1 Kasım 2017 Çarşamba

Kitaptan Filme: Ağrıdağı Efsanesi

1970 yılında Cem Yayınevi'nden çıkan Yaşar Kemal romanıdır. 1975 yılında Memduh Ün yönetmenliğinde sinemaya uyarlanır. Gülbahar Fatma Girik, Ahmet'i Hakan Balamir canlandırır. Cem Yayınevi'nden sonra birkaç yayınevi daha baskısını yapsa da en çok Yapı Kredi Yayınları baskıları akılda kalmıştır. YKY baskısını okuyanlar, Abidin Dino'nun güzel çizimlerini de görme fırsatına sahip olurlar.
Ağrıdağının yamacında, dört bin iki yüz metrede bir göl vardır, adına Küp gölü derler. Göl bir harman yeri büyüklüğündedir. Çok derinlerdedir. Göl değil bir kuyu. Gölün dört bir yanı, yani kuyunun ağzı, fırdolayı kırmızı, keskin, bıçak ağzı gibi ışıltılı kayalarla çevrilidir. [...] küçücük bir kuş dönmeye başlar. Sivri, uzun, kırlangıca benzer bir kuştur. Gölün üstünde çok hızlı döner. Uzun, ak halkalar çizer üst üste. Ak halkalar tel tel gölün som mavisine düşer, tam günün battığı anda kavalcılar çalmayı keserler.
Küp gölünden bahseden, anlatım için kritik bir role sahip olan bu giriş paragrafı, pastoral detaylar, sembolik hayvanlar, "Ağrıdağının öfkesi" gibi doğaüstü kuvvetler, hangi zamanda geçtiğine dair herhangi bir ipucunun ve romanlara özgü olay örgüsünün olmaması bakımından efsane anlatım özelliklerine sahiptir. Kitabın ismine uygun olan bu giriş, kapak sayfasında yer alan "roman" ibaresine aykırı olduğu için okurun kıpırdanmasına neden olur. Yüz küsur sayfa boyunca böyle doğaüstü bir anlatım okuyup okumayacağını merak eden okura, bu paragraftan hemen sonra Ahmet, kırat ve Sofi karakterlerinin hikayeye dahil olmasıyla yanıt verilir. "Roman okurunun" daha çok kabul edebileceği, bir olay örgüsü olan, birden çok karakterin tasvir edildiği, zamanı az çok belli olan, bir iyi adamın, bir kötü adamın, bir amacın ve o amaç için verilecek bir mücadelenin var olduğu klasik yapılı bir kurgu anlatılır. Ahmet'in kapısına gelen, töreler gereği artık Ahmet'in sayılan beyaz atı, töreleri yerine getirmek için canı pahasına geri vermeyen köylüleri, bu arada Ahmet ile Gülbahar arasında gelişen aşkı okumaya koyulmuşken,"iyi güzel de niye böyle eski püskü bir hikaye okuyorum" diyen okur yine kıpırdanmaya başlar. İşte tam bu anda kitabın başındaki Küp gölüyle ilgili paragrafa çok benzer bir paragraf araya girer ve okura "tıpkı ilk başta olduğu gibi hikaye birazdan daha gerçekçi bir yöne doğru akacak, sabret" şeklinde bir mesaj verilir. 
Ağrıdağının doruğuna yakın yerinde, güneybatı yamacında bir göl vardır, adına Küp gölü derler. Bir harman yeri büyüklüğündedir göl. Som mavi bir sudur. Kuyu gibi. Kırmızı, keskin, ışıltılı kayalıkların dibindedir.
Kitabın tam ortasında gelen bu paragrafın hemen ardından hikayeye yeni bir karakter, demirci Hüso girer. "Ramazanda oruç tutmaz, hiç namaz kılmaz, hiç dua etmezdi. Bazıları Hüsonun ateşe taptığını söylüyolardı. Bazı geceler körüğünü çekiyor çekiyor, dükkanın içi, kapısı kıvılcımlar içinde kalıyor, Hüso bu ateşin önünde dize gelip, ellerini ateşe açıyordu." Tarihsel bağlama ve metin içinde verilen ipuçlarına bakınca Zerdüşt olduğu çıkarımını yaptığımız Demirci Hüso, bir dağlıya aşık olan han kızı Gülbahar'a, zalim babası karşısında yardım etme sözü verip dini bir figür olan Kervan Şeyhi'ne başvurur. Daha sonra Ahmet'i, Sofi'yi ve Musa Bey'i zindandan kurtarmak için kır atı bulup Han'ın karşısına çıkar. Atın kendisine ait olmadığını iddia eden, yalan söyleyen Han'a karşı çıkar. Kalabalıkları arkasına alır. Hikayenin bu noktasına kadar artarak süren Han zulmü, bu noktadan sonra kırılmaya başlayacaktır, Demirci Hüso bunun habercisidir.

