Orhan Kemal'in 1952 yılında Vatan Gazetesi'nde tefrika edilen romanı. Aynı yıl Varlık Yayınları'ndan çıkar. Orhan Kemal'in uzun zamandır üzerinde çalışıp ancak on beş yirmi sayfa yazabildiği Murtaza karakteri, arkadaşı Yaşar Kemal tarafından Tunç Yalman'a anlatılır. Kısa bir süre sonra hikaye gazetede yayınlanmaya başlar. Orhan Kemal yıllardır yavaş yavaş yazdığı hikayeyi okura rezil olmamak için hızlıca bitirecektir. 1964 yılında kısa bulduğu kitabı genişleterek romana dönüştürür. Türk edebiyatı için önemli bir karakterdir. Melih Cevdet Anday, Adnan Binyazar, Hilmi Yavuz gibi eleştirmen ve yazarlar tarafından Don Kişot'a benzetilir Murtaza. Ayrıca üzerine yapılmış pek çok felsefi ve sosyolojik analizler mevcuttur.* İlk olarak 1965 yılında Tunç Başaran yönetmenliğinde Bekçi Murtaza ismiyle; daha sonra 1985'te Ali Özgentürk yönetmenliğinde Bekçi ismiyle iki kez sinemaya uyarlanır.
Hikaye 1941-47 yıllarında geçer. 1939-45 II. Dünya Savaşı'yla çakışan bu yıllarda, Türkiye'de savaşın etkilerinden korunmak için Varlık Vergisi Kanunu, Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu gibi kanunlar çıkarılır. Bu yeni kanunlarla birlikte hem halk hem de toprak sahipleri ağır bir ekonomik baskı altına girerler. Toprak sahipleri, makineli tarıma geçip ırgatlardan kurtulmaya, tarımı kapitalistleştirmeye, serbest ekonomiyi desteklemeye ve bu sayede büyük paralar kazanmaya meyillidir. Burada Demokrat Parti devreye girer. Tek partili iktidarın baskıcı politikaları altında ezilen ve kurtuluş yolu arayan halkın desteğini de arkasına alan Demokrat Parti yükselir. Değişen siyasi tercihlerle birlikte halkın profili de değişir. Üstünün (tek partili iktidar) talimatlarını kayıtsız şartsız yerine getiren, vazife için her an tetikte olan, canını vermeye hazır, milli duygulardan beslenen yurttaş profilinin yerini, yavaş yavaş kendi çıkarını düşünen, köşeyi dönmek için fırsat kollayan, iktidarı seçerken ekonomik çıkarlarını gözeten vatandaşlar alır. Bu bireyselleşmeyle birlikte toplumda iki sınıf oluşur: zenginler ve fakirler. Serbest ekonomiye yönelen Türk burjuvazisi, tek partili statükocu devlet yapısına artık sıcak bakmaz.
Murtaza karakteri statükocu devlet yapısını temsil eder. Çok partili yönetimi eleştirir. Yalnız çelişkili şekilde, zengin ve fakir ayrışmasından hiç rahatsız olmaz. Zenginleri över, kızına İzmirli zengin bir talip çıkınca gururlanır ve kendisi de fakir olduğu halde fakirleri hor görür. Bu arada kalmışlığı onu komik ve şapşal durumlara düşürür. Bu nedenle kitapta ona Don Kişot yakıştırması yapılır. Savaş yıllarında tek partili iktidar döneminden kalma askeri duruşu, görev bilinci, üstlerinin talimatlarını yerine getirme sadakati üst düzeydedir. Yalnız dönemin, iktidarın ve toplumun değiştiğinin farkına varmamış gibi komik bir hali vardır. Savaş yıllarından kalma tetikliğiyle ve çalışkanlığıyla vazifeyi her şeyin üstüne koyar. Savaşın sona ermesi ve etrafın sakinleşmesiyle birlikte boşalan "vazife" kavramının içini, kendisini sömüren patronlarının verdiği işlerle doldurur. Fabrika işçilerini kontrol etme görevini kutsal bir vazife gibi kabul edip sert disiplin cezaları ve eğitimlerle kontrol görevini sürdürmeye çalışır. Kendilerine sorun yaratmadığı sürece işlerine gelen patronlar durumdan hoşnutken; zaten sömürülüp hukuksuz koşullarda çalışan işçiler, kendi sınıflarına mensup bir kişinin kraldan çok kralcılık yapması karşısında küplere biner. Zaten en sonunda iş isyana kadar gider. Demokrat Partili işçiler hep bir ağızdan "CHP'li kontrolcü istemeyiz!" diye eylem yapar. Baskı günlerini hatırlatan Murtaza, varlığıyla ve temsil ettiği statükocu devlet zihniyetiyle tüm işçileri rahatsız eder.
