ÖZET
Kitabın başlangıcında, Franz bir fırtınanın patlak vermesiyle aylakça dolaştığı ormandan evine dönüp yatağına sığınarak annesinin eve gelmesini bekliyor. Annesi her zamanki gibi eve geliyor, ancak bu kez varlığıyla Franz'a alıştığı konfor alanını sağlamak yerine Franz'ın hayatının ilk dönüm noktası olacak haberi de beraberinde getiriyor: Uzatmalı sevgilisi, Salzkammergut'un en zengin üçüncü adamı, fırtına esnasında gölde boğuluyor. Franz'ın kasabada biraz olsa da rahat yaşamasını sağlayan ek gelir ortadan kalkıyor. Annesi, çareyi, eski bir dostu (muhtemelen sevgilisi) Otto'nun yanında çalışmak üzere oğlunu Viyana'ya göndermekte buluyor.
Franz'ın gittiği yerle ilgili ilk izlenimleri şöyle: Viyana'yı baş döndürücü derecede hareketli buluyor. Hatta şehre, kötü bir kokunun hakim olduğunu söylüyor. Yoldan geçen bir kadın bu kokunun "yozlaşmışlığın, çürümüşlüğün habercisi" olduğunu söyleyerek onu kasabasına geri dönmeye davet etse de, dönüş, yeni bir maceraya henüz atılmış olan Franz için söz konusu bile değil. Dönüş kitap boyunca tekrarlayan bir öğe. Aslında Franz'ın olgunluğa ne kadar yakın/çocukluktan ne kadar uzak olduğunu anlamamızı sağlayan bir ölçüt olarak kullanılmış.
Franz dükkanda azimle çalışıyor. Sağduyulu, bilge patronu Otto ile iyi anlaşıyorlar. Genel olarak uyumlu bir profil çiziyor. Zamanla müşterileri ve tüketim alışkanlıklarını öğrenmeye başlıyor. Hayatı rutine dönüşmeye başladığı sırada, bir gün dükkandan içeri yaşlı bir adam girip puro alıyor. Otto'nun adam karşısında alışılmadık bir tutum, ekstra saygı gösterdiğini fark eden Franz, adamın Sigmund Freud olduğunu öğrendiğinde büyük bir şaşkınlık yaşıyor. Franz, Freud'un çıkarken dükkanda düşürdüğü eşyasını geri vermek üzere yaşadığı eve gidiyor. Orada Freud ile kısaca muhabbet etme olanağı buluyor. Viyana'da sıkıldığından bahsediyor. Freud, ona bir kız bulmasını tavsiye ediyor. Bu tavsiyeye uymaya karar veren Franz, hafta sonu olduğunda hazırlanıp süslenerek Viyana'nın ünlü fuar alanı Prater'e gidiyor. Orada ayrık dişli bir kıza vuruluyor. Tam yakınlaşacakları sırada, kız Franz'dan kaçıyor.
Franz'ın iç dünyasında hareketlenmeler başladığında, ülkedeki siyasi atmosfer de eşzamanlı olarak hareketleniyor. Bir sabah uyandığında, dükkanda bir gürültü olduğunu duyan Franz neler olduğuna bakmaya gidiyor. Komşu kasap dükkanının sahibinin, domuz kanıyla tütüncü dükkanının camına "Defol git, Yahudi dostu!" yazdığını görüyorlar.
Franz, Freud'un tavsiyesine uyup aşık olduktan sonra işin içinden çıkamayarak annesine yazıyor, Otto'ya anlatıyor, o da kar etmeyince Freud'un kapısına dayanıp çare istiyor. Freud, Franz'a üçlü bir reçete yazıyor: Kalp ağrıların için kızı unut ya da geri getir, baş ağrıların için kızı düşünmekten vazgeç, karın ağrıların için bir kağıt al ve rüyalarını yaz.
