Netflix etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Netflix etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2023 Salı

Dizi: Yetişkinlerin Yalan Hayatı (2023)

Elena Ferrante'nin aynı isimli romanından uyarlanan 6 bölümlük kısa Netflix dizisi. Ergenlik dönemindeki Giovanna'nın büyüme hikayesini anlatıyor. Aile ilişkilerini deştikçe, ailesinin kaçtıkları ilişkileriyle yüzleşmelerini sağlıyor. Daha sonra aile içinde başka yüzleşmeler ve bunların sebep olduğu çözülmeler yaşanıyor. Giovanna toyluğundan sıyrılıp büyümeye doğru adım atarken, ailesi de onunla birlikte gelişiyor, daha gerçek bir hal alıyor. 

Yakışıklı baba, güzel anne, paspal bir ergen kız, lüks sayılabilecek modern bir şehir evi, hoş aile dostları, akşam birlikte yenen yemekler, babanın biraz mükemmeliyetçi ve dayatmacı denebilecek hal ve tavırları. Diziyle ilgili tuhaf hissettiren şeylerin ilki burada başlıyor. Böyle bir açılıştan, dağılmış çocuk-disiplinli ve hırslı aile çatışmalarını izleyeceğimizi düşünüyoruz. Ama Giovanna banliyö benzeri bir yerde yaşayan, daha önce hiç tanışmadığı halasını görmek istediğinde ailesinden çok bir tepki almıyor, hatta babası onu halanın evine kadar bırakıp kapıda bekliyor. Çok da Amerikan tipi, mükemmel rezidans hayatı süren bir aile olmadığını, daha sıcakkanlı bir İtalyan aile olduğunu daha ilk başlarından hissettirip kendine çekiyor dizi. Giovanna halasıyla tanışıyor, gerçekten de söylendiği gibi babasından çok farklı bir kadın. Babasının sessizliklerinin, söylemediklerinin aksine halası aklına gelen her şeyi söyleyen, tüm hislerini dışarıda yaşayan kıpır kıpır bir kadın. Ebeveynlerinin mesafesinden, sessizliklerinden sonra bu Giovanna'ya çok cazip geliyor ve halasına kapılmaya, onu taklit etmeye başlıyor. 

Halası bir buluşmalarında Giovanni'yi ölen sevgilisinin (Enzo) mezarına götürüyor ve ona aşklarını anlatıyor. Aralarındaki (halaya göre) gerçek, doğru, yoğun hisleri büyük bir coşkuyla anlatıyor. Bu arada Giovanna'ya babasının "gerçek yüzünü" ufak ufak göstermeye çalışıyor. Yıllar önce ailesini kaybettiklerinde, baba Vittoria'nın elinden yaşadıkları evi almak, satmak ister. Buna karşı çıkan Enzo, evi Vittoria için satın alır ve hayatını kurtarır. Baba, Enzo'nun eşinin kapısını çalarak Enzo'nun yasak ilişkisini ispiyonlar ve kavga etmelerine neden olur. Birkaç ay sonra öldüğünde, Vittoria Enzo'nun ailesine ve çocuklarına kol kanat gerer ve aralarında hiçbir aile tanımına uymayan bir ilişki başlar. Bu anıyla birlikte babasının hırslı bir canavar olduğunu öğrenen Giovanna içten içe sarsılıyor. Halanın sıra dışı ailesi ise Giovanna'yı tamamen şaşırtıp büyülüyor. Güzel ve başarılı olan ailesiyle kendisinin zaten farklı olduğunu düşünen Giovanna, halasının güçlü karakterine iyice kendini kaptırıyor. Giovanna, halasının yaşadığı yerdeki alışılmadık komşularla kaynaşıyor, Vittoria'nın ailesiyle (Enzo'nun karısı ve 3 çocuğu) tanışıyor. Bambaşka ilişkiler kurdukça ailesinin kendisine sunduğu şeylerden soğumaya başlıyor. 

Ailesinin dostlarıyla birlikte yemek yediği bir akşam, Giovanna annesinin arkadaşı ile fiziksel yakınlaşmasına şahit olunca, babasını aldattığından şüpheleniyor ve annesini takip etmeye başlıyor. Bu takibi fark eden baba, anneye açılıyor, ancak yüzleşmek istemediğini, bunun kendi yararına olduğunu söylüyor. Giovanna bir şeyleri eşeledikçe ailenin tercih edilmiş sessizlik alanları olduğunu görüyor izleyici. Daha sonra anlıyoruz ki aldatan aslında anne değil, baba. Bu noktadan sonra bazı çözülmeler başlıyor. Hala sahneden çekiliyor, ailenin içindeki dağılmayı izliyoruz. Anne, aldatmak isteyip ileri gidemeyen kişi; baba aldatmak isteyip aldatan kişi. Baba, karısını elegant, zengin, şık arkadaşıyla aldatıyor. Doğduğu yerle zıt bir yaşam kurma idealleriyle tamamen örtüşen bir kadın. Anne, bunalmış durumda, bir şeyler yaşamak istiyor ama cesaretini toplayamadığı için tam olarak aldatmış sayılmıyor, ama o da masum değil. 

Vittoria sonraki karşılaşmalarında kızları alıp kiliseye, kilisedeki yardım satışlarına götürüyor. Onlarda manevi duyguların oluşmasını istiyor, bunun için rahiple tanıştırıyor, kendi inancından bahsediyor. Din Giovanni için yeni, kabul edilemez bir şey. Ateist olduğu anlaşılan bir ailede yetişen ateist bir kız. Halasının bu yönü onu muhtemelen biraz şüpheye düşürüyor. Vittoria'nın tutkuyla savunduğu, sevdiği şeylerin mutlaka önemli olmayabileceğini keşfediyor. O ortamda, Giuliana'nın büyük bir övgüyle bahsettiği sevgilisi ideolog Roberto'yla tanışıyor. Karşılıklı yürüttükleri bir tartışmada argümanlarıyla Roberto'nun ilgisini çekiyor. O ana kadar kusursuz anlatılan Roberto ve Giuliana-Roberto aşkı, Giovanna'nın radarına takılıyor ve bu kez onları irdelemeye başlıyor. 

Giuliana ile birlikte Roberto'yu görmeye Milano'ya gittiklerinde, anlatılan o masalsı aşkın gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmadığını fark ediyor. Roberto bir üniversitede ders veriyor. Giuliana sevgilisinin akademik çevresine ayak uyduramıyor ve Roberto'dan aslında saygı görmüyor. Kaybetmekten çok korktuğu için paranoyakça şeyler yapıyor. Roberto ise bu aşk konusunda Giuliana kadar tutkulu değil. Tekrar Roberto'nun evine gelip yalnız kaldıklarında Giovanna'yla yatmak istiyor. Böylece bu ikilinin de hayatının yalan olduğunu anlamış oluyor. 

Giovanna'nın yetişkinlere duyduğu güvene son darbe de Vittoria'dan geliyor. Coşkuyla savunduğu yaşam tarzıyla geçinmesinin mümkün olmadığını kabullenip hizmetçilik yapmak üzere ağabeyinin ayarladığı bir kadının evine taşınmaya karar veriyor. Kolilerini taşırken gelen Giovanni'ye, cinsel hayatta temkinli olmasını, kendisi gibi olmamasını öğütlüyor. Daha önce sadece Enzo'yla 11 kere yattığını, ondan sonra kimse olmadığını söylediği için, Giovanna bu öğüte şaşırıyor. Vittoria daha önce söylediğinin yalan olduğunu, ihtiyaçlarını gidermek için erkeklerle yattığını söylüyor. Ailesinin yalan hayatı kadar, halanın hayatının da yalan olduğunu fark eden Giovanna'nın gözü tamamen açılıyor. Bir süredir peşinde dolaşan mahalle serserisi Rosa ile şipşak bir seans sonrası kaybettiği bekareti de bu uyanışı simgeliyor.

Baskın karakterler, güzel, tutkulu kadınlar, şahane manzaralar, dönem kıyafetleri, ev ortamları. Büyük bir seyir zevkiyle izledim diyebilirim. Ayrıca dizinin müzikleri de birbirinden şahane. Almamegretta - Nun te scurdà ve Enzo Avitabile - Napoli di sotto favorilerim. Dizinin tuhaf, yabancı hissettiren atmosferini kuvvetlendiren parçalar.

20 Aralık 2022 Salı

Webtoon'dan Animeye: Lookism

Devam eden bir webtoon serisinin uyarlaması. Webtoon, 1985 doğumlu Koreli manhwa sanatçısı Taejun Pak tarafından yaratılıyor. Studio Mir tarafından animeye uyarlanarak Aralık 2022'de Netflix'te yayınlanmaya başlıyor. İlk sezonda toplam 8 bölüm yayınlanıyor, bölümler en fazla 30 dakikalık bir süreye sahip. Başladığınız gibi biten, tatlı bir seri. Bölümleri buradan, webtoon sayılarını da buradan inceleyebilirsiniz.

