5 Nisan 2017 Çarşamba

Kitaptan Filme: Lion / A Long Way Home

Başrollerinde Dev Patel, Nicole Kidman ve Rooney Mara‘nın oynadığı, 2016 yapımı Garth Davis filmi. Saroo Brierley‘nin gerçek öyküsünü yazdığı biyografik kitabı A Long Way Home‘dan (2013) uyarlandı.

Özet

Hindistan’ın Khandwa bölgesinde Hindi bir annenin ve Müslüman bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Saroo, babası başka bir kadınla evlenip ailesini terk ettikten sonra 5 yaşına kadar annesi ve 3 kardeşi ile birlikte sefil bir yaşam sürüyor. Küçük ve bakımsız evde yaşamaya çalışan ailede anne taş taşıyor, en büyük ve ortanca oğul günlerce evden uzaklaşıp tren istasyonlarında yemek ve para bulmaya çalışıyor, Saroo genellikle küçük kız kardeşine bakmak için evde duruyor veya evlerinin civarına çıkıp yiyecek ve para arıyor.

5 yaşındayken, yeterince büyüdüğünü ispat etmek için küçük kız kardeşini arkasında bırakarak ağabeyi Guddu ile tren istasyonuna çıkıyor. Yorulup mızmızlandığı için Guddu onu bir bankın üzerine bırakıyor ve hemen döneceğini, kıpırdamamasını söylüyor. Bank üzerinde biraz uyuyan Saroo uyanınca önündeki trenin daha güvenli olabileceğini düşünerek giriyor ve uyuyakalıyor. Uyandığında trenin hareket ettiğini ve onu evlerinden uzaklaştırdığını görüyor ve panikliyor. 

İndiğinde (aslında yaklaşık 20 saatlik bir yolculuk yapıyor) bir süre istasyonda yatıp kalkıyor, yardım bulmaya çalışıyor, trenlere binerek evine geri dönmeye çalışıyor ama sonuç alamıyor. Sokaklarda geçirdiği yalnız günlerinde 2 kere tehlikeli insanlarla burun buruna gelse de paçayı kurtarmayı başarıyor.

Tesadüfen kendisini bulan genç bir adam Saroo‘yu polise teslim ediyor. Burada şansı dönüyor ve Avustralya’daki bir aileye evlatlık veriliyor. Saroo yeni ailesine adapte oluyor ve yüksek standartlarla büyüyor.

Yetişkin olduğunda, Google Earth yardımıyla, gittikçe takıntıya dönüşen bir motivasyonla tekrar ailesini aramaya koyuluyor. Mevcut ailesini gücendirmemek için genellikle araştırmalarını gizli tutuyor. Yıllar süren araştırmalarının sonunda harita üzerinden evini bularak Hindistan’a uçuyor. Hala aynı mahallede yaşayan annesini buluyor. Ne yazık ki birlikte çıkıp kaybettiği ve yıllardır kavuşmak için can attığı abisi Guddu‘nun, kendisi kaybolduktan birkaç gün sonra bir trenin altında kalarak öldüğünü öğreniyor. Hindistan’daki ailesiyle Avusturalya’daki ailesini de tanıştırarak ilham veren bir hayat hikayesi yaşamış oluyor.


Başlarda kendi çevresinde yankı uyandırıp etrafa yayılan bu hikaye yayıncıların ve senaristlerin de dikkatini çekti. Öykü, 2013 yılında derli toplu bir kitap haline getirilip yayınlandı. Saroo, geçirdiği bu uzun yolculuğu kitapta kapsamlı bir şekilde anlattı. 13 bölümden oluşan kitapta hem Saroo’nun çocukluk anılarını, hem kaybolma psikolojisini, hem yeni bir kültüre adapte olma sürecini hem de biyolojik ailesi ve üvey ailesi arasında köprü olma çabasını görüyorsunuz.