İşçilerin gözünden bakıp Kemalizm'i eleştiren, Demokrat Parti'ye de uzak olduğunu hissettiren Orhan Kemal, anlaşıldığı üzere sosyalist bir yazardır. Realisttir. Murtaza karakteriyle toplumsal gerçeklere ışık tutar. Romanda bir işçi sınıfı, bir burjuva sınıfı yaratır. İşçi sınıfına mensup olup burjuvaziyi öven şapşal bir karakter oluşturur. Bu karakterin milli duygularını, vazife bilincini olduğu gibi alıp kapitalist sistemin hizmetine sunar. Murtaza'yı sömürü düzeninde patronları için Hamster gibi hevesle koşturan komik ve karikatürize bir karaktere dönüştürür. Karakter üzerinden sesini çıkarmadan çalışan ve kendinden ödün veren düşük maaşlı çalışanları eleştirir bir bakıma. Ayrıca karakterin temsil ettiği devlet yapısının da artık günümüzde ne kadar eğreti durduğunu söyler.
Kitap ilk olarak 1965'te sinemaya uyarlanır. Tunç Başaran'ın yönettiği filmde senaryoyu Recep Ekicigil yazar. Murtaza'yı Müşfik Kenter canlandırır. Siyah beyaz bir filmdir. Kitaptan farklı olarak Murtaza'nın 6 yerine 4 çocuğu vardır. En küçük kız ve büyük oğlan hikayeden çıkarılır. Dolayısıyla kitaptaki baba-oğul çatışması da ekrana taşınmaz. Eski zihniyetin yeni zihniyetle çarpışmasını temsil ettiği için önemli bir kısımdır oysa. Yine kitaptan farklı olarak Kontrol Nuh'un kovulması ve fabrikada çıkan CHP'li kontrolcü istemeyiz isyanları filmde yer almaz. Politik olabilecek her türlü detay hikayeden çıkarılır. Üçüncü büyük ve önemli fark da Fen Müdürü Kamuran'ın Murtaza'ya yaptığı Don Kişot yakıştırması filmde geçmez. Aslında bir bakıma karakterin edebi değeri sinemada yok edilir. Filme kitaptan farklı olarak bir de namus teması eklenir nedense. Büyük kız kitapta zengin İzmirli talibiyle evlenip eve düzenli olarak para gönderen iyi bir kızcağızken, filmde tamirci Ahmet'le tren istasyonunun yakınında sevişen, gayrimeşru hamile kalıp evden kaçan şuh ve "orospu" bir karaktere dönüşür. Anlamsız ve sinir bozucu bir değişikliktir. Kitapta karısı da tüm gün fabrikada çalışıp bir de evde emek harcarken, sinema "kadın meselesini" elbette dile getirmez, anne karakteri dırdırcı ev hanımı olarak tasvir edilir. Yine başka bir önemli fark da, kitapta Murtaza'nın iki sayfada bir bakıp andığı Kolağası Hasan dayısının resmi filmde hiç gösterilmez.
Kitap daha sonra 1985 yılında ikinci kez sinemaya uyarlanır. Filmin senaryosunu Işıl Özgentürk ve Ali Özgentürk yazar. Fransa (CNC), Almanya (ZDF) ve Türkiye Asya Film) ortak yapımıdır. Venedik Film Festivali'nde yarışma hakkı kazanır, bu festivalde yarışan ilk Türk filmidir. 2 sene sonra Ömer Kavur'un Anayurt Oteli filmi de aynı festivalde yarışacaktır. Yine 1985 yılında Valencia ve Constantine film festivallerinde gösterilir. Murtaza'yı bu kez Müjdat Gezen canlandırır, en çok övgü toplayan performanslarındandır. Güler Ökten, Menderese Samancılar, Halil Ergün, Macit Koper, İhsan Yüce gibi dönemin çok ünlü oyuncuları kadroda yer alır.
Yılmaz Güney'in Yol filmiyle birlikte açtığı yoldan giden bağımsız Türk sineması yönetmenleri, uluslararası fonlardan faydalanmaları ve festivallere katılmaları sayesinde Avrupa'nın dikkatini çekmeyi başarır. 80'lerde politik ortamın gerginliği nedeniyle bariz politik filmler çekilemez. Bunun yerine birey tasvirleri aracılığıyla üstü kapalı politik atıflar kullanılır. Visconti, Antonioni ve Bergman gibi auteur'lerin ve Fransız Sinemasının estetik ve anlatım tekniklerinden ilhamını alan bu yeni nesil yönetmenler karakterlerinin yabancılaşmasını ve psikolojik buhranlarını uzun çekimlerle sahneye taşırlar. Türk sinemasında ilk olarak Ömer Kavur bu yöntemi benimser. Fransız film okulundan eğitim alır. Kendi prodüksiyon şirketini kurarak bağımsız sinemacılık yapar. Uluslararası sinema fonlarından faydalanır, dünya çapında festivallere katılır, ana akımı çok da tatmin etmeyecek bir estetik anlayışı benimser. Kavur'un açtığı yolu takip eden yönetmenlerden biri, ilk yıllarında Yılmaz Güney'in asistanlığını yapmış olan Ali Özgentürk'tür. O da tıpkı Kavur gibi yabancı fonlar kullanıp festivallere katılır, Türk seyircisinin beğenisini ve filmin getireceği karı önemsemez. 1985 yapımı Bekçi de böyle bir filmdir ve Türk seyirciden pek ilgi görmez. Bunun sebebini iki maddede özetlemek mümkündür:
1) Ana akıma ve klişelere karşı sağlam duruşu, Türk sinemasının kabuklarını kırma hevesi takdir edilesi olsa da, bu filmler sansür ve baskı ortamı nedeniyle ne yazık ki orijinal metinlerdeki her türlü dünya görüşünü kırpmak zorunda kaldığı için verecekleri politik mesajları yarım yamalak verebilirler. Söyleyecek bir sözü olan toplumsal realist metinlerdeki dünya görüşlerini karakter tasvirine sığdırmaya çalışır, hiçbir şey söylemeden sadece resmederek hikaye anlatırlar. Dolayısıyla burada top izleyiciye atılır bir bakıma. Biz açıkça anlatamıyoruz, siz karakteri düzgünce analiz ettiğinizde anlayacaksınız tutumu benimsenir biraz. Bunu yapmak için izleyicinin de "kalifiye" olması gerekir. Bu yüzden bu tip filmler daha çok azınlık seyirciye hitap eder, ana akım tarafından çoğunlukla "anlaşılmaz" bulunur.
2) Ayrıca filmin yenilikçi anlatım teknikleri de izleyiciyi biraz ters köşeye yatırır. Örneğin, Zebercet (Macit Koper) bu filmde karşımıza palavracı bir tip olarak çıkar ve tuhaf hal ve tavırlarla tuhaf hikayeler anlatır. Yine Murtaza fabrikada hep bir ağızdan kendisine tepki olarak türkü söyleyen kadınları cezalandırmak için gece bahçede ağızlarını bantladığını hayal eder. Aynı şekilde, bahçede toplanıp hikayeler anlattıkları bir gün araya girip Kolağası Hasan Dayısının kahramanlıklarını işçilere anlattığını, vazifenin üstünlüğünü vurgulayıp hepsine bir süpürge fırlatarak çalışmaya teşvik ettiğini hayal eder. Yine bir gün Fen Müdürü yemekhaneye girdiğinde işçilerden ayağa kalkmalarını ister, kalkmazlar, bunun üzerine gece hepsini tel örgülerin ardına tıkıştırıp cezalandırdığını hayal eder. Filmin gerçekliğini sarsan, anlaşılması zor sahnelerdir. İzleyici afallar.
Filmde çıplaklık, gezici bakış açısı gibi modern ve dikkat çekici öğeler de vardır. Giriş sahnesinde karakterlerin ağzından Murtaza hakkındaki görüşlerini duyarız. Önceden metne hakim olan dikkatli izleyici, bu kişilerden her birinin toplumun bir kesimini temsil ettiğini, Murtaza gibilere toplumun nasıl bir pozisyon aldığını anlayacaktır. Örneğin kapitalizmin temsili Fen Müdürü, Murtaza'yı yere göğe sığdıramaz. Kontrol Nuh ise Murtaza'dan nefretle bahseder.
Yine ilk film uyarlamasında olduğu gibi çocuk sayısı azaltılır, bu sefer 2 kıza düşürülür. Büyük kız yine namussuzlukla sınanırken küçük kızın kaderi zaten Murtaza tarafından öldürülmektir. Karısı da çalışmaz, balkonda fasulye ayıklayıp Akile halayla gülüşen mutlu bir tiptir. Kızının sevgilisi kapı önüne dayandığında çıkmasına göz yuman, kocasının şapşallıklarına gülüp geçen huzurlu bir kadındır. Romandaki anne karakteriyle tamamen alakasızdır. Fabrika'daki siyasi parti ayrışmasına yer verilmez. Don Kişot yakıştırması yoktur. Kitapta Murtaza bekçilik görevini yaparken gece ışığı yanan evleri basıp uyumalarını emreder, sokaktaki kedileri kovalar, vs. Toplumun düzenini sağlama görevine bunların da dahil olduğuna inanır. Filmde ise nedense fabrika kontrolcüsü olarak bunları yapar. Kimse de çıkıp sen kimsin, sana ne demez.
Filmin sonlarında değerli bir sahne vardır. Bu sahne Murtaza'nın analizi için kilit öneme sahiptir. Küçük kızını öldürdükten sonra kızın platonik aşığı Murtaza'yı yolda kıstırıp bıçaklar ve üniformasını üzerinden alır. Murtaza bir süre yerde baygın yattıktan sonra ayaklanıp göğsünü şişire şişire fabrikada yürür ve vazife her şeyden üstündür lafları arkadan duyulur. Burada Murtaza'nın vazife kavramı hakkındaki kafa karışıklığı son derece nettir. Emeğinin sonuna kadar sömürüldüğü bir fabrikada artık yorgunluğa dayanamayıp uyuklayan kızını vazifeye aykırı davrandığı gerekçesiyle öldürür Murtaza. Vazife ve iktidar kavramları hakkındaki kafa karışıklığı çok nettir. Benim üzerimdeyse ve zenginse mutlaka çok çalışmıştır ve hak etmiştir, o zaman ona itaat etmeli ve vazifemi yerine getirmeliyim mantığıyla sorgusuz sualsiz hareket eder. Kendisini emeğini sömürmek üzere kurulmuş bir sistemin üstlerine hevesle itaat eder. Kitaptaki Don Kişot'luk filmde de bu sahneyle birlikte kendini gösterir.
Filmin en son sahnesi de ilginçtir, gerçek bir karaktere atıf yapar. Orhan Kemal bu romanı yazarken gerçekten tanıdığı bir banka kapıcısından etkilendiğini söyler. Hatta yazarın arkadaşı Nurer Uğurlu bu kapıcıyı tanıdığını ve Murtaza'ya çok benzediğini söyler. Bir gün Uğurlu bu kapıcıya Murtaza'yı anlatır. Kapıcı A be bu adam beni nereden tanır?
Bilir mi benim gibi bir adam yaşar Adana’ da, hemi de bu sıcakta (...)
Neden yazar beni kitaplar? Ya okurlarsa amirlerim, bu yolda istemem
laubalilik! der. Filmde de son sahnede Murtaza'nın Fen Müdürü Kamuran'la birlikte bir bankada kapıcı olarak çalışmaya başladığını görürüz. Bir genç adam Orhan Kemal'in Murtaza kitabını getirip Murtaza'ya gösterir. O da benzer bir tepki verip genç adamı kovalar. Karakterin yaratıcısı Orhan Kemal, karakterin kendisiyle birleşip gerçek kapıcıya selam çakarlar adeta. Gerçeklikle kurgunun iç içe geçtiği, keyifli bir sahnedir.
İyi okumalar, iyi seyirler.
---------------------------------------------------------
KAYNAKÇA
* Berkant Örkün, Orhan Kemal'in Murtaza İsimli Romanını Foucault'nun Özne ve İktidar Kavramlarıyla Birlikte Okumak
* Mustafa Kemal Coşkun, Orhan Kemal'in romanlarında toplumsal dönüşüm ve sınıflar
* Murat Akser, Turkish Independent Cinema: Between Bourgeois Auterism and Political Radicalism