Fiziksel görünüşü nedeniyle lisede zorbalığa maruz kalan 16 yaşındaki Park Hyeong‑seok, annesinden naklini başka bir liseye aldırmasını istiyor. Tek başına oğlunu büyüten ve maddi durumu epey kötü olan annesi, başta bu isteği anlayamadığı için reddetse de, okula gelip Hyeong‑seok'un uğradığı zorbalığa bizzat tanık olduktan sonra şartlarını zorluyor ve oğlunu başka bir şehre, tek başına yaşamak ve okumak üzere gönderiyor. Karakterimizin dönüşümü bu noktada başlıyor. Annesinin karşılığı olmayan bu insanüstü çabası karşısında eğilip bükülen Hyeong‑seok, kendi içinde bir karar alarak kendini bir daha ezdirmeyeceğini, savaşacağını söylüyor. Ancak işler planladığı gibi gitmiyor. Şehre ayak basar basmaz başına bela alıyor, bu kez sosyal medyada yayılarak daha geniş bir kitleye rezil oluyor. Kendini eve kapatıp ağlamaktan yorgun düşüyor, uyuyakalıyor. Uyandığında kendisini atletik, yakışıklı, uzun ve sağlıklı başka bir bedenin içinde buluyor. Uyuduğunda geri, kendi bedenine dönüyor. Birkaç kez denedikten sonra bedenlerin sırrını çözüp hayatını iki bedenli şekilde sürdürmeye karar veriyor. Sağlıklı, dinç ve yakışıklı olan bedeniyle liseye giderken, kendi bedeniyle gece mesaisinde iş bulup iki bedenin masraflarını karşılayabilmek için para kazanmaya başlıyor. Aynı kişi olmasına rağmen insanların bu iki bedene nasıl farklı yaklaştığını izleyip perişan oluyoruz biz de tabi. Sağlıklı beden, bir yandan zorbalara karşı kendini savunup okulda gittikçe popülerleşirken diğer yandan lisedeki ezilenlerle dostluk kuruyor. Bir dakika, n'oluyor ya, hem yakışıklı hem kaslı hem popüler olmak ve aynı zamanda da ezilenlerle dostluk kurmak mümkün müymüş şeklinde uyanış yaşayan liseliler de böylece rehabilite oluyorlar. 

Çizimler müthiş sevimli. Karakterin kilolu hali hem mangada hem animede neredeyse aynı, ancak yakışıklı hali birbirinden çok farklı nedense. Manga haline sadık kalsalarmış keşke, o daha cool. 

Liselilerle dövüşürken sürekli bıdır bıdır durum değerlendirmesi yapan iç ses sayesinde karakterimiz neydi, ne oldu, ne yaşadı da değişti gibi sorularımızın yanıtlarını bir bir bulabiliyoruz.

Algıları, popüler çocuğun da iyi huylu olabileceği yönünde bükerken çirkin çocuk hakkında çok da bir şey söylemiyor. Çirkin çocuk kendisini "yanlış" hissetmeye devam ediyor, mekik çekip güçlenmeye çabalıyor, vs. Çoğu iyi şey yine yakışıklı olanın başına geliyor. Final sahnesinde yakışıklı olan çocuk prodüktörler tarafından fark edilirken şişman çocuk yine saf dışı bırakılıyor, vs. Bu noktada değişim yavaş yavaş mı gerçekleşecek acaba diye merak etmiyor değilim. Zaten dizi ucu açık bir şekilde bitiyor. Belki devam sezonu gelir. Bu kez belki şişman çocuğun kişisel gelişimini izleyebiliriz. Kim bilir? Zaman gösterecek.

28 Şubat 2022 Pazartesi

Film: J'ai perdu mon corps (2019)

Jérémy Clapin'in yönettiği, Guillaume Laurant'ın Happy Hand romanından uyarlanan animasyon filmi. Senaryoyu da ikisi birlikte yazmışlar. 

Film, Naoufel'in malum kazayı yaşadığı an ile başlıyor ve iki farklı zamana flashback yaparak ve günümüze dönerek 3 farklı zamanda ilerliyor. Bir yandan Naoufel'in çocukluk halini izliyoruz, yani geçmişini. Diğer yandan Naoufel'in kazadan kısa bir süre öncesini izliyoruz, yani kazaya giden süreci. Öte yandan ise el'in şimdiki halini izliyoruz. Sadece bu anlatım biçimiyle bile içimi paramparça eden, hüzünlü bir zorunlu göçmen hikayesi.

Naoufel'in bedeninden kopup sokaklara düşen elini izlemeye başlamışken şöyle diyoruz: Of, sokaktaki tehlikelerle iyice kirlenecek, tamamen drama batacak, bir daha da iflah olmayacak bir hikaye geliyor. El'in düştüğü durum içler acısı, evet, ama doğruyu söylemek gerekirse insan empati yapamıyor. Düşmekten en çok korktuğumuz o "hal", kişiyi bir kez buldu mu o kişi için elimizden bir şey gelmeyeceğini düşünüyoruz. Belki o hale yaklaşmamak/düşmemek için kişiyle aramıza set çekiyoruz, onu yabancılaştırıp konfor alanımıza geri dönüyoruz, vs. Film iki koldan ilerlettiği flashback'lerle izleyicinin konfor alanına hızlıca dönmesini engelliyor. Sokaktaki pisliklere bulaşan elin, bir zamanlar bir çocuğa, hatta bir bebeğe ait olduğunu gördüğüm sahne benim en çok içimi parçalayan kısımdı. Kültürlü bir anne babanın sevgiyle büyüyen çocuğu Naoufel, elim bir kaza nedeniyle anne babasını kaybettiğinde kaderinin gidişatı birden değişiyor. Fas'tan Fransa'ya, oradaki muhtemelen akrabalarının yanına göçmek zorunda kalıyor. Etrafındaki sevgi bulutunu, anne babasının kendi ülkelerinde ait olduğu üst sınıf ayrıcalıklarını bir anda kaybedip Fransa'da ikinci sınıf vatandaş gibi görülen bir göçmen ve yalnız bir genç olarak büyüyor. Sefil haliyle bağ kurmak ürkütücü gelse de, hepimiz sevgiyle büyüyen bir çocukla bağ kurabiliyoruz. Kendi çocuğunun yarınının belirsizliği çok tekinsiz, dolayısıyla ürperten bir fikir. Yönetmen, adeta bizi koltuğumuzdan söküp çıkararak zorla empatiye yönlendiriyor. Naoufel'e bu noktadan sonra herhangi bir göçmenmiş gibi bakamaz oluyoruz. 

Sonra Naoufel'in kazadan kısa süre önceki yaşantısına tanık oluyoruz. Kaybolmak üzere, yapayalnız bir gençken kalbinin ilk kez aşkla kıpır kıpır olduğunu, kendisini bulmaya başladığını görüp onun için mutlu oluyoruz. Bu kısımlar hüzünlü olduğu kadar sevimli. Evrensel hisleri yaşayan bir genç Naoufel. Dolayısıyla onunla kurduğumuz bağ iyiden iyiye güçleniyor. Kaderini neredeyse unutuyoruz. Onunla aramıza çektiğimiz set aklımızdan silinip gidiyor. Bir an için sınırlar kalkıyor. Hepimiz insanız, seviyoruz, seviliyoruz, vs. Derken hikaye ilk sahnede tanık olduğumuz karanlığa doğru ilerlemeye başlıyor. Yönetmen bizi zorla alıkoyduğu empati hücresinin kapısını açıyor bir bakıma. İsteyen çıksın, şimdi artık seçim size kalmış diyor. Naoufel önce aşkına karşılık alamıyor. Renkler onun için yine griye dönmeye başlıyor. Derken malum kaza gerçekleşiyor. Zaten kopuk bir genç olarak geldiği bugünlere artık tamamen umutsuz bir genç olarak devam ediyor. Bağ kurabildiği herkesle ve her şeyle iletişimi kesiyor. Bir sıçrama tahtasına basarak intihar girişiminde bulunuyor. Başarılı olursa vincin bir katına tutunup tekrar yaşamı iliklerinde hissedeceği, kaderini değiştireceği, başarılı olamazsa yitip gideceği bir girişim bu aslında. Tek şansı. Tahminlerinden ve ipuçlarından başarılı olduğunu, onun için umudun devam ettiğini anlıyoruz. Kaderinin akışını değiştirebiliyor. Karakterin sonrasını görmüyoruz. El'in sahibiyle buluşup buluşmadığını, Gabrielle ile aralarında bir şey olup olmadığını, vs. bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, Naoufel'in yine bir şekilde tutunmayı başarmış olması. Umut veren, ama bir o kadar da belirsiz bir sonu var. Belki o şey umut değil bile. Bir vincin bilmem kaçıncı katına asılıp kalmış bir gençten bahsediyoruz. Belki sabah olup da fark edilene kadar karda donup ölecek. Sadece kaderini değiştirme gücünü eline aldığını görüp cesaretinden ilham almamız bakımından olumlu diyebiliriz sanırım final sahnesine. "Böyle olmak zorunda değil, bir şeyleri değiştirebiliriz."