Prologue (Önsöz): Saroo annesinin yaşadığı eski eve gider ve orada kimse olmadığını görüp hayal kırıklığına uğrar, daha sonra bir komşu devreye girecektir ve onu bir yere götürür. 

Remembering (Hatırlama): Saroo‘nun yolculuğun sonuna yaklaştığı giriş bölümünden sonra, birden çocukluğuna ineriz ve hikayeyi en baştan başlayarak okumaya başlarız. Bu kısımda Saroo‘nun Hindistan’daki hayatından hatırladığı anılara yer verilir. 

Getting Lost (Kaybolma): Guddu ile çıkıp kaybolur ve uzun tren yolculuğunda panikler. 

Survival (Hayatta Kalma): İndiği tren istasyonunda yardım bulamaz, kendi başının çaresine bakmak zorunda kalır. Yerlerde bulduğu yiyeceklerle beslenip bankların altında uyuyarak haftalar geçirir. 

Salvation (Kurtuluş): Tesadüfen kendisini bulan genç bir adam tarafından polise verilir. Buradan çocuk esirgeme kurumuna sevk edilir. 

A New Life (Yeni Bir Hayat): Ailesi olmayan çocukları evlatlık edinmek isteyip yurt dışında yaşayan ailelerle birleştiren bir yardım kuruluşu aracılığıyla Avustralya’lı bir aileye evlatlık verilir. 

My Mum’s Journey (Annemin Yolculuğu): Saroo‘nun hikayesi kadar onu evlatlık edinme kararı alan annesinin hikayesi de önemlidir. Geçmişinde bazı şeyleri yaşamamış olsa, evlatlık edinme kararı almayacak, Saroo‘yu yetiştirmeyecektir. 

Growing Up (Büyüme): Diğer evlatlık kardeşi Mantosh ile geçirdikleri kültürel adaptasyon süreci anlatılır. 

Resuming the Search (Aramaya Devam Etme): Google Earth diye bir şey çıkmıştır ve Saroo başlarda yavaş internetiyle birkaç kez baktıktan sonra pes etmiştir. Bu bölümde araştırmasına yeniden başlar. İnternet hızlanmıştır, Facebook da çıkmıştır. Gittikçe takıntı haline getirecektir. 

Finding Home (Evi Bulma): Yaklaşık 5 senelik bir arama sürecinden sonra nihayet evini bulur. 

Meeting My Mother (Annemle Tanışma): En baştaki sahneye geri döneriz. Annesinin mahallesine gider. Evde bulamayınca hayal kırıklığına uğrar. Bir komşusu alıp onu bir yere götürür. Götürdüğü yerde annesi onu bekliyor olacaktır. Burada Saroo ismini yıllarca yanlış telaffuz ettiğini öğrenecektir ve Hintçeyi unuttuğu için annesiyle tercüman aracılığıyla konuşacaktır. 

Rocennection (Yeniden Temas Kurma): İlk buluşma anını atlattıktan sonra ikinci günde ailesiyle uzun uzun vakit geçirerek kardeşlerini görür. Bu arada yıllar önce kaybolan çocuğun geri dönüş hikayesi yerel medyanın dikkatini çeker. 

Reaching Out (Avustralya’ya geliş): Artık biyolojik ailesini bulmuş, soruları yanıtlanmıştır. Üvey ailesiyle olan ilişkisini eskiden olduğu gibi sürdürmek için çok hassas davranır. Brierley‘ler de aynı olgunluğu gösterecektir ve Saroo‘yu kaybetme kaygıları yaşamadan gerçek ailesini bulmasından memnuniyet duyacaklardır. 

Returning (Geri Dönüş): Yıllar önce tanımadığı bir tren istasyonunda inince bir sürü tren deneyip bulamadığı evini, bu sefer bulup o hazzı yaşamak ve korkularıyla yüzleşmek ister. Bu nedenle Burhanpur istasyonuna trenle gitmek için Hindistan’a geri döner. Yolculuğu bu sefer başarıyla atlatır ve geçmiş sayfaları bir bakıma tamamen kapatır. 

Film hikayeyi bozmadan ve dramatize etmeden anlatmayı başardığı için iyi bir uyarlama. Birkaç değişiklik var tabi. Örneğin normalde Sue, Saroo’nun odasına bir harita koyuyor ve Hint aksesuarları yerleştirerek onu bir şekilde köklerine bağlıyor. Belki de yıllar sonra Saroo’nun haritalarda arayarak evini bulma fikri bu sayede bilinç altına yerleşiyor. Filmde bu iki önemli detay atlanmış.

Film afişi yanıltıcı, çünkü bir aşk hikayesi bekliyorsunuz. Var mı? Var. Ama asla hikayenin merkezinde değil.

Saroo‘yu oynayan Dev Patel, rolüne hazırlanırken Tazmanya ağzıyla konuşmak için egzersizler yapıyor. Sue Brierley rolünde Nicole Kidman‘ın oynaması aslında Sue‘nun önerisi. En başından itibaren kendisini Nicole Kidman‘ın canlandırmasını çok istiyor ve istediği oluyor. Saroo‘nun çocukluğunu oynayan aşırı sevimli Sunny Pawar gerçekten İngilizce bilmiyor ve Nicole Kidman ile filmdekine benzer bir bağ kuruyorlar.

89. Oscar ödül törenine 6 adaylıkla giden film ne yazık ki hiçbir ödül alamadan döndü.

İlham verici bir hikaye. Özellikle kitabı şiddetle tavsiyedir.

İyi okumalar.

3 Nisan 2017 Pazartesi

Kitaptan Filme: Rear Window / It Had to Be Murder

Rear Window (Arka Pencere) 1954 yapımı, başrollerinde James Stewart ve Grace Kelly‘ nin yer aldığı bir Alfred Hitchcock filmi. Cornell Woolrich‘in It Had to be Murder (1942) isimli öyküsünden sinemaya uyarlandı. Woolrich, bu öyküyü yazarken H. G. Wells‘in 1894 tarihli Through a Window öyküsünden ilham aldı. Her üç kurgu detaylar bakımından birbirinden farklı olsa da çıkış noktaları aynı: bir fiziksel engel nedeniyle eve hapsolmuş bir adamın vakit geçirmek için camdan dışarı bakıp diğer insanları röntgenlemesi ve bu sırada tesadüfen bir cinayete tanık olması.

Mekan değiştirmeyen kamera aracılığıyla, izleyici tüm hikayeye tek bir odanın içinden bakıyor. Jeff‘in odasından, Jeff ile birlikte diğer dairelerin içinde geçen olayları “röntgenliyoruz”. Sabit bir çerçeve, hatta çerçeve içinde çerçeve konsepti söz konusu. Bu köşeli anlatım, izleyiciye derli toplu, simetrik bir görsellik sunuyor. Simetrik kareler sayesinde görsel bir “tatmine” dönüşen film, estetik açıdan son derece kusursuz. Günümüzde tekrarlanan 1950’ler modası, filmdeki kareleri (kıyafetler, dekor) bugünün izleyicisinin estetik algılarına çok uygun hale getiriyor. Aradan geçen 60 küsur seneye rağmen, gözümüzün alışık olduğu ve dolayısıyla “nostalji, geri, eski teknolojiyle yapılmış” hissi yaratmayan bir atmosfere sahip. Hala güncelliğini kaybetmeyen başarılı görseli, ölümsüz filmler arasında yer almasını sağlayan sebeplerden yalnızca bir tanesi.

Sabit bir mekan ile pek çok farklı hikayeyi gözlemleme fırsatı veren bir kurgusu olduğu için basit, bir o kadar da hareketli. Kurgunun baş kahramanı olan Jeff aracılığıyla diğer daireleri gözlemleme fırsatımız oluyor. Aslında hikayeye heyecan katan nokta da bu, “gözetlemek”. Bakmamak gereken bir şeye bakmak. Dolayısıyla görmemek gereken şeyleri görmek. Yönetmenin Jeff karakteri aracılığıyla diğer dairelerin içinde geçenleri gözetlemeye teşvik ettiği izleyici, kendisini pek de engellemeye çalışmadan gözetlemenin tatlılığına teslim oluyor. Hep birlikte gözetleyip yargılıyoruz. Bayan Yalnızkalp‘in haline acırken Miss Torso‘nun sevgililerini merakla inceliyor; Thorwald‘ı evinde kapana kıstırmaktan büyük bir haz alıyoruz. Seyirciler/okur olarak ortak bir bilinç ile insanların kapalı kapılar ardındaki özel yaşamlarını yargılıyoruz, neyi yanlış yaptıklarına karar verip tam olarak hangi noktada müdahale etmemiz gerektiğine kanaat getiriyoruz, ki bu da keyifli bir şey. Dolayısıyla seyircinin ilkel merak ve müdahale arzusunu harekete geçirmesi, bu filmi her dönemde ilgi çekici kılan diğer bir nokta.

Görsel kusursuzluk ve ilginç kurgu, filmin geniş kitlelere ulaşıp ödüller almasının başlıca nedenleri olarak gösterilebilir. Elbette bunun dışında konuşulacak şeyler var.

1- Toplumsal Yargı

Pencerelerin dışındaki hayatlar genellikle tahmin edilebilir çizgilere sahip. Filme göre, pencerelerin içindeki hayatlar da bir o kadar tahmin edilebilir. O kadar ki standart davranış kalıplarının dışına çıkan ilk kişi, bir katil. Etrafımızın büyük bir kanunlar bulutu tarafından sarıldığı ve bu kanunların insanlar tarafından oluşturulduğu gerçek. Yazılı kanunlar gibi, yazılı olmayan davranış kuralları da var. Bunlara aykırı tavırlar sergilemek, yerleşik adalet algımıza göre diğerlerinin müdahalesini meşrulaştırıyor. Örneğin, masum ve güçsüz Bayan Yalnızkalp‘in evini gözetlerken kendimizi biraz rahatsız hissetsek de, Thorwald‘ın evini gözetlerken kendimizi gayet haklı görüyoruz, çünkü bir katili yakalayıp devlete temsil edeceğiz ve etrafa tehlike saçmasını engelleyeceğiz. Film, birey-birey ilişkilerinde ve birey-toplum ilişkilerinde her zaman bir yargılama/savunma hali içinde olduğumuzu, pencereleri birbirine bakan 2 apartman kurulumuyla son derece güzel yansıtmış. Sokakta da, evinizde de, tavırlarınızı görebildikleri kadarıyla yargılayacaklar ve davranış biçimlerinizi buna göre belirleyeceksiniz.

Filmin çerçeve içinde çerçeve konsepti, gördüğümüz tüm o köşeli ve sabit, simetrik görüntü bir düzeni temsil ediyor. Karşısına geçip bu düzeni gözetleyen Jeff de, düzenin sürüp sürmediğini denetleyen bir “birey”. Kendisi denetçi olduğu kadar, denetlenen de aynı zamanda. Bakış açısını değiştirip karşı pencereye geçersek, kendisinin de gözetlenen/denetlenen bir kişi olduğunu anlayacağız. Filmin sonunda, Jeff‘in kimliğini gözlemleyerek tespit edip onu evinde kıstıran Thorwald, gözetleme eyleminin karşılıklı olduğunu kanıtlıyor.

2- Her çiftin ilişkiyi farklı bir şekilde yaşaması

Filmin başında Jeff ve Lisa arasındaki ilişkide birkaç sorun olduğunu biliyoruz. Karşısındaki dairelerin tamamında bir aşk/evlilik/çift hikayesi var. Kimi hayatının aşkını bulmaya çalışırken kimi rutin bir ilişki yaşıyor, vs. Belki de kendi ilişkisini sorguladığı bir dönemden geçtiği için diğer çiftlerin ne yaşadıkları Jeff’in dikkatini bu kadar çekiyor.

3- Holy Golightly vs. Miss Torso

Dairelerin bir tanesinde yaşayan güzel dansçı Miss Torso, Breakfast at Tiffany’s filmindeki Holy Golightly karakterini anımsatıyor. Şehirde gösterişli yaşam sürme çabası, hareketli partiler, zengin erkek avı ve peşindeki zengin ve süslü erkekler, sonunda aşık olduğu fakir adam. Tamamen aynı çizgide, aynı yaşam tarzına sahip bir karakter. Kronolojik olarak Miss Torso (filmin çekim yılı 1954), Holly Golightly‘den (kitabın yayınlanma yılı 1958) daha genç olduğu için ondan etkilenmiş olma ihtimali yok, fakat aynı yaşam tarzına gönderme yaptıkları bir gerçek.

4- Miss Torso vs. Lisa

Dediğimiz gibi, dairelerin hepsinin içinde toplumun normalleştirip kabul ettiği belirli davranış kalıplarını temsil eden, başka bir deyişle belirli bir “yaşam tarzına” sahip insanlar var. Lisa, dışarıdan bakınca maddiyatçı ve gösterişçi bir çizgiye sahip olan Miss Torso ile empati kurabiliyor, onu anlıyor. Çünkü bir ihtimal benzer bir arka planları ve çevreleri var ve aynı kalıba uygun bir yaşam sürdürüyorlar.

5- İlişkilerde kariyerin de önemli bir kriter olması

Kariyerin bir kadın ve bir erkek arasındaki ilişkinin yönünü belirleyen önemli kıstaslardan biri haline gelmesi muhtemelen 20. yüzyılın ortalarına denk geliyordur. Bu filmde buna çok fazla vurgu yapılmış. Mesela Lisa‘nın dergideki sabit kariyeri ve parasını gösterişe harcama eğilimi, hareketli çalışma koşullarına sahip olan ve para tutmayı seven Jeff‘in hoşuna gitmediği için ilişkileri sallantıda. Ekonomik faaliyetlerin, iki insanı birbirine yaklaştıran veya birbirinden uzaklaştıran kıstaslardan biri olduğu vurgulanıyor.

Kitapla Film Arasındaki Farklar

  • Kitapta Jeff‘in Sam adında bir erkek asistanı var ve genellikle Jeff, Sam‘i tersliyor. Filmde ise hemşire Stella var ve tam tersine, Stella çoğu zaman Jeff‘e karşı baskın. 
  • Kitapta Lisa yok. 
  • Filmde en sonda Jeff iki bacağını birden kırarken kitapta alçısını nihayet çıkartıyor. 
  • Thorwald kitapta ölüyor, filmde yaşıyor. 
  • Filmde Jeff‘in neden bacağını kırdığını biliyoruz, bir fotoğraf karesi yakalamaya çalışırken kaza geçiriyor. Kitapta bunun bahsi geçmiyor. 
Öyküye diğer dairelerdeki hikayeler konmamış, yalnızca Thorwald‘a ve onun tavırlarındaki tuhaflıklara odaklanılmış. Film ise daha zengin görsel kaynaklardan faydalanarak kurguya yeni hikayeler katmış. Ben yadırgamadım, aksine film uyarlaması öyküyü zenginleştirmiş. Bu arada Cornell Woolrich‘in önemli filmlere uyarlanan başka kitapları olduğunu da söyleyelim, işlerine göz atmakta fayda var.

Şiddetle tavsiyedir. İyi okumalar/seyirler.