Bir yandan ükede de durumlar hız kazanıyor, dönülmez bir noktaya geliniyor. Başlarda Hitler karşısında güçlü duran Schuschnigg, radyoda halkına son kez seslenerek çekildiğini açıklıyor. Alman birliklerinin sınırı geçecekleri kesinleşiyor. Freud tüm olup bitenleri saçma buluyor, yaşananları dünyadaki bir kanser gibi görüyor. Ülkenin yönetim değiştirdiği günün sabahında, Otto'nun da tanıdığı Kızıl Egon isimli bir kişi, bir binanın çatısına çıkarak pankart sarkıtıyor: "Bir halkın özgür olabilmesi için, öncelikle yüreğinin özgür olması gerekir. Yaşasın ögürlük! Yaşasın halkımız! Yaşasın avusturya!" Pankartı gören Naziler onu yaka paça götürmek için çatıya çıktığında kendisini aşağı atarak intihar ediyor. Sonrası bilindik senaryo. Basın, Kızıl Egon'u hain ilan ediyor, vs. vs.
Franz Anezka'yı unutmaya çalışırken Freud'un kendisine yazdığı reçeteye uyarak rüyalarını kaydetmeye başlıyor. Bir akşam rüyasını yazarken birisi mağazanın vitrinini indirip kapıya şöyle yazıyor: "Yahudiler buradan alışveriş yapıyor." Otto ve Franz dükkanı temizliyorlar. Üç Nazi subayı dükkana gelip Otto ve Franz'ı dövüyor. Pornografik içerikli dergileri sattığı bahanesiyle, ama aslında tabi ki Yahudilerle olan ilişkisi nedeniyle Otto'yu arabaya alıp götürüyorlar.
Franz, tütüncü dükkanının sorumluluğunu tek başına üstüne alıyor. Nazilerin indirdiği vitrin için cam siparişi veriyor. Dükkanın düzenini sürdürerek satışlara devam ediyor. Annesine ilk kez uzun bir mektup yazıyor. Baharın gelmesiyle insanların delirmiş gibi davrandığını, ama bunun bahardan değil politik durumlardan kaynaklandığını yazıyor. Belki doğa hep politikadan etkileniyordu ama bugüne kadar ben hiçbir şey fark etmemiştim diyor. Annesinin kendisine gölden bahsetmesini istiyor. O güne kadar aldığı kartpostalların sadece bir görüntüden ibaret olduğunu söylüyor. Franz artık olgunlaştığı için, her şeye farklı bakmaya başlıyor. Görüntülerin doğruyu yansıtmayabileceğini öğreniyor. Freud'un Yahudi olduğu için dışlanmasını sorguluyor. Bazen dönme isteğine kapıldığından bahsediyor, ama artık bunun mümkün olmadığını bildiğini söylüyor. Artık
kendini dükkana karşı sorumlu hissediyor.
Bu arada Hitler ülkede iyice hakim oluyor. İnsanların görüntüsü parti görüntüsüne dönüşüyor. Birbirlerini çok yaşa Hitler diye selamlıyorlar. Basın merkezileştiriliyor. İsa'nın yanına Hitler resimleri asılıyor.
Franz, rüyalarını yazıp cama asmaya başlıyor, gelip geçen insanların dikkatini çekiyor. Okumak için bir süre duraksayıp, okuduktan sonra bazen anlamamış, bazen tebessüm eden yüzlerle yollarına devam ediyorlar. Franz rüyalarını asıyor, çünkü rüyaların bir anlamı olmayabileceğini, onlarla yapabileceği tek şeyin sadece onları dışavurmak olabileceğini düşünüyor.
Otto'nun durmunu sormak için karakola gidip duruyor. En sonunda dayak yiyor. Bir süre sonra da zaten Otto'nun ölüm haberi geliyor. Eşyalarını Franz'a teslim ediyorlar. Tek bacağı kısa pantolonunu teslim alıyor. Kasapla yüzleşiyor.
Ülkedeki Hitler deliliği iyice alevleniyor. Hitler İtalya'da Hitler Münih'te! gibi manşetler atılıyor.
