18 Şubat 2022 Cuma

Kitap: Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi

İletişim'in Edebiyat Eleştirisi dizisinden Utku Özmakas çevirisiyle çıkan Terry Eagleton kitabı. İdeolojiye ağırlık veren toplumbilimsel eleştiri türü olan Marksist Eleştiri'yi yaklaşık 100 sayfada kronolojik bir düzen izleyerek açıklıyor. 

Kitabın içeriğine geçmeden önce kabaca tarif etmek gerekirse Marksist Eleştiri, doğrudan doğruya yapıtın bağımsız olarak var olan edebi yönünü incelemekle ilgilenmeyen, yapıt içindeki kenter yönelimleri tespit edip eleyerek yerine Marksist çözümler öneren, bir nevi kuralcı bir eleştiri yöntemidir. Örneğin, bir kitaba psikanalitik okuma yapıldığında ruhbilime önem veriliyorsa, Marksist okuma yapıldığında ekonomiye önem verilir. Karakterlerin tüm davranışlarının, hikayede geçen her olayın özünde ekonomi ile ilişkili olduğunu savunur. Son derece eyleme yönelik oldukları için Marksist eleştirmenlerin katı, bazen sansüre varacak denli baskıcı bir üslubu vardır denebilir. Marksçı kuramı tarihsel bir kılavuz olarak görürler. İç yaşam, umut yokluğu gibi temaları küçümserler. İndirgerler. Feodal düzenin aksaklıklarını gösterdiği için genelde Balzac severler. 

Marksizm yaratma değil, yapma düşüncesidir. Eleştiri ise yazımsal yaratmanın bir parçasıdır. Bu nedenle eleştiri ve Marksizm bir türlü örtüşmez. Marksist eleştirmenler, yapıtın salt edebi varlığını tanımayıp, topluma ayna tutma yönüyle ilgilenirler. Sanat sanat için değil toplum içindir görüşünü savunurlar. Biçimcilere karşı dururlar, içeriği önemserler. Sanatın iç dinamiklerini görmezden gelirler. Terry Eagleton, Marksizmin bu dogmalarından bıkan, yenilikçi bir düşünürdür. Althusser'ci Marksist eleştirmenlerdendir. Eleştirinin bağımsızlığını savunur. Ona göre, eleştiri, yazınsal metnin "kendiliğinden gerçekliğini" verir. Şöyle bir görüşü vardır Eagleton'ın; yazar yapıtını oluştururken kimi konularda suskun kalır, bir bakıma ideolojinin ayıbını sergiler. Eleştirmenin görevi yazarın söylemek istediğini açıklamak değil; Marksist bakışla eseri incelemek, yazarın söylemediklerini eşelemek, ideolojinin kendini ele veren eksik yönlerini gün yüzüne çıkartmaktır. Eleştirinin görevi metnin tamamlanmamışlığı içine yerleşerek metni teorize etmek, metnin kimliğinin asıl ilkesini meydana getiren bu "söylenmemişlerin" ideolojik gerekliliğini açıklamaktır. Metinde tutarlılık aramaz, tutarsızlığı yakalamanın peşindedir. Eleştiriyi ideolojinin estetik alanı içinde görür. Eserin estetik yönüyle ilgilenir. Eserin iyi ya da kötü olmasına değil, ideolojiyi yansıtırken verdiği açıklara odaklıdır. 

Terry Eagleton'ın Marksist Eleştiri geleneğinde nerede durduğunu kısaca açıkladıktan sonra kitaba geçeyim. Kitap direkt olarak Marx ve Engels'in edebiyat üzerindeki görüşlerini aktararak başlıyor. Edebiyatla ne kadar ilgilendiklerinden, edebi faaliyetlerde de bulunduklarından bahsederek aslında bu dogmaların Marksizmde yer almak zorunda olmadığına göz kırpıyor. 
 
Eagleton, Marksist eleştirinin yalnızca romanların işçi sınıfından söz edip etmediğiyle ilgilenen bir "edebiyat toplumbilimi" olmadığını söyler. Amacı yapıtı bütünlüklü şekilde "açıklamaktır" der ve açıklamak ifadesi ile ilgili olarak başka bir Althusser'ci Marksist eleştirmen olan Macherey'in Pour Une Théorie de la Production Littéraire kitabına atıf yapar. Yorumlamak ve açıklamak arasındaki ayrımı vurgular. Yorumlamak, eseri belirli ideal normlarla uyumlu bir biçimde yeniden ele alıp düzeltmek anlamına gelirken, açıklamak metni olduğu şey olarak kabul eder. 
 
Marksist eleştirinin dogmacı olduğuna dair kaba izlenimin, Stalinizm döneminin edebi olayları tarafından şekillendirilmiş olduğunu açıklar. Bir proleter kültür yaratma fikri olan, sanatı sınıfın bir silahı olarak gören ve burjuva kültürünü reddeden dogmatik Prolekült fikrinin savunucuları işi o kadar ateşli bir boyuta taşır ki, sonunda, 1934'te yapılan Sovyet Yazarları Kongresi'nde "sosyalist gerçeklik" resmi olarak benimsenen görüş olur. Bundan sonra edebiyata parti yönelimli, kahramanca olma zorunlulukları dayatılır. Sanata ve kültüre karşı yıkıcı bir saldırıya girişilir. 1940'lar ve 50'lerin başında da edebiyatı tekdüze hale getiren, özgürlüğünü çokça kısıtlayan kararlar alınır. Sanatçılar o kadar bunalır ki, şöyle bir olay yaşanır: 1939 yılında, Brecht'i etkileyen tiyatro yönetmeni Vsevolod Meyerhold herkesin önünde "sosyalist gerçeklik denen bu zavallı ve steril şeyin sanatla hiçbir ilgisi yoktur" der. Hapse atılır, kısa bir süre sonra da ölür. 