Han babasının yalan ve inkarı karşısında çaresiz kalan ve Ahmet'in kaçması için zindancı Memo'yu ikna eden Gülbahar, yaptıkları öğrenilince zindana atılır. Demirci Hüso'nun ilk adımını attığı otoriteye başkaldırma hareketi Kürt beyleri arasında, çobanlar arasında dalga dalga yayılır. Olanları duyan herkes sarayın kapısına toplanır. Artık Mahmut Han bu kalabalıktan tedirgin olmaya başlamıştır. Gülbahar'ı tıkıldığı zindandan çıkaran kalabalık, kendisine zulmeden Han'ın da korkudan dengesini yitirmesini sağlar.
Her yıl, bahar Ağrıdağının üstüne yürürken, dağın yamacındaki Küp gölünün kıyısına o yörenin tekmil çobanları gelirler, kepeneklerini gölün bakır rengi toprağının, kırmızı çakmaktaşı kayalıklarının üstüne serip haka olup otururlar. Çobanların her yıl sayısı değişir. Tanyelleri ışırken bellerindeki kavalları çıkarıp Ağrıdağının öfkesini hep birden çalmaya başlarlar. 
Her seferinde metni kronolojik ve tematik olarak okurun günceline daha da yaklaştırma fonksiyonuna sahip Küp gölü paragrafı, gerilimin zirveye ulaştığı kurgunun tam bu noktasında tekrar devreye girer. "İmana geldi kafir, korku onu imana getirdi. O altın sarayının, mermer, gümüş sarayının yerle bir edileceğini anladı. Anladı da dize geldi kafir. Biz hep böyle, her şeyde birlik olsak, kimse bize diş geçiremez. Bize dağlar, şahlar dayanamaz. Hiç kimse... Yeter ki böyle birlik olalım." Okur yüz küsur sayfanın sonunda yazarın aslında ne anlatmak istediğini, Demirci Hüso'nun dilinden dökülen bu cümlelerle anlar. Metin, bitimine son birkaç sayfa kala artık tamamen güncel meseleleri eleştiren, muhalif bir bakışa sahip, modern bir metne dönüşür. Efsane olarak başlayıp bir halk masalı olarak devam eden anlatım, bu paragrafın üçüncü kez belirdiği noktada, artık tamamen güncele odaklı, eleştirel bir romana dönüşmüştür.
Ağrıdağının yamacında bir göl vardır. Bir harman yeri büyüklüğündedir. Suları som mavidir. Her yıl, bahar dünyaya yürüdüğünde, bir sabah, daha gün doğmadan Ağrıdağının tekmil çobanları bu göle gelirler. Gölün kırmızı kayalıklarına, bakır toprağına kepeneklerini atar, bin yıllık sevda toprağına otururlar ve Ağrıdağının öfkesini kavallarıyla, hep bir ağızdan çalarlar. 
Artık mesaj verilmiş, anlatım amacına ulaşmıştır. Anlatımın yüzeyindeki aşk hikayesi tekrar Küp gölü paragrafıyla birlikte dramatik ve hatta biraz belirsiz bir şekilde sonlandırılır.

Metni iki katmanlı kabul edersek, derin katmanında bir otorite eleştirisi, yüzeysel katmanında da umutsuz bir aşk hikayesi anlatılır. Zulmeden otoriteye birlik olup karşı çıkmanın mümkün olduğunu söyleyen alt katman, mesajını bu kadarla sınırlı tutmuş, herhangi alternatif bir otorite önerisinde bulunmamış veya Han'ı devirmekle ilgili herhangi bir plandan bahsetmemiştir. Meriç Kurtuluş'un Ağrıdağı Efsanesi'nden Sözlü Edebiyata "Metinlerarası" Bir Yolculuk makalesinde belirttiği gibi: "Başka bir deyişle, roman kişileri Mahmut Han’ın otoritesine ve dolayısıyla onun temsil ettiği Osmanlı otoritesine karşı çıkarken, metnin sonuna gelindiğinde otoritenin el değiştirmediği ve karakterlerin bunun için artık çaba sarf etmediği görülür. Başka bir deyişle, metnin sonunda otorite kavramının yerine farklı bir kavram önerilmemiş, ya da otoriteyi devralacak yeni bir kişi ortaya çıkmamıştır." Dolayısıyla muhalif olmakla birlikte yıkıcı olmayan bir anlatım söz konusudur. Yazıldığı dönemin ve coğrafyanın politik bağlamı bakımından düşünüldüğünde, bu metin belki de henüz bir alternatif öneriden bahsetmek için erken olduğunu, ilk önce birlik olmayı öğrenmek gerektiği mesajını vermeyi amaçlamıştır.

Yüzey katmanındaki aşk hikayesi de paralel özellikler taşır ve mutlu sona değil, zorlu yola odaklanır.  Kurgunun klasik yapıda olduğunu, bir iyi adam, bir kötü adam, bir amaç, o amaç için gidilecek bir yol olduğunu söylemiştik. Kurgunun sonunda iyi adam kötü adamı zorlu bir mücadeleyle ve diğerlerinin desteğiyle alt eder, ancak gerçek amacına, yani sevdiği kadına çeşitli dış engeller nedeniyle ulaşamaz.