Anezka'ya gidiyor. Bir Nazi subayı ile beraber olduğunu görüyor. Kısa süre önce Hitler'i eleştiren bir gösteri yapan Anezka'nın şimdi taraf değiştirmiş olması onu sarsıyor. Franz büyük bir hayalkırıklığıyla Anezka defterini tamamen kapatıyor.
Postacı, Freud'un İngiltere'ye gideceği haberini getiriyor. Franz bir yolunu bulup Freud'un yanına uğruyor. Timelkam'da trene bindiğim gün kalbimin ağrıdığını hissetmiştim, Anezka'yı öyle gördüğümde ise çektiğim ağrıyı kimse tedavi edemez diyor. "Sizin durumunuz benden daha iyi, en azından nereye gittiğinizi biliyorsunuz, benim yolum belli bile değil!" diyor.
Burada Freud, Franz'ın ileride hayattaki duruşunu belirlemesinde büyük bir etkisi olacak olan sözleri söylüyor:
"Gerçi yolların çoğu bana bir şekilde tanıdık geliyor. Ama aslına bakarsan yolları bilmek bizim fıtrtımızıda yoktur. Aksine yolları bilmemek var bizim fıtratımızda. Dünyaya cevap bulmak için değil, aksine soru sormak için geliyoruz. İnsan, deyim yerindeyse kesintisiz bir karanlığın içinde el yordamıylaa yolunu bulmaya çalışıyor ve ancak çok şanslıysa bazen bi ışık noktasının parıltısını görür. Ve yine insan, ancak yeteri kadar cesur ya da sebatlı yahut aptal ise veya en iyisi hepsine birlikte sahipse bizzat kendisi ardında bir işaret bırakır!"
Hayatında onu mutlu eden ve umutlandıran her şeyi kaybeden Franz, böyle bir hayatta nasıl bir duruş sergilemesi gerektiğine karar veriyor.
"Belki de insan ardında bizzat bir işaret bırakır, demişti profesör; karanlığın içinde minik bir ışık, insan daha fazlasını bekleyemezmiş. Ama daha azını da beklememeli, diye düşündü Franz. Ve az kalsın sesli bir kahkaha atıyordu."
Bu bizim Franz'ı son görüşümüz. Sonra bir görgü tanığı, mağazadan alışveriş yaparken olayları anlatıyor. Metropol Otel'in önündeki 3 bayraktan birinin gece 3-4 arasında indirildiğini, yerine tek bacağı kısa bir pantolonun çekildiğini, bu pantolonun rüzgarda şişerek bir yolu gösteren bir işaret parmağına dönüştüğünü okuyoruz. Bir gece, yine rüyalarını kaydederken adamlar gelip Franz'ı da alıyor. Franz, gitmeden önce, yarısını yazabildiği rüyasını son bir hamleyle cama yapıştırmayı başarabiliyor.
Aradan yıllar geçtiğinde, 1945 yılında, Anezka tütüncü dükkanının önünden geçerken, Franz'ın yakalandığı gün yazmakta olduğu ve cama astığı rüyasını okuyor:
"7 haziran 1938
Göl daha iyi zamanları da gördü,
Sardunyalar gece karanlığında ışıldıyordu,
Ama sonuçta bu bir ateş,
Ve zaten hep dans edilecektir,
ışık hi"
Doğa
Doğa iki şekilde kullanılmış. İlk olarak, sabit bir manzara, aslında bir gösterge olarak tasvir ediliyor. Başlarda Franz gölü sisli, alışıldık, durağan olarak tasvir ederken, başka bir deyişle bir gösterge olarak doğanın mutlak ve değişmez olduğuna inanırken; şeylerin değişebildiğini ve çarptırılabildiğini görmeye başladığında, doğayı da sorgular oluyor. Annesinden kendisine gölü anlatmasını istiyor. O güne kadar annesinin kendisine gönderdiği kartpostallardaki göl resimlerinin, gölü anlamak için yeterli olmadığını fark ediyor. Görüntülerin, durumların insanlar tarafından çarpıtılmış halleri olabileceğine dair bir uyanış yaşadığı için, her şeye başka bir gözden bakmayı öğreniyor. Faşizmin kol gezdiği bir coğrafyada olgunlaştığından dolayı, göstergeye şüpheyle yaklaşmayı öğreniyor aslında. Göstereni sorgulayıp gösterileni kendisinin keşfetmesi gerektiği bilincini kazanıyor. Franz'ın bu değişimini, olgunlaşmasını, uyanışını doğa algısı üzerinden takip edebiliyoruz.