Yazar bu noktadan sonra, Marksizmle ilgili kilit figürlerin aslında bu dogmacı görüşe yakın durmadıklarını açıklamaya koyuluyor. Öncelikle Lenin'den bahsediyor. Kahrolsun partizan olmayan yazarlar dese de bunun kuamsal metinlerle ilgili olduğunu; proletarya kültürü oluşturulsun dese de kapitalizmden kalan değerli kültür ürünlerinin korunmasını savunduğunu belirtiyor. Daha sonra Troçki'nin fikirlerine geçiyor. Troçki, burjuva sanatının en iyi ürünlerini kendine katmak için sosyalist bir kültüre gereksinim var diyor. Kayıtsızlıklarından dolayı biçimcileri desteklememekle beraber, biçimcilerin karmaşık teknik analizlerinde değerli olan şeyi anlıyor.
"Şairleri gönülsüzce fabrika bacalaı ya da kapitalizme karşı devrim dışında bir şey yazmamaya zorladığımız düşüncesi absürddür. Bir sanat yapıtı ilk aşamada yalnızca kendi yasalarında değerlendirilmelidir."
Daha sonra yazarın gerçekliği "tipler" yaratarak yansıttığını, bireysel psikolojiden ziyade tarihsel bireyselliğin söz konusu olduğunu söyleyen Belinski, Lukacs ve Plehanov'un tipselleştirme kavramının daha önce Marx ve Engels tarafından da ele alındığını söylüyor. Marx'ın ilk dönem yazılarında edebiyatın araç olaak görülmesine karşı çıktığını söylüyor. Marx ve Engels'e göre estetik "iyi" ile siyasi "doğru" eşit değil. Engels, siyasal eğilimi olan romanlardan hoşlanmıyor. Siyasi eğilim, romanda amaç olmamalı, yeri geldiğinde gün yüzüne çıkan bir öğe olmalı ona göre. Marx da çelişkili eserleri sevmiyor. Örneğin, doğru marksist mesajlar verse de kitap içinde burjuvaya sempati besleyen karakterleri çelişkili buluyor. 

Yazar daha sonra yansıtmacı kuramı açıklamaya koyuluyor. Edebiyatı tarihten koparan biçimcilerin karşısında duran yansıtmacılar, Marksist edebiyat için önemli. Ancak Eagleton, edebiyatın gerçeği yansıtması düşüncesinin yetersiz olduğunu düşünüyor. Yapıt ayna olamaz diyor ve çeşitli isimlere atıf yaparak fikrini geliştiriyor. Lukacs'a göre, sanatsal bilinç dünyanın salt yansıması olmaktan ziyade, ona yardımcı bir müdahale. Yazarlar yansıtmaktan fazlasını yapmalı, eleştirmeli, üretmeli. Troçki'ye göre sanatsal yaratım "sanatın kendine has yasalarına uygun olarak gerçekliğin saprııtlması, değiştrilmesi ve dönüştürülmesi". Macherey'e göre edebiyatın etkisi taklit etmek değil bozmak. Aynanın nesneyi yeniden ürettiğini söylüyor.

Sonrasında ise yazar, gerçek devrimcinin yalnızca sanat-nesnesi ile değil sanatın üretim araçları ile de ilgilenmesi gerektiğini düşünen Walter Benjamin'e atıf yapıyor. Buradan Benjamin'in başarılı bulduğu Bertolt Brecht'e geçip Brecht-Lucaks tartışmasına değiniyor. Lucaks edebiyat yapıtını birey ile toplum arasındaki çelişkileri uzlaştıran bir bütün olarak kabul ederken, Brecht sanatın çelişkileri kaldırmaması, aksine gözler önüne sermesi, insanları bu çelişkileri yıkmak için kışkırtması gerektiğini savunuyor.
"Sanatta 'altyapı' ile 'üstyapı', ürün olarak sanat ile ideolojik olarak sanat arasındaki bu ilişkinin tanımlanması sorunu, bana Marksist edebiyat eleştirisinin artık yüzleşmesi gereken en önemli sorunlardan biri gibi görünüyor. Öteki sanatların Marksist eleştiriden bir şeyler öğrenebileceği yer belki de burasıdır."
Edebiyat eleştirisiyle ilgileniyorsanız, Terry Eagleton'ın adını neredeyse her yerde göreceksiniz. Fikirlerine giriş niteliği taşıyan bu kitapla başlamak iyi bir fikir. Marksist eleştiri sansürcülüktür önyargınızı kırmanızı sağlayacak bir kitap.

Kaynakça: 
Eleştiri Kuramları, Tahsin Yücel
Çözümleyici Eleştiri, Semih Gümüş
Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Berna Moran

Hiç yorum yok: