çalışırken araba kazası geçirip yanmıştır, Robert bu gizli ilişkiyi bilmeksizin onu kurtarmaya çalışır, evde tüm aynaları kaldırarak kendisini görmesini engeller. Kadın bir gün camı açarken gördüğü kendi yansıması karşısında dehşete düşüp intihar edecektir. Robert, Vera'nın yüzünü ölen karısınınkine benzetir. Yine filme özgü bir entrikadır. 

Tıpta Etik: Robert'in Vera'ya yaptıkları, başta soğukkanlı ve etik tanımayan bir estetik cerrahının tehlikeli bir deneyi gibi lanse edilir. Domuzdan aldığı dokularla yapay deri yapıp naklederek tıp etiğine aykırı hareket eder. Bunun aslında bir işkence hikayesi olduğunu anlayana kadar, izleyici yapılanın tıbben etik olup olmadığı üzerinde düşünür.

Dipnot: Fark etmeyenler için ilk sahnede, Marilia asansöre biraz yemekle birlikte bir kitap koyacaktır. Bu, Alice Munro'nun daha sonra Julieta'ya uyarlanacak olan Kaçış kitabıdır. Almodovar, Munro hayranlığını ilk olarak bu filmde gösterir.

KAYNAKÇA
*http://www.lemonde.fr/disparitions/article/2009/08/12/thierry-jonquet-figure-emblematique-du-neo-polar-francais_1227929_3382.html
**https://en.wikipedia.org/wiki/Maman_(sculpture)
***http://nigelwarburton.typepad.com/art_and_allusion/2010/06/louise-bourgeois-notes-from-a-tate-modern-course-2007.html