Doğanın ikinci bir işlevi, insanın başına gelecek felaketlerin işaretçisi olması. Mesela kasabalarında bir fırtına çıktığında, Franz'ın yaşamı da köklü bir değişikliğe uğruyor. Felaketi işaret eden veba kuşları görünmeye başladığında, ülkedeki politik atmosfer çığırından çıkıyor, vs. Yazar, doğa olayları aracılığıyla metin içinde gidişatın kötülüğüne dair (spoiler'lar veriyor diyemeyeceğim, çünkü İkinci Dünya Savaşı'nda Avusturya'da gidişatın kötülüğünü zaten biliyoruz) okura minik minik göz kırpıyor aslında.
Bildungsroman
Kitabı çok çok özünde bir bildungsroman gibi okumak mümkün. Franz'ın değişimini ve dönüşümünü, ülkenin dönüşümünün üzerine bindirerek iki koldan gelişen bir tür bildungsroman kurgulanmış. Avrupa'daki faşizm gelişirken, bir bireyin konuyla ilgili uyanışı adım adım işlenmiş aslında. Uyanışı gerçekleştiren özne olarak, Freud'un da dediği gibi yeni tomurcuklanmaya başlamış ışık saçan bir genç seçilmiş. Gençlik umudu temsil eder. Fikirleri henüz sabit hale gelmemiştir, onlar için hala umut vardır. Faşizm çılgınlığına Nazi görünümüne bürünmek ve birbirlerine çok yaşa Hitler selamı vermek şeklinde katılan kitlelerin arasından ne yaparak sıyrılabilineceğini, bu vicdani yükün altına nasıl olup da girilmeyeceğini, bunun doğal negatif sonuçlarını, ancak vicdani hafifliğini Franz isimli genç üzerinden anlatmış. Franz'ın Otto tarafından yetiştirildiğine de değinmek gerekiyor burada. Otto, milliyetçi hisleriyle Birinci Dünya Savaşı'na katılıp orada bir bacağını kaybetmiş, geçen sürede varoluşsal sorgulamalar yapıp savaşın anlamsızlığını kavramış, bu nedenle Yahudi karşıtlığına katılmak için hiçbir sebep göremeyen, sağduyulu bir karakter. Franz'ın şansı, karakterinin oluşmaya başladığı dönemi, bu sağduyulu adamın yanında geçirmesi, zulme maruz kalan bir Yahudi olan Freud ile dostluk edebilmesi.
Franz'ın olgunlaşma sürecini, yukarıda da dediğim gibi doğa algısı üzerinden takip edebiliyoruz. Bir başka olgunluk ölçütü de annesiyle aralarındaki yazışmalar. Başlarda bir kartpostal üzerine basmakalıp cümleler yazarak annesine gönderiyor. Annesi de ona aynı şekilde yanıtlar veriyor. Sonraları Freud'la tanışıp Anezka'ya aşık olduğunda annesine daha karmaşık hislerinden bahseder oluyor. Annesi de ilk kez o zaman ona daha karmaşık, daha gerçekçi mektuplarla karşılık veriyor. Otto dükkandan alınıp götürüldüğünde, annesine o güne kadarki en uzun mektubunu yazıyor. Bu mektupta doğa algısının değiştiğinden, dönüş ile ilgili fikirlerinin netleştiğinden bahsediyor. Dönüş de yine bir olgunlaşma ölçütü olarak karşımıza çıkıyor. Anezka'nın dansçı olduğunu öğrendiği gün dönmeye girişse de, kendisini Otto ve Freud'a karşı sorumlu hissettiği için kalmaya karar veriyor. Otto'nun götürülmesiyle birlikte, tütüncü dükkanının tek sorumlusu kendisi olduğu için dönüş fikrini tamamen terk ediyor. Artık Franz için başlangıç noktasına, edilgin olduğu pozisyona, annesinin yanına dönmesi mümkün değil. Bu, Franz'ın edilginlik fikrini artık tamamen terk ettiği, etkin olmaya hazır olduğunun sinyalini verdiği kısım. Bu noktada rüyalarını yazıp cama asmaya başlıyor. Bir bakıma, son derece baskıcı bir sansür ortamında, içinden geçenleri yani gerçek fikirlerini açıkça sergileme cesaretini ilk kez bu eylemiyle gösteriyor.
Freud ve psikanaliz
Yazar, Avusturya'lı ünlü bir Yahudi figür olarak Freud'u seçmiş. Epey karikatürize bir tasvir sunmuş. Hastalarına karşı umursamaz, yaptığı işi çok da ciddiye almayan, söyleyecek çok da bir şeyi olmayan bir kişi olarak tasvir etmiş. Ülkedeki mevcut atmosfer ile ilgili olarak sağduyulu bir insanın neler hissedebileceğini, bir bakıma Freud'un psikanaliz ile ilgili fikirleri şeklinde okura sunuyor. Freud şişman bir hastasına şöyle tavsiye veriyor örneğin: "Haz ve utanç birbiriyle kardeş duygulardır. Biri diğerine baskın gelirse onu susturun. Sorununuzun çözülmesi için pasta yemeyi bırakın!" Faşizm çılgınlığına katılanların duyduğu hazzın, on yıllar sonra tarih için büyük bir utanç olarak kalacağına işaret ediyor. Freud, yaptığı psikanaliz seanslarını konuşup durmak olarak tanımlıyor. Yürüdüğümüz karanlık yolda, sağımızı solumuzu yokluyoruz, anlam arıyoruz, diyor. Buradaki anlam arayışı biraz varoluşcuları hatırlatsa da, psikanaliz ve varoluşçuluğun durduğu yerler birbirinden farklı. Psikanaliz, sorunların temelini geçmişte ararken, varoluşçuluk bugünkü durum ile ilgileniyor. Yazar, bu karanlığı geçmiş ile ilişkilendiyor. Daha doğrusu, geçmiş bugün ve geleceğin birbiriyle olan bağlantısını yok saymıyor. Dün Otto'nun milliyetçi görüşleri sarsılmasaydı, Franz bugün ondan sağduyulu olmayı öğrenemeyebilirdi ve kitabın finalinde gerçekleştirdiği eylemle, insanlara ileriyi, ileride başka bir çıkış yolu olduğunu işaret edemeyebilirdi. İnsanların anlam arayışının olumlu sonuçlanacağına inanıyor yazar. Kitabını, biraz cesaret ve sağduyuyla iyi şeylerin olacağına dair umut olduğuna işaret ederek sonlandırıyor.
Son yıllarda Jaguar'dan çıkan, öylece okuyup elimden bırakamadığım, tekrar tekrar dönüp bakma gereği duyduğum, burada ne anlatmaya çalışmış acaba diye kafa patlattığım, yorum yazmaya giriştiğimde kafamın daha da çok karıştığı üçüncü ince kitap oldu. Dönüp baştan kurcalayacak ve inceleme yazısı yazacak cesaretim yok ama meraklısı varsa o kitapların ismini de bırakayım: Cam Arılar ve Jakob von Gunten. Diğerlerine kıyasla Tütüncü Çırağı daha bütünlüklü, anlaşılır bir metin bence, ama yine de okuyayım geçeyim diyemiyor, dönüp tekrar bakıyorsunuz.
1 yorum:
Çok güzel bir kitaptı bende çok sevmiştim. Elinize Sağlık.
Yorum Gönder