Fransa özelinde göçmenliği dert edinen bir hikaye. Göçmenler illa ki fakirlikten ve imkansızlıklardan gelmiş olmak zorunda değil, onlar da hayatlarına başladıklarında sizin gibiydi diye sesini epey yükselterek veriyor mesajını. Dünya genelinde ise mülteci sorununu düşündürüyor elbette. Hayallerinden, içinde yetiştikleri sevgi ortamından, birikimlerinden, sosyal statülerinden bir anda kopmak zorunda kalan; gittikleri yerlerde perişan olup dışlanan, yabancılaşan koca bir kitle. Yönetmenin kurdurmayı başardığı empati hissini iliklerinizde hissederken olan biteni tekrar düşünmek zorunda hissediyorsunuz. El'in bebek olduğu iç parçalayıcı sahne tekrar tekrar gözünüzün önüne geliyor.

Not: Yaklaşık 10 yıl önce izleyip hala etkisinden kurtulamadığım Skhizein kısa filminin de bu yönetmene ait olduğunu henüz öğrenmiş bulunuyorum. Bundan sonra ne çekse izleyeceğim insanlar kategorisine girdi kendisi.

20 Ekim 2018 Cumartesi

Diziden Diziye: Maniac

True Detective'in yönetmeni Cary Joji Fukunaga'nın yönettiği, Bron/Broen'in Amerikan uyarlaması The Bridge'in senaristlerinden Patrick Somerville'in yazdığı 10 bölümlük beyin yakan Netflix mini dizisi. Hikayenin esin kaynağı, 2014'te Kjetil Indregard yönetmenliğinde Maniac ismiyle Norveç'ten çıkan 10 bölümlük başka bir mini dizidir. Karakterin gerçek olamayacak kadar mutlu olduğu çeşitli delüzyonları gösterildikten sonra aslında bir akıl hastanesinde tedavi gördüğünü öğrendiğimiz Norveç versiyonu, Netflix versiyonunun yalnızca çıkış noktasını oluşturur. Temayla, katmanlarla, türle, mekanlarla fazlasıyla oynanır ve ortaya bambaşka bir hikaye çıkar. Zayıfladıktan sonra jön olarak yeniden doğan Jonah Hill ve her ne kadar fare suratına katlanamasam da diziyi izledikten sonra hakkını vermek zorunda hissettiğim Emma Stone başrolleri paylaşır. Ayrıca Sonoya Mizuno, Rome Kanda, Justin Theroux ve Sally Field da ikonik karakterler yaratır. Fukunaga özellikle Owen ve James karakterlerine istedikleri gibi bir karakter yaratmaları özgürlüğünü verdiğini, kafalarındaki şeye karışmadığını söyler. Oyuncuların karakterleri diledikleri gibi zenginleştirdikleri, yönetmenin türleri eğip büktüğü, yazarların da narrasyonla hunharca oynadığı neredeyse deneysel bir dizi çıkar ortaya.

Dizi hikaye içinde hikaye yapısı üzerine kuruludur. En dış katmandaki ana hikaye, hayatları boyunca insanlarla bağ kurmakta zorluk yaşayan Annie ve Owen'ın bir dizi süreçten geçip birbirleriyle arkadaş olmalarıdır. Toplamda 3 sahneyle anlatılabilecek bu çok basit ana hikayenin içine biraz daha karmaşık başka bir hikaye eklerler:

Psikolog James, kocası tarafından terk edildikten sonra histerik tavırlar sergileyen, herkesi istediği gibi etkisi altına alıp kontrol edebilen, dominant, genellikle oğlunun başarılarını görmezden gelip aşağı çeken psikolog annesiyle sorunlar yaşar. Annesinin kendisine koyduğu parafili teşhisiyle yüzleşmek istemediği için teşhisi reddeder, annesinin yaptığı konuşma terapilerinden kaçar, hatta bu onun için o kadar büyük bir korkuya dönüşür ki, konuşma terapisini tamamen ortadan kaldıracak 3 fazlı bir yenilikçi bir ilaç tedavisi geliştirir. İlaç tedavisinin deneyleri başarıyla devam ederken sistemde bir şekilde sorun çıkar ve James, konuşma terapisiyle sorunu çözmesi için 7 yıldır konuşmadığı annesini aramak zorunda kalır. Kahramanımız kaçma amaçlı geliştirdiği bu sistemde başarıya ulaşmak için annesiyle ve konuşma terapisiyle yüzleşmek zorunda kalır. Ve olaylar gelişir. Hikayenin gerçeklik yönünü oluşturan bu ikinci katmanı asıl ilginçleştiren şey eklenen birkaç atraksiyondur:

1) Hikayenin hangi zaman diliminde geçtiği belirtilmez. Eski tip IBM bilgisayarlar, 2001: A Space Odyysey'den fırlamış gibi duran laboratuvarlar, kapsül yataklar, fütüristik beyaz montlar, ayakkabılar, iri gözlükler, yemek olarak servis edilen kapsül besinler, vs. Retrospektif eşya ve dekorlarla süslenmiş olduğu için 70'ler veya 80'lerde geçiyor hissi uyandırır. Öte yandan birtakım distopik öğeler de mevcuttur. Örneğin, insanlar artık yanlarında onlarla birlikte metroya binen ve kağıttan reklam metinlerini okuyan AdBuddy'lerden reklam geliri kazanır; Friend Proxy hizmetinden kendilerine arkadaşlarının yerine geçip onların yakınlığını hissettirecek olan arkadaşlar kiralar; ölen kocalarıyla hasret gidermek için yalancı kocalar tutarlar; büyük paralar vererek minik kapsül dairelerde kalırlar; yasal şantaj bürolarından insanların aleyhine bilgi satın alabilirler; Ekstra Özgürlük Heykeli diye yeni bir heykel vardır. Hal böyle olunca hem 70'lerde geçiyor, hem de gelecek tasvir ediliyor gibi genel bir hava vardır dizide. 70'lerden önce yazılmış ve o zamanın gözünden teknoloji ancak bu kadar geliştirilmiş gibidir. Biz bu atmosfere anlam vermeye çalışaduralım, Somerville ve Fukunaga işin aslını şöyle açıklar: S: It’s definitely now; I don’t know why people keep saying it’s the future. To me it’s our zeitgeist now, and it’s a different history of technology. It’s sort of now, but not now. Somewhere along the line something changed. F: "I’ve always loved the idea of the multiverse and parallel realities, and the idea that we’re all living in a simulation; for me it’s sort of a facile jump to say that this reality that we created in the show could absolutely exist somewhere." Dolayısıyla hikaye geçmişte veya gelecekte değil, alternatif bir 2018'de geçer. 



2) Azumi. Dizinin en ikonik karakteridir. Sürekli olarak içtiği sigarası, soğukkanlılığı, zekası, iri gözlükleri, kakülleriyle izlemeye doyamayız. James'le geçmişte bir aşk maceraları olduğunu öğreniriz. Robert öldükten sonra deneyi sürdürmesi için gururunu yenip James'e gider. Eski aşk hikayesi, deney boyunca iki karakteri kimi zaman ufak ufak yoklar. James annesiyle yüzleşmek zorunda kaldığında Azumi onu destekler. Her başarılı erkeğin arkasındaki kadını temsil edercesine, James'in başladığı işi bitirmesi için canını dişine takıp çalışır. Gerçek hayatta psikolojik sorunları olan Azumi ve James, psikoloji alanındaki dehaları aracılığıyla birbirleriyle bağ kurarlar bir bakıma. Dizinin sonunda ikisi de kendi psikolojik problemlerini yenmek için birer minik adım atarak beraberliğe yelken açarlar. Dolayısıyla hikayenin ilk katmanındaki bağlanma temasını bu iki karakterde de gözlemleriz. Hem Owen-Annie hem de Azumi-James hikayesi mutlu sonla biter.

3) Hikayenin Azumi-James eksenli ikinci katmanına bir de mesaj eklenir: Konuşma terapisi gerçekten ortadan kaldırılmalı mı? İnsanlar sentetik ilaçlarla gerçekten tedavi edilebilir mi? İlaçların yan etkileri göz önüne alındığında bu acımasız ve tehlikeli değil mi? Hem Azumi-James hem de Owen-Annie hikayesinde gözümüze sokulduğu gibi, bu aslında bir bağlanma hikayesidir. İnsanların arasındaki kopukluğun ve iletişimsizliğin sorunlara yol açtığını, tekrar bağlanıldığında bu sorunların şiddetinin hafiflediğini öne sürer. Owen, Annie'yle birlikte hastaneden kaçarken şizofrenisini yenmemiştir ama 9 bölümdür ilaç tedavisi alırkenki halinden çok daha mutludur. Aynı şekilde James ve Azumi 73 iterasyondur devam eden deneylerini bilgisayarı kapatarak yok etmek zorunda kaldıklarında istediklerine ulaşamamış olurlar, ama en sonunda birlikte bir araba yolculuğuna çıktıklarında ikisi de mutludur. Greta, geçmişte de psikolojik sorunları müdahale ile çözme tedavilerinin bulunduğunu ama bunların her sorunu ortadan kaldırmadığını söylediğinde aslında bir bakıma yönetmenin bakış açısını yansıtır. Dizinin girişinde bahsedilen kozmik bağlantı muhabbeti dolaylı şekilde Tanrı'ya atıf yapar. Hikaye boyunca anlamsız şekilde birbiriyle bağlanarak çözülen sorunları Greta "kozmik" dokunuş, yani Tanrı'nın işi olarak yorumlar. Bu fikre hırçınlıkla karşı çıkan James ve James'in başarılarını kıskanıp onu aşağı çekmeye çalıştığı için böyle konuştuğunu düşünen Azumi ise yönetmene göre bir bakıma bilimin kibirli, objektif, duygusuz ve hatta Tanrı tanımaz yönünü temsil eder.

4) Gerçekte parafilisi nedeniyle duygusal ve cinsel ilişkiye girmeyen James, evinde bir sanal gözlük ve sanal "el" kullanarak süper teknolojik sanal bir pornografik evrene girer ve cinsel dürtülerini bastırır. Bu da yine dizinin en ikonik anlarından biri olarak akılda kalıcıdır.

5) Annie gibi babasının da ruhsal sağlığı bozuktur. Kardeşi öldüğünden beri bahçesindeki tuhaf, retrospektif, teknolojik arabada saklanır. Belli ki kimseyle görüşmek ve iletişim kurmak istemez. Kendi kabuğuna çekilir. Dizinin çözülme noktasına gelindiğinde, babası da sonunda arabasından çıkıp kızıyla yüzleşme cesaretini gösterir. Bu onun için de iyileşmeye yönelik atılmış bir adımdır. Dolayısıyla Annie-Owen ve Azumi-James ekseni yanı sıra, Annie-babası arasında da bir yeniden bağ kurma söz konusudur.

6) En önemlisini sona sakladık. Dizinin gerçeklik boyutundaki en mükemmel şey, Azumi'nin kodlamasında büyük rol oynadığı bilgisayar GRTA'dır. Adının Gerta'yı anımsatması tesadüf değildir. Çünkü Azumi, bu bilgisayarı tasarlarken Gerta'nın geçmiş doktora çalışmalarından bir sürü şey kopyalar. Dolayısıyla GRTA, Gerta'nın zihninden izler taşır. Tam bu noktada dizideki en sürrealist ve keyifli anlardan biri gerçekleşir. Azumi, delüzyon halindeki hastaların bulundukları yerde güvenliğini sağlaması, gerekiyorsa onları oradan çekebilmesi için GRTA'ya çok az bir empati özelliği yükler. Bu özellikle birlikte GRTA'nın duyguları oluşmaya başlar. Duyguları o kadar insani boyuta ulaşır ki, Robert'la aşk yaşamaya başlarlar. Robert öldüğünde, deneyin ortasında GRTA depresyona girer ve kabuğuna çekilir. Denekleri tehlikeli bir duruma maruz bırakan bu tepki sonrasında işler sarpa sarar. Hikayeye müthiş bir tempo gelir. Bakalım kahramanlarımız sapıtan ve histerik tepkiler vermeye başlayan bilgisayarın elinden sağ çıkabilecek midir, yoksa hepsi birer "McMurphy" mi olacaktır? Gerta devreye girer. GRTA'nın zihnine girerek onuna karşılıklı konuşmaya çalışır. Konuşma tedavisine yanıt alamasa da bir bakıma kendi zihniyle yüzleşmiş olur. 

Son olarak bu katmanda psikolojik sorunları olan ana karakterlerin psikologlarla hastanede tedavi edilmeyip ilaç firmasında deneye sokulması Fukugana tarafından şöyle açıklanır: "When Patrick and I first met, both of us really felt strongly that setting the story in a mental hospital would not be a smart choice. We wanted to be compassionate to mental illness, and not make that the butt of the joke. On a very practical level too, we had two stars, and that kind of dynamic between therapist and patient was not going give us the opportunity to have both these characters having delusional experiences. There were many pieces to that conversation, but we got to the idea of a pharmaceutical trial real fast."

İç içe hikaye yapısı burada son bulmaz. İki ana karakterin geçmiş travmaları şeklinde iki gerçek hikaye ve delüzyon şeklinde birkaç hayali mini hikayeler eklenir. Bu kimi zaman fantastik, kimi zaman 80'ler, kimi zaman gangster temalı mini hikayeler diziyi epey deneysel bir şekle sokar. Her an değişen üsluplar, tonlar, temalar hikayenin ayağının biraz kayganlaştırır. Zaten, kimsenin göremediği Grimmson karakteriyle konuşan Owen, yerde bir anda patlayıveren mısırlar, masanın üzerinde titreşen su bardağı gibi anormal öğelerle başlayan ve çok da anlaşılır olmayan hikaye böyle değişken bir şekilde devam edince hızla seyirci kaybeder. Aslında bu diziyi bu sebeple bütün olarak ele almakta fayda var. İç içe geçen kurguların bir noktada mantıklı bir sona bağlanacağına inanarak sürdürürseniz sonunda güneşi göreceksiniz.

Tuhaf başlangıcı takip eden Owen ve Annie'nin deneye dahil oluş hikayeleri zemini biraz güçlendirir. Tedavinin ilk fazı olan A hapını aldıklarında, Annie'nin kız kardeşiyle olan geçmişine, sonra Owen'ın ailesi ve Jed'le yaşadığı sorunlara tanık oluruz. Bu da yine gerçeklik yönünü sağlamlaştıran ve izleyiciyi kendine çeken bir öğedir. B hapını aldıklarında ise tuhaf bir şey olur ve Owen ile Annie gördükleri delüzyonlarda bir ekip olarak birlikte hareket etmeye başlarlar. Bu kısım biraz daha romantik, psikolojik, sürrealist yapıdadır. İşlerin ilginçleşmeye başladığı noktadır. C hapında ise işler biraz sarpa sarar. GRTA kendini kaybedip deneklere saldırganca yaklaşmaya başlar. Annie'yi kendi evreninde kalmaya ikna eder. Derken Owen, Annie'yi kurtarıp kahraman olmak için kendi delüzyonundan Annie'ninkine geçmeye çalışır. Hikayenin hem gerçeklik hem de delüzyon boyutlarında eş zamanlı olarak kıyasıya bir mücadele gözlemleriz. Bu kısım son derece tuhaf ve keyiflidir.

Diziye dair başka bir tuhaflık da, olaylar ve kişiler arasındaki nedeni belirsiz "kozmik" bağlantılardır. Dizi girişinde dış ses, doğal güçlerin birleşik bağlantılarımızın sonsuz potansiyelini gösterdiklerini, tüm ruhların bağlanma arayışı içinde olduklarını, yalnız olmanın kötü olduğunu söyler. Bu, yönetmenin bakış açısıdır. Hikaye eninde sonunda gelip buraya bağlanır. Sonra Owen henüz Annie'yi tanımıyorken, hayali kardeşi Grimmson ona dünyayı kurtarmak için seçildiğini, kahraman olduğunu, görevinin kendisine bir kadın tarafından iletileceğini, modelin önemli olduğunu söyler. Owen bunu ciddiye alır, Annie'yle tanıştığında onun gönderilmiş elçi olduğunu bildiğini söyler, vs. Sonra B fazını aldıklarında bu bağlantı birden bire gerçeğe dönüşür. Owen'ın hayali kardeşinin söylediği doğru çıkar. Bizim aşina olduğumuz gerçeklik zalimce eğilip bükülür. C fazında Owen engelleri aşıp nihayet Annie'nin delüzyonuna ulaştığında Grimmson'ın gazıyla bir zeka küpünü çözerek Annie'yi kurtarır ve kahraman olur. Gerçek, gerçekteki hayaller ve ilacın delüzyonu bir araya gelip hikayeyi sona bağlar. Farklı gerçeklikler aynı düzleme diziliverir. Bir bakıma paralel evren temasına selam çakılır. Sürreal bir çözüm formülüyle havada kalan her şey yerine oturuverir. Tuhaf hissettirir ama aynı zamanda tatmin edicidir. 

Dizi fark ettiğiniz gibi hastalığı tedavi edecek olan C fazına geldiklerinde ortalığı karıştırıp biraz aksiyon ekleyerek seyirciyi oyalar. Tedavi vadetmez. Zaten en başından beri bu tip tedavinin acımasızlığını savunduğu için kendi içinde tutarlıdır. Mesajını vermek adına deneyin sonunu mahvedip, onun yerine karakterleri birbirleriyle kurdukları bağ sayesinde iyileştirir. Dolayısıyla dekorlar haricinde hikayenin bilim kurgu yönü zayıftır.

Genel olarak hikaye içinde hikaye yapısını yorucu bulmuyorsanız ve işin içine biraz bükülmüş gerçeklik katılması sizi rahatsız etmiyorsa bir hafta sonu başlayıp bitirivereceğiniz anlamsızca keyifli, tuhaf bir dizi sizi bekliyor. İyi seyirler.