19 Eylül 2017 Salı

Kitaptan Filme: From Morn to Midnight


Georg Kaiser'ın 1912 yılında yazdığı, 7 perdeden oluşan From Morning to Midnight oyunundan uyarlanan, Alman Dışavurumculuğunun en ikonik örneklerinden biridir. 1920 yapımı filmi, aynı zamanda tiyatro oyununu da yöneten, aslında bir tiyatro yönetmeni olan Karl-Heinz Martin yönetir. The Cabinet of Dr. Caligari'den sonra, çarpık perspektifleri ve derme çatma dışavurumcu dekoruyla türün en çok dikkat çeken yapımlarından biridir. Tiyatro sahnelerine benzeyen, tamamen el yapımı setler ve ışık ve konturlarla vurgulanmış rahatsızlık hissi uyandıracak kadar abartılı kostüm ve makyajlar söz konusudur.

Oyunun özeti

Kredi çekmek isteyen, kürkler içindeki İtalyan bir kadın, Kasiyerin çalıştığı bankaya girer. Kadının bir dolandırıcı olduğunu düşünen banka müdürü, tavsiye mektubu olmadığını bahane ederek kredi vermeyi reddeder. Kadın telegram çekerek bankasından tavsiye mektubu istemiştir, kaldığı otelin adresini bırakarak mektup geldiğinde kendisine bildirmelerini ister. Bu krediyi, bir şarap satıcısından oldukça değerli bir tabloyu düşük fiyata bağlamış olan koleksiyoner oğlu için çekmek isteyen kadın, işleri hızlandırmak için bankaya geri döner ve kasiyerle tekrar konuşur.

Kadının dolandırıcı olduğunu düşünen ve ona kur yaptığını sanan kasiyer, cazibesine karşı koyamayıp şeytana uyar ve kahramanlığa soyunur. Çalıştığı bankadan 60.000 mark çalarak kaçar ve kadının kaldığı otele gider. Orada kadının bir oğlu olduğunu, aslında dolandırıcı olmadığını ve kendine kur yapmadığını, kendisiyle kaçmayacağını fark eden kasiyer adeta bir çöküş yaşar, uğruna çalışıp çabaladığı parayı elde etmiş ama amacını kaybetmiştir. Bitkin bir şekilde evine döner. Kendisini bekleyen, mükemmel ailesi kasiyeri karşılarlar. Burada kendiyle bir içsel çatışma yaşayan kasiyer, henüz kaybettiği tutkuyu yeniden aramak üzere ailesini terk eder ve yollara koyulur. Kendisini bağlayan tüm ipleri koparmış olan kasiyer, artık zengindir, geri dönüşü yoktur ve parasını harcayacak bir şeyler bulması gerektiğini düşünür. Bu arada banka müdürü soygunu fark etmiş ve harekete geçmiştir. İlk olarak bisiklet yarışlarına gidip büyük bahisler oynayarak seyircinin coşkuyla hareketlenmesini sağlayan kasiyer, bu geçici heyecanı çabuk tüketir. İkinci durağı bir kabaredir, burada kendisine özel bir oda tutar, pahalı içkiler ve yemekler söyler, maskeli kızları getirtir, ne yazık ki aradığı heyecanı ve tutkuyu onlarda da bulamaz. Arayışla yoluna devam ederken bir kadın tarafından Kurtuluş Ordusu salonuna girmeye ikna edilir, burada günah çıkaran insanları seyreder, en sonunda kendi sırrı ona ağır geldiği için, kadının da ısrarlarıyla günah çıkarmak üzere platforma çıkar, her şeyi itiraf eder. Kendisini salona girmeye ikna eden kadın tarafından polise ihbar edilir ve yakalanır.

Film, oyunun büyük ölçüde sadık bir uyarlaması olsa da birtakım farklar içerir. Bunlardan bölümlerin sayısıdır. Oyun şu şekilde 7 perdeden oluşur: 
  1. The Interior of a Provincial Bank (Bir Bankanın İçi)
  2. The Writing Room of a Hotel (Bir Otelin Yazı Odası)
  3. A Field in the Cashier's Home (Kasiyerin Evinde bir Alan)
  4. The Parlor in the Cashier's Home (Kasiyerin Evinin Salonu)
  5. The Steward's Box at a Velodrame during Bicycle Races (Bisiklet Yarışları Sırasında Veledromdaki Görevlilerin Platformu)
  6. A Private Supper Room in a Cabaret (Bir Kabarede Özel Akşam Yemeği Odası)
  7. A Salvation Army Hall (Bir Kurtuluş Ordusu Salonu)
Film ise 5 bölümden oluşur. 
  1. Bir Bankanın İçi
  2. Bir Otelin Yazı Odası
  3. Kasiyerin Evinde bir Alan + Kasiyerin Evinin Salonu
  4. Bisiklet Yarışları Sırasında Veledromdaki Görevlilerin Platformu
  5. Bir Kabarede Özel Akşam Yemeği Odası + Kağıt Oyunu + Bir Kurtuluş Ordusu Salonu
Kasiyerin evden kaçışı ve monoloğu tek bir bölüme sıkıştırılmıştır. Sessiz filmde monolog sahnesini uzun uzadıya işlemek mümkün olmadığı için akıllıca bir seçimdir. Başrol oyuncusunun abartılı jest ve mimikleri ne de olsa adamın iç dünyasındaki delirme belirtilerini göstermeye yetmez. 

Aynı şekilde, oyunda 3 perdede verilen hikayenin sonu, filmde tek bir bölüme sığdırılmıştır. Adamın arayışı ve delilik hali, yoğun bir tempo ve heyecanla aktarılır. Filmin en hareketli bölümüdür. Her türlü imkanı olan ama amacı olmayan bir kişinin hayatına nasıl anlam katacağı, nasıl bir mutluluk ve tatmin çözümü bulacağı merak konusudur. Umutsuzca ve saldırgan bir şekilde aradığına tanık olursunuz.

Filmin bir başka ve hatta en önemli farkı, kasiyerin her bölümde gördüğü Ölüm'dür. Filmdeki kadın karakterlerin yüzünde beliren Ölüm maskesi, arayıştaki kasiyerin korkulu rüyasıdır. Bulduğu her fikirde Ölüm gelip onu rahatsız eder ve kaçıp başka bir şeyler aramasına neden olur. 

Oyunda çok fazla vurgulanmasa da, filmde bariz bir sınıf eleştirisi vardır. Bisiklet yarışlarında, izleyicinin bulunduğu platformlardan bunu anlamak mümkündür. En zengin olan aristokratlar geniş alanda tek başlarına izlerken, onun bir altında bulunan burjuvalar pahalı kıyafetleri ve aksesuarlarıyla nazikçe izlemekte, en alttaki halk ise tıklım tıkış, buna ters orantılı olarak büyük bir coşku ve heyecanla yarışları takip etmektedir. Kasiyer orta sınıfı temsil eder. Yırtık kıyafetleri ve bakımsız görüntüsü, halk sınıfına mensup olduğunu hissettirse de, evde piyano çalan ve dikiş diken iki kızı, huzurlu bir annesi ve mutlu bir karısı vardır. Ayrıca çalıştığı bankada müdürden sonraki en yetkili kişidir. Tam olarak alt sınıf olmasa da, üst sınıf olmadığı da aşikardır. İki arada bir derede bir yaşantısı vardır. Kısarak huzurlu ve mutlu olabileceği, bunun için birçok şeyden, özellikle heyecan ve tutkudan ödün verdiği bir hayat sürdürmektedir. Kasiyerle karısı arasında şöyle bir diyalog geçer.  
- Banka kapanmadı mı?
- Asla, Hanım. Hapishaneler asla kapanmaz. Sonsuz bir geçit. Ölümsüz bir hac ziyareti. Akın akın mezbahaya giden koyun sürüsü gibi. Kaynayan bir kalabalık. Arka pencereden atlamazsan kaçışı yok, asla.
Elde ettiklerinden vazgeçemeyen ama daha fazlasını da elde edemeyen sınıfsal sıkışmışlığı yıllardır sürdüren kasiyer, bankaya gelen kadın sayesinde hatırladığı tutkunun peşine düşmeye karar verdiği andan itibaren tamamen isyan havasına girer ve birden hayatında yolunda gitmeyen her şeyi çıplak gözle görmeye başlar. Bu sebeple sakin ve rutin aile yaşantısına artık dayanamayacağına karar vererek her şeyi bırakır ve evi terk eder. 
- Peki nereye gidiyorsun?
- [...] Yanıt çok açık. Bu benim yolculuğumun sonu değil, yalnızca bir işaret. Yol devam ediyor.
1. Dünya Savaşı döneminde pesimist, hatta nihilist bir bakış açısıyla yazıldığı söylenebilir. İnsanoğlu ölümün soğuk nefesini ensesinde hissederken, geri dönüşü mümkün olmayan bir yıkıma sürüklenmişken, tutunacak bir dal aramakta, ne bulursa bulsun, hayatın zıttı olan ölüm gerçeği bu kadar yakında olduğu için zevk alamamakta ve heyecan duyamamaktadır. Film bir bakıma kasiyer karakteriyle bunu tasvir eder. Toplumda elde ettiği yeri, sistem içindeki rolünü, sınıfsal ayrıcalıklarını geri dönmemecesine terk eden ve attığı her adımda ölümü hatırlayan birey, artık sadece hayatını anlamlı kılabilecek birkaç değer bulabilmek adına çabalamaktadır. Kasiyerin seyirciyi sürüklediği bu meraklı arayışın sonu ne yazık ki ihanet ve intiharla sonuçlanır. 

Açıkçası herkesin zevk alacağı türden bir film ve oyun değil. Ağır edebi metinleri sevenler ve sinema tarihini kurcalamaktan hoşlananlar okuyup izlemeli. Alman Dışavurumculuğu deyince büyük bir öneme sahip olan bu filmi beğeneceğinizi iddia edemiyorum. Filmi izlemiş veya oyunu okumuş kişiler varsa yorumları büyük bir merakla ve heyecanla bekliyorum. Sizce Ölüm neyi ifade ediyordu? Kasiyer sonunda neden kendisini çarmıha gerdi? Ecce Homo ile ne mesaj verilmek istendi?

Hiç yorum yok: