Sevgi Soysal'ın 1973'te yayınlanan gerçekçi romanı. Yolu Piknik'e düşen, yıkılmak üzere olan kavak ağacının çevresinde bulunan çoklu karakterleri tasvir ederek ilerliyor. Zengininden fakirine, cimrisinden çalışkanına, kültürlüsünden görgüsüzüne kadar çok çeşitli tipleri anlatıyor. Bir bakıma vatandaşın gerçekçi bir portresini çiziyor.
Toplumun çeşitli kesimlerine dokunarak karakterlerini olabildiğince detaylı tasvir ediyor. Bilgi Yayınevi'nden çıkan baskısında, her karakter ile ilgili kısmın bir başlığı var, her karakter bir bölüm şeklinde ayrılmış. Bölümlerin giriş-gelişme-sonuç tarzı benzer ilerliyor. Karakteri dışarıdan tanımlama, öyle olmasına sebep olan şeyleri açıklayarak karaktere yakın hissetmemizi sağlama, en sonunda da karakterin, yazarın başından beri bildiği tuhaf yönünü vurgulama şeklinde ilerliyor. Örneğin, Hatice hanımın saygısız ve dikkatsiz insanlara olan tepkisini başta haklı buluyor gibi olsanız da, son paragrafta, girdiği mağazadan çay kaşığı çaldığını öğreniveriyoruz. O ana kadar bize ahlak öğreten Hatice Hanım, bir anda suçluya dönüşüyor. Yazarın baştaki nesnel tavrının aslında başından beri ironik olduğunu son paragrafta fark ediyorsunuz. Bir yandan gerçekçi karakterler çizerken, bir yandan da onları eleştiriyor aslında. Örneğin, Necip Bey'in başından beri abisi yüzünden mağdur olduğuna, bugün servetlerinin erimesinin sorumlusunun abisi olduğuna kesin olarak ikna olmuşken son paragrafta yazar eleştirisini yapıveriyor: "Bu arada, kendisiyle kızkardeşlerinin hep mirastan artakalanlarla geçindiklerini unutuyor, bütün sıkıntılarına o altınları da ağabeysine kaptırmış olmasının yol açtığını sanıyordu. O değilse, kim suçluydu peki? Ağabeysine her zamankinden daha çok kızarak bankadan içer girdi."
Sunduğu çeşitli tiplemeler nedeniyle sosyolojik çalışmalara, edebiyat sosyolojisi okumalarına sık sık konu olan bir roman. Vurguladığı başlıca mesele sınıf farkı elbette. Özünde fakirleri ve zenginleri anlatıyor. Zenginleri bolca karikatürize ediyor, fakirleri de olabildiğince çıplaklığıyla tasvir etmeye çalışıyor. Burjuva geleneğini, ahlakını sürdürmeye çalışan karakterleriyle bolca dalga geçiyor, fakir karakterlerinin ise daha çok garibanlığını gözler önüne seriyor. Her iki sınıftanda farklı farklı tiplemeler önermiş. Fakir olup sınıf atlamaya çalışan, süslü giyinen Ahmet; bir zamanlar fakir olmuş, sonra ticari zekası sayesinde sınıf atlamış Güngör; dünyalar kadar mirasa konmuş, kulüpte golf oynayıp viski içen, artık babadan kalan mirası sıfırlayıp fakirliğe geçmek üzere olan Necip Bey; kendisi zengin sınıfına mensup olmamasına rağmen okumuşluğu sayesinde burjuva ahlakını/normalini benimsemiş, ama aslında ahlak anlayışının sadece göstermelik olduğu, özünde o kadar da ahlaklı olmayan Hatice öğretmen, vs. Tüm bu alternatifler, aslında romanın 3 ana karakterinin derdini anlamamıza yardımcı oluyor.
Ana karakterlerimizden en baskın olanı, tasvir edilen diğer neredeyse tüm karakterlerin tanıyıp sevdiği Ali, gariban bir aileden geliyor. Kendisi okuyor, okuduğunu anlıyor, tartışıyor, düşünüyor, söz üretiyor. Sınıf bilincine sahip, mücadelede aktif rol oynayan bir karakter. Bir başka ana karakterimiz Doğan, Profesör Salih Bey ve vekil kızı, Cumhuriyet kadını Mevhibe Hanım'ın oğlu. Tam bir burjuva olarak yetiştiriliyor. Sofradaki yemekler Doğan'a yetmediği zaman, evin hizmetçisinin tabağındaki köfteler alınıp Doğan'a veriliyor. Okul hayatında şımartılıyor, Hukuk okumak için Fransa'ya gönderiliyor. Cafelerdeki ortamlarda tartışılan fikirlerle kafası iyice karışan Doğan, yarım yamalak öğrendiklerinden yeni bir benlik inşa etme girişimiyle Hukuk eğitimini bırakıp sinemaya yöneliyor. Zaten ayrıcalıklı koşullarda büyütülmüş olan Doğan, ülkesine döndüğünde tamamen tepeden bakan bir tipe dönüşüyor. Evindeki sevgisizlikten, kuralların değişmezliğinden boğulduğu için sürekli kendine bir özgürlük alanı arayan, sağa sola saldıran, ilgisini çeken şeyleri tüketene kadar sömüren Doğan, ülkeye döner dönmez ilk iş bir sinema filmi çekmek için gecekondu mahallesine gidiyor. Tasarladığı şeyi, kendisini sıkboğaz eden gecekondu çocukları yüzünden çekemeyip, saçma sapan bir iş çıkarabiliyor ortaya. Filminin galasında toplanan bir grup sözüm ona entelektüel, Doğan'ın bu olmamış filmini "Türk sinemasını aşmak" gibi yorumlayınca, izleyiciler arasından yalnızca Ali'nin sesi çıkıyor. Doğan'a filminin berbat olduğunu söyleyip, filmi övdükleri için salondakileri haşlıyor. Bir yandan kendisini utandırmış olsa da, Doğan Ali'nin doğruculuğundan hoşlanıp onunla arkadaş oluyor. Ali'nin fikirlerinden etkileniyor. Onunla uzun uzun tartışıyor. Doğan, kitaplardan öğrendiği sözleri papağan gibi tekrarlayan, Ali ise söz üreten bir karakter. Ali, aslında Doğan'ı her zaman düşünmeye teşvik ediyor. Doğan için Ali, yeni bir özgürlük alanı. Bazen Ali, Doğan'ı ilesiyle beraber yaşadığı küçük evlerine davet ediyor, çay ikram ediyorlar. Orada birbirlerine karşı sevgi dolu olduklarını gören Doğan için, bu yeni bir şey. Dolayısıyla yeni arkadaşına iyice bağlanıyor. Üçüncü ana karakterimiz Olcay ise, Doğan'ın kızkardeşi. Evdeki sevgisizliği, soğukluğu beraber tadıyorlar. Birbirlerine karşı da soğuklar. Olcay Doğan'dan, onu da arkadaşıyla buluşmalarına götümesini istiyor ve Ali ile tanışıyorlar. Doğan gibi, o da Ali'nin farklılığından, fikirlerinden etkileniyor. Zamanla aralarında aşk filizleniyor. Sınıf ile ilgili olarak Ali, Olcay'a sürekli eğitim veriyor. Olcay, bu fikirleri benimsese de, gerçek yaşamına uyarlamakta güçlük çektiği için zamanla ilişkileri çatırdıyor.
Bu üçlünün arasındaki ilişkide, karakterlerin sınıf ile olan ilişkisi, diğer karakterlere göre tersine çevrilmiş. Bütün diğer fakir karakterler için sınıf, atlanması gereken bir şeyken, Ali'nin sınıf atlamak gibi bir çabası yok. Aksine, Doğan ve Olay karakterlerinde tersine bir sınıf değiştirme çabası gözlemliyoruz. Ellerindeki imkanları bırakabilmekle sınanıyorlar. Kitaptaki tüm zenginler gelenek, ahlakçılık gibi şeyleri delice savunurken, Doğan ve Olcay değişime aç. Alternatifler arıyorlar. Fikirleri tartışıyorlar, sonunda başarılı olamasalar da kendilerine mantıklı gelen fikirleri benimseyip pratiğe dökmeye çalışıyorlar. Yazar, diğer karakterleri aslında bir bakıma sınıf ile ilişkileri bakımından oluşturup tasvir ediyor. Tam olarak karakterleri değil de, sınıf karşısındaki pozisyonları gözler önüne seriyor. 3 ana karakterde ise tasvirlerini daha derinleştiriyor. Zengin karakterlerine karşı takındığı ironik üslubunu bir kenara bırakıp Doğan ve Olcay'ı samimiyetle tasvir ediyor. Sınıf ile ilişkileri bakımından alternatif karakterler üretiyor. Bir çözüm öneriyor aslında. Nasıl olur sorusunu yanıtlıyor. Sonunda ise Olcay ve Ali beraberliğini bitirerek biraz karamsar bir final yapıyor.
Burada Ali karakteriyle ilgili bende oturmayan bir şeylerden bahsetmek istiyorum. Neden Olcay bu mücadelede kuaföründen, tiyatrosundan vazgeçmek gibi sınavlardan geçerken, Ali hiçbir sınav vermiyor? Ali, Mevhibe Hanım'ın yanında pijamayla oturmamak, yemek yerken ağzını şapırdatmamak gibi basit sınavlara bile neden hiç girme zahmetinde bulunmuyor? Madem, Ali'nin dediği gibi, bu işte olabilecek şeylere odaklanmak, şartları zorlamamak lazım, o zaman Ali neden Olcay için hiçbir sınavdan geçmiyor? Ali'nin kestirip attığı, bütün değişim sorumluluğunun Olcay'ın omuzların yıkıldığı bir ilişkide Olcay'ın kaçması "karamsar final" olarak yorumlanmamalı belki de. Doğan'ı "kitap gibi" olmakla suçlarken aslında kendisi tam bir kitap karakter olarak duruyor. İlke de ilke, kuram da kuram. Sevdiği kıza sen benim aynı zamanda da "bacımsın" falan diyecek kadar bir ilke manyaklığı sergiliyor. Çok da sağlıklı bir karakter değil. Hatta Ali, tam bir karakter bile değil. Ali bir makaleler bütünü. Anahtar kelimeyi girdiğinizde ilgili makaleleri sıralayan bir tür arama motoru. Ali'yi dinlemek kuram okumak gibi biraz. Muhtemelen, yazar, sınıf mücadelesi ile ilgili fikirlerini aktarmak için bir karakter oluşturmayı formüle etmiş. Şöyle isyanlara engel olamıyorum: Fikir-karakter neden erkek? Bu erkek, neden Olcay'ın hayatına hiç adapte olmaya çalışmayıp sürekli olarak Olcay'ı kendi için değişmeye teşvik ediyor? Bu erkek, neden sürekli Olcay'a bir şeyler anlatan "öğretici" kılığında? Olcay çok insani şekilde, habire kendisini dönüştürmeye çalışan ama kendisinden hiç ödün vermeyen erkekten yılıp yoluna bakmaya karar verdiğinde, bu neden "karamsar bir final" oluyor? Bunlar 2020'lerin soruları, 1970'lerin değil, biliyorum. Yine de Ali karakteri benim için mantığı temsil ettiği kadar toksik maskülenliği de temsil ediyor. Bu nedenle kitabın sözde en aydın, en bilinçli karakteriyle empati kurduğumu söyleyemeyeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder