13 Şubat 2022 Pazar

Film: Titane (2021)

Julia Ducournau'nun yazıp yönettiği Fransız body horror filmi. Şu söyleşiyi okumamış olsam, bıraktığım 20. dakikadan tekrar alıp bitirmeye asla girişmezdim. Filmin ilk yarısı, vahşet sahneleri sevmeyenler için ekstra zor. Ne demek tabure ayağını adamın kafasına saplayarak cinayet işlemek? 

Film, Alexia'nın çocukluğuyla başlıyor. Babasının sürdüğü arabada, arkada oturup babasını delirtmeye çalışan bir kız çocuğu olarak karşımıza çıkıyor. Hınç dolu bir baba-kız inatlaşmasının sonunda babanın dikkati dağılıyor, kaza geçiriyor, kendisi kazadan sapasağlam çıkarken Alexia'nın kafasına bir parça titan takıldığını görüyoruz. Babada bir parça vicdan azabı, acıma hatta sevgi emaresi gördüğümüz ilk sahne olsa da aynı sevgiyi Alexia'da göremiyoruz. Aksine, gidip arabaya sarılıyor. Böylelikle metallere olan ilgisi başlamış oluyor. 

Film, yetişkin Alexia ile devam ediyor. Alexia kulüp gibi bir yere giriyor. Dansçı kızlar, pahalı arabaların üzerinde erotik dans ediyorlar. Alexia arabaların arasında kararlı adımlarla, izleyicileri sağa sola iterek yoluna devam ediyor. O ana kadar, dansçı kızları bir parça küçük görürken ya da onların karşısında seyirci edilgenliğindeyken, Alexia'nın alev desenli araba üzerinde file çorabıyla en ekstrem danslardan birini sergilediğini görünce edilgenlikten sıyrılıyoruz, şöyle bir kendimize geliyoruz. Soğuk bir baba ile büyüyen yabani kız Alexia dansçı olmuş. Aslında burada yönetmen, Alexia'ya karşı bir şekilde doğabilecek empati duygumuzu yıkmaya çalışmış bence. Vah gariban Alexia, babası yüzünden kafasında tuhaf bir dikiş iziyle yaşamak zorunda kalacak, dışlanacak falan diye kıza acımaya kalkacakken, Alexia'nın bedeniyle son derece barışık olduğunu, kafasındaki tuhaf izi hiç de kafaya takmadığını ve hatta o izi lehine kullanarak çizdiği imaj sayesinde bedeniyle kitleleri kendine çektiğini, aslında babasına bir şekilde başkaldırdığını, babasının o anlık acıma ve sevgi hissini reddettiğini, başkaldırdığına göre de aksiliğe devam eden bir kız olduğunu fark ediyoruz. Geçirdiği kaza nedeniyle acıdığımız küçük kız büyümüş ve kendi bildiğini okumuş, o halde ona acımamıza gerek yok. Hatta sergilediği tuhaflıklar yüzünden hafiften kendisinden korksak yeridir.

Kulüpten çıkarken kendisinden imza almaya gelen, biraz da yürüyen bir hayranıyla birlikte Alexia'nın cinayet serisi başlıyor. Burası herkes gibi benim de izlerken çok zorlandığım kısımdı. Adamı öpüşerek kandırıp arabanın içine çektikten sonra saçını tutturduğu çubuğu boğazına saplıyor. Adamın ağzından çıkan köpükler Alexia'nın üzerine dökülüyor falan. İğrenç. Gerçekten iğrenç. Hala gözümün önünde o sahne. Neyse iğrenç ama, burada Alexia'dan henüz tam anlamıyla soğumuyoruz. Çünkü kendini ısrarla taciz eden bir adamı öldürüyor. Haksız, ama hiç değilse cinayet için bir gerekçesi var. Sonra duşta tanıştığı dansçı kız ısrarla kendisine yürüyünce Alexia kızla sevişiyor. Bu kez bizi nipple pearcing üzerinden bir vahşet sahnesi bekliyor. Buraları ben 15 saniye atlata atlata geçtim açıkçası. Derken kızın evine gidiyorlar. Kızın evi dediğimiz yer koca bir lüks villa. Sonra oranın çıplak insanlar yurdu gibi bir şey olduğunu öğreniyoruz. Alexia önce kızı, sonra da karşısına çıkan bir sürü çıplak insanı teker teker öldürüyor. Her biri ayrı bir vahşet sahnesi. Buralar bende hiç yok. Sadece tabure ayağı saplama sahnesine biraz tanık oldum, lanet olsun. Bu anlamsız cinayet serisiye birlikte, Alexia'nın önüne geleni öldüren bir manyak olduğunu görüyoruz ve öh yeter artık noktasına geliyoruz. Bize yabancılaştıkça yabancılaşan bir karakter artık. Yetmiyor, bir de arabayla seks sahnesi geliyor üstüne. Ruhsal olarak yabancılaşmıştık zaten de, artık fiziksel olarak da tamamen yabancılaşıyoruz kendisine. 

Bu buz gibi karakter, kendisinden kaçan bir kişinin ihbarıyla ülkenin her yerinde aranır oluyor. Gittiği havaalanında robot resmini görünce hemen tuvalete gidiyor ve kılık değiştiriyor. Saçlarından, kaşlarından kurtuluyor, bandajla vücudunu sarıp kadınlığından kurtuluyor, bir de kendi burnunu kırarak simasını baştan yaratıyor. Arananlar listesinde gördüğü bir genç çocuğun babasına, Vincent'a ulaşıyor ve yıllar önce kaybettiği oğlu olduğunu iddia ediyor. Tipi kaybolan çocuğu hiç andırmamasına rağmen Vincent'ın onu kabul ettiğini görüyoruz. Haydaa bir başka deli. Acaba Vincent da Alexia gibi bir psikopat mı, başka vahşetler de mi izleyeceğiz derken filmin rotası birden bire değişiyor. Daha duygusal, daha ılımlı bir yöne doğru gidiyor. Vincent, dans etmekten, duygularını belli etmekten, sevmekten çekinmeyen bir adam, Alexia'nın babasının aksine. Alexia, iyi bir saklanma yeri olduğu için Vincent'ın yanında kalmaya çalışırken adamın da tekinsiz olduğunu fark ediyor elbette, kendisi gibi bir manyakla karşı karşıya olduğunu biliyor. Ancak onu öldürmesine engel olan şeyler yaşıyor sürekli olarak. Küçük sevgi gösterileri, seni koşulsuz seviyorum mesajları, vs. Alexia'ya ihtiyaç duyduğu güvenlik/sevilme hissini sağlıyor aslında Vincent. Alexia da bir şekilde kopamıyor. 

Koşulsuz sevme fikrini olabilecek en tuhaf koşullar altında gösteren bir film. "Gerçekte benim kaybettiğim oğlum olmasan bile, o olduğunu söylemen yeterli, seni oğlum kabul ediyor ve seni seviyorum." Hatta "erkek olmasan bile, erkek olduğunu söylemen yeterli, seni böyle kabul ediyor ve seviyorum." Vincent'ın bu yaklaşımını başlarda tekinsiz/tuhaf bulsak da sahneler ilerledikçe onu sevmeye başlıyoruz aslında. Durduğu yeri anlamaya başlıyoruz. Baştaki yabancılık hissimizi üstümüzden atıyoruz. "Aa, bu olabiliyor mu ya, nasıl yani, iyiymiş." şeklinde şaşırtıyor bizi Vincent. Ardışık vahşet sahneleriyle başlayıp mideleri alt üst eden film, koşulsuz sevgi temasıyla bir anda dokunaklı bir hal alıyor. 

Beni filmde vuran asıl şey ise Alexia'nın hamileliği oldu. Hamilelik üzerinden bir vücuda yabancılaşma anlatısı oluşturulmuş. Alexia'nın karnının günden güne şişmesi hem Alexia için hem de seyirci için son derece yersiz, beklenmedik. Alexia, robot gibi bir şey olduğu için kendi bedeninin doğurma işlevine son derece yabancı zaten. Bir de üstüne cinsiyetini gizlemeye çalışan bir kaçak olduğundan dolayı büyüyen karnı onun için bir engel. Seyirci de Alexia'yı buz gibi bir cani olarak gördüğü için onun doğurganlığını bir şekilde garipsiyor. Ayrıca Alexia'nın her seferinde vücudunu bandajla sarıp göğüslerini ve karnını saklama çabasına şahit olduğu için belki ilk kez Alexia için üzülüyor. Sahip olduğu bedenin kendi tercihlerinden bağımsız olarak biyolojik işlevini sürdürmesi acımasızca geliyor belki. "Her şey de bu kızın başına geldi" hissini ilk kez yaşıyoruz. Doğum sahnesinde de Alexia ilk kez savunmasız, zayıf. Tamamen Vincent'a muhtaç. Küçük bir kızken babasının sebep olduğu kazada bile kontrolü elden bırakmayan Alexia, makine-bebeğini doğururken ilk kez "yenik" pozisyonda. Alexia varoluşunu sürdürmenin tek yolu olarak inşa etmeye çalıştığı cinsel kimliği için mücadele ederken biyolojik özellikleri ona ihanet ediyor bir bakıma. Kendi bedeninin ihaneti, Alexia'ya güçsüz hissettirebilen tek şey oluyor. Bedeninin kişiyle iş birliği yapmaması büyük bir ayakbağı olsa gerek. Bu bağlamda ister kuir okumalar yapın, ister hiç hesapta yokken hamile kalmış, aslında anne olmak istemeyen kadınları düşünün, size kalmış. Bence her halükarda son derece dokunaklı bir tema.

Hiç yorum yok: