3 Nisan 2017 Pazartesi

Kitaptan Filme: Rear Window / It Had to Be Murder

Rear Window (Arka Pencere) 1954 yapımı, başrollerinde James Stewart ve Grace Kelly‘ nin yer aldığı bir Alfred Hitchcock filmi. Cornell Woolrich‘in It Had to be Murder (1942) isimli öyküsünden sinemaya uyarlandı. Woolrich, bu öyküyü yazarken H. G. Wells‘in 1894 tarihli Through a Window öyküsünden ilham aldı. Her üç kurgu detaylar bakımından birbirinden farklı olsa da çıkış noktaları aynı: bir fiziksel engel nedeniyle eve hapsolmuş bir adamın vakit geçirmek için camdan dışarı bakıp diğer insanları röntgenlemesi ve bu sırada tesadüfen bir cinayete tanık olması.

Mekan değiştirmeyen kamera aracılığıyla, izleyici tüm hikayeye tek bir odanın içinden bakıyor. Jeff‘in odasından, Jeff ile birlikte diğer dairelerin içinde geçen olayları “röntgenliyoruz”. Sabit bir çerçeve, hatta çerçeve içinde çerçeve konsepti söz konusu. Bu köşeli anlatım, izleyiciye derli toplu, simetrik bir görsellik sunuyor. Simetrik kareler sayesinde görsel bir “tatmine” dönüşen film, estetik açıdan son derece kusursuz. Günümüzde tekrarlanan 1950’ler modası, filmdeki kareleri (kıyafetler, dekor) bugünün izleyicisinin estetik algılarına çok uygun hale getiriyor. Aradan geçen 60 küsur seneye rağmen, gözümüzün alışık olduğu ve dolayısıyla “nostalji, geri, eski teknolojiyle yapılmış” hissi yaratmayan bir atmosfere sahip. Hala güncelliğini kaybetmeyen başarılı görseli, ölümsüz filmler arasında yer almasını sağlayan sebeplerden yalnızca bir tanesi.

Sabit bir mekan ile pek çok farklı hikayeyi gözlemleme fırsatı veren bir kurgusu olduğu için basit, bir o kadar da hareketli. Kurgunun baş kahramanı olan Jeff aracılığıyla diğer daireleri gözlemleme fırsatımız oluyor. Aslında hikayeye heyecan katan nokta da bu, “gözetlemek”. Bakmamak gereken bir şeye bakmak. Dolayısıyla görmemek gereken şeyleri görmek. Yönetmenin Jeff karakteri aracılığıyla diğer dairelerin içinde geçenleri gözetlemeye teşvik ettiği izleyici, kendisini pek de engellemeye çalışmadan gözetlemenin tatlılığına teslim oluyor. Hep birlikte gözetleyip yargılıyoruz. Bayan Yalnızkalp‘in haline acırken Miss Torso‘nun sevgililerini merakla inceliyor; Thorwald‘ı evinde kapana kıstırmaktan büyük bir haz alıyoruz. Seyirciler/okur olarak ortak bir bilinç ile insanların kapalı kapılar ardındaki özel yaşamlarını yargılıyoruz, neyi yanlış yaptıklarına karar verip tam olarak hangi noktada müdahale etmemiz gerektiğine kanaat getiriyoruz, ki bu da keyifli bir şey. Dolayısıyla seyircinin ilkel merak ve müdahale arzusunu harekete geçirmesi, bu filmi her dönemde ilgi çekici kılan diğer bir nokta.

Görsel kusursuzluk ve ilginç kurgu, filmin geniş kitlelere ulaşıp ödüller almasının başlıca nedenleri olarak gösterilebilir. Elbette bunun dışında konuşulacak şeyler var.

1- Toplumsal Yargı

Pencerelerin dışındaki hayatlar genellikle tahmin edilebilir çizgilere sahip. Filme göre, pencerelerin içindeki hayatlar da bir o kadar tahmin edilebilir. O kadar ki standart davranış kalıplarının dışına çıkan ilk kişi, bir katil. Etrafımızın büyük bir kanunlar bulutu tarafından sarıldığı ve bu kanunların insanlar tarafından oluşturulduğu gerçek. Yazılı kanunlar gibi, yazılı olmayan davranış kuralları da var. Bunlara aykırı tavırlar sergilemek, yerleşik adalet algımıza göre diğerlerinin müdahalesini meşrulaştırıyor. Örneğin, masum ve güçsüz Bayan Yalnızkalp‘in evini gözetlerken kendimizi biraz rahatsız hissetsek de, Thorwald‘ın evini gözetlerken kendimizi gayet haklı görüyoruz, çünkü bir katili yakalayıp devlete temsil edeceğiz ve etrafa tehlike saçmasını engelleyeceğiz. Film, birey-birey ilişkilerinde ve birey-toplum ilişkilerinde her zaman bir yargılama/savunma hali içinde olduğumuzu, pencereleri birbirine bakan 2 apartman kurulumuyla son derece güzel yansıtmış. Sokakta da, evinizde de, tavırlarınızı görebildikleri kadarıyla yargılayacaklar ve davranış biçimlerinizi buna göre belirleyeceksiniz.

Filmin çerçeve içinde çerçeve konsepti, gördüğümüz tüm o köşeli ve sabit, simetrik görüntü bir düzeni temsil ediyor. Karşısına geçip bu düzeni gözetleyen Jeff de, düzenin sürüp sürmediğini denetleyen bir “birey”. Kendisi denetçi olduğu kadar, denetlenen de aynı zamanda. Bakış açısını değiştirip karşı pencereye geçersek, kendisinin de gözetlenen/denetlenen bir kişi olduğunu anlayacağız. Filmin sonunda, Jeff‘in kimliğini gözlemleyerek tespit edip onu evinde kıstıran Thorwald, gözetleme eyleminin karşılıklı olduğunu kanıtlıyor.

2- Her çiftin ilişkiyi farklı bir şekilde yaşaması

Filmin başında Jeff ve Lisa arasındaki ilişkide birkaç sorun olduğunu biliyoruz. Karşısındaki dairelerin tamamında bir aşk/evlilik/çift hikayesi var. Kimi hayatının aşkını bulmaya çalışırken kimi rutin bir ilişki yaşıyor, vs. Belki de kendi ilişkisini sorguladığı bir dönemden geçtiği için diğer çiftlerin ne yaşadıkları Jeff’in dikkatini bu kadar çekiyor.

3- Holy Golightly vs. Miss Torso

Dairelerin bir tanesinde yaşayan güzel dansçı Miss Torso, Breakfast at Tiffany’s filmindeki Holy Golightly karakterini anımsatıyor. Şehirde gösterişli yaşam sürme çabası, hareketli partiler, zengin erkek avı ve peşindeki zengin ve süslü erkekler, sonunda aşık olduğu fakir adam. Tamamen aynı çizgide, aynı yaşam tarzına sahip bir karakter. Kronolojik olarak Miss Torso (filmin çekim yılı 1954), Holly Golightly‘den (kitabın yayınlanma yılı 1958) daha genç olduğu için ondan etkilenmiş olma ihtimali yok, fakat aynı yaşam tarzına gönderme yaptıkları bir gerçek.

4- Miss Torso vs. Lisa

Dediğimiz gibi, dairelerin hepsinin içinde toplumun normalleştirip kabul ettiği belirli davranış kalıplarını temsil eden, başka bir deyişle belirli bir “yaşam tarzına” sahip insanlar var. Lisa, dışarıdan bakınca maddiyatçı ve gösterişçi bir çizgiye sahip olan Miss Torso ile empati kurabiliyor, onu anlıyor. Çünkü bir ihtimal benzer bir arka planları ve çevreleri var ve aynı kalıba uygun bir yaşam sürdürüyorlar.

5- İlişkilerde kariyerin de önemli bir kriter olması

Kariyerin bir kadın ve bir erkek arasındaki ilişkinin yönünü belirleyen önemli kıstaslardan biri haline gelmesi muhtemelen 20. yüzyılın ortalarına denk geliyordur. Bu filmde buna çok fazla vurgu yapılmış. Mesela Lisa‘nın dergideki sabit kariyeri ve parasını gösterişe harcama eğilimi, hareketli çalışma koşullarına sahip olan ve para tutmayı seven Jeff‘in hoşuna gitmediği için ilişkileri sallantıda. Ekonomik faaliyetlerin, iki insanı birbirine yaklaştıran veya birbirinden uzaklaştıran kıstaslardan biri olduğu vurgulanıyor.

Kitapla Film Arasındaki Farklar

  • Kitapta Jeff‘in Sam adında bir erkek asistanı var ve genellikle Jeff, Sam‘i tersliyor. Filmde ise hemşire Stella var ve tam tersine, Stella çoğu zaman Jeff‘e karşı baskın. 
  • Kitapta Lisa yok. 
  • Filmde en sonda Jeff iki bacağını birden kırarken kitapta alçısını nihayet çıkartıyor. 
  • Thorwald kitapta ölüyor, filmde yaşıyor. 
  • Filmde Jeff‘in neden bacağını kırdığını biliyoruz, bir fotoğraf karesi yakalamaya çalışırken kaza geçiriyor. Kitapta bunun bahsi geçmiyor. 
Öyküye diğer dairelerdeki hikayeler konmamış, yalnızca Thorwald‘a ve onun tavırlarındaki tuhaflıklara odaklanılmış. Film ise daha zengin görsel kaynaklardan faydalanarak kurguya yeni hikayeler katmış. Ben yadırgamadım, aksine film uyarlaması öyküyü zenginleştirmiş. Bu arada Cornell Woolrich‘in önemli filmlere uyarlanan başka kitapları olduğunu da söyleyelim, işlerine göz atmakta fayda var.

Şiddetle tavsiyedir. İyi okumalar/seyirler.

2 yorum:

öneri makinesi dedi ki...

Çok güzel bir inceleme olmuş, zevkle okudum :). Bu filmi ve Hitchcock sinemasını çok seviyorum.

2 numara algıa seçicilik oluyor sanırım :).

Kitaptan Filme dedi ki...

Çok teşekkürler öneri makinesi! Hitchcock sinemasıyla ilgili hislerimiz karşılıklı, uyarlama sever bir yönetmen olduğu için ileride tekrar tekrar adı geçecek :)

2 numara yoruma açık olmuş diyelim :)