Küp gölünde klasik bir efsane anlatımıyla başlayan bu aşk hikayesi, yine aynı anlatımla sona erer. Küp gölüyle ilgili paragrafların ilk cümlelerinde sırasıyla şu ifadeler kullanılmıştır: Ağrıdağının yamacında, Ağrıdağının doruğuna yakın yerinde, bahar Ağrıdağının üstüne yürürken, Ağrıdağının yamacında. Burada kurgunun temposu, hikayeye adını veren Ağrıdağı'nın fiziksel özelliğiyle bağdaştırılabilir. Hikaye nötr durumdan başlar (yamaç), zulüm tırmanır (doruğa yakın yer), Demirci Hüso liderliğinde başlayan başkaldırılarla birlikte zulüm etkisini azaltır (bahar Ağrıdağının üstüne yürürken) ve yine nötr, aslında hikayenin başlangıcına göre pek bir şey değişmemiş, başlangıçtaki durumla sona erer (yamaç). Ağrıdağı'nın karanlığa bakan tarafı, zulmün belirip tırmandığı taraf, güneşi gören tarafı da zulmün bastırılıp ortadan kaldırıldığı taraf olarak yorumlanabilir. Buradan daha net görüleceği gibi, mevcut gidişatı hikayenin ilk başındaki halinden farklı bir noktaya taşıyan bir muhaliflik değil, hikaye içinde tırmanan zulmü bastırıp hikayenin ilk başındaki düzene geri döndürmeyi amaçlayan bir muhaliflik söz konusudur. Tıpkı aşk hikayesinde olduğu gibi, sona değil sürece, yürünen yola odaklanılmıştır. Kurgu yapısının dağın coğrafi yapısına benzetilmesiyle, kurguya Ağrıdağı'nın bir takım nitelikleri transfer edilmiştir: durgunluk, tanıklık, eskilik... Ağrıdağı'nın bin yıllardır büyük medeniyetlerin doğuşuna ve yitişine sessizce tanık oluşu gibi hikaye de bir zulmün doğuşuna ve yitişine sessizce tanık olmamızı sağlar.

FİLM VE KİTAP ARASINDAKİ FARKLAR

Film sonu bakımından kitaptan farklıdır. Sonunda Mahmut Han asılarak ölür, yine alternatiflerden bahsedilmemekle birlikte zulmeden Han figürü tamamen ortadan kaldırılır. Dolayısıyla hikayenin ilk halinden daha farklı bir son hal vardır. Film, kitabın bilge ve durgun atmosferinden farklı olarak, yıkıcı sonla biter.

Kitapla film arasındaki diğer minik farklar şöyledir:

- Kitapta Sofi ve Ahmet'le birlikte Musa Bey de zindana girer, filmde bu üçüncü karakter gösterilmez.
- Kitapta Sofi ölmez. Filmde asılarak öldürülür.
- Kitapta Gülbahar'ın suçu öğrenildiğinde kuyuya atılır. Filmde zindana götürülür.
- Kitapta Mahmut Han'ın karısı da hikayenin bir noktasında belirir. Filmde hiç gösterilmez.
- Kitapta Mahmut Han'ın 3 kızı vardır: Gülistan, Gülriz ve Gülbahar. Filmde yalnızca 2 kız kardeştir.
- Kitapta Gülbahar'ın kız kardeşlerinden neredeyse hiç bahsedilmez. Filmde kız kardeşi kötü karakter olarak görünür.
- Kitapta Ahmet'in sonunda ölüp ölmediği belirsizdir. Filmde Gülbahar önce Ahmet'i sonra kendisini öldürür.

Yusuf karakterini Tecavüzcü Coşkun'un oynaması, Fatma Girik'in donuk bakışları, Keloğlan filmlerini aratmayan rengarenk parlak kıyafetler, Ahmet'in Ağrıdağı zirvesinde yaktığı ateşin neredeyse bir volkan kadar devasa gösterilmesi, aynı diyalog içinde Gülbahar'ın eşarp bağlama şeklinin üç kere değişmesi gibi itici detaylar, kitabı sevip de uyarlamasını izlemek isteyenler için seyri zorlaştırır. Memo ve kırat filmin en başarılı ve en aslına sadık karakterleridir.

2 yorum:

Kağıt Salıncak dedi ki...

Ağrıdağı Efsanesi okumak istediğim kitaplardan ama liste o kadar kabarık ki, şu sıralar da çerez kitaplara odaklandım. Sınav haftasıyla ancak çerezleri götürebiliyorum :D

Kitaptan Filme dedi ki...

Kağıt Salıncak, kısa bir kitap ama çerez değil, dediğin gibi sınav haftasına ağır gelir :) Başarılar!