1931 doğumlu Kanadalı öykücü Alice Munro'nun 2004 yılında yayınlanan Runaway öykü kitabında yer alan üç öykü (Chance, Soon, Silence), 2016 yılında Pedro Almodóvar'ın çok ses getiren Julieta filmine uyarlanır. Film yıllardır görmediği kızının arkadaşıyla karşılaşıp kızı hakkında haber alan ve dağılan Julieta ile başlar. Daha sonra flashback'le Julieta'nın kızıyla ilgili gizem yavaş yavaş ortadan kalkar. Hikaye entrikalardan çok, karakterlerin psikolojileri etrafında döner, derinliklidir.
Film, Munro'nun Kanada'da geçen hikayesini İspanya'ya taşıdığı için karakterlerin ismi değişir: Juliet-Julieta, Antia-Penelope, Eric-Joan, Christina-Ava, Heather-Beatriz, Gary-Lorenzo, Ailo-Marian.
Almodóvar, Julieta'nın hayatındaki üç evreyi -Antia'dan önce, Antia ile birlikte, Antia'dan sonra- üç farklı oyuncuyla anlatarak Munro'nun 3 farklı öykü formülüne atıfta bulunur. Kadın öykülerini gizemli bir şekilde işleyerek izleyiciyi ters köşeye yatırmayı seven Almodóvar ile yine kadın öykülerini dingin, çarpıcı ve derinlikli bir şekilde işleyen Munro iş birliği eşsizdir. Julieta'yı Munro doğurup büyütür, Almodóvar ona küçük dokunuşlarda bulunup geliştirir. Julieta'yı anlamak için hem kitabı okumak hem de filmi izlemek kuşkusuz alacağınız hazzı iki katına çıkaracaktır.
Munro'nun Julieta'ya Kattıkları
Burada filmin farklı gösterdiği ancak, kitapta daha akla yatkın olan detaylardan bahsedelim.
Film yıllar sonra kızından haber alıp sarsılan bir anne görüntüsüyle başlar. İzleyiciye kırılgan ve acınası bir kadın imajı verilir. Kitapta ise Julieta asla acınası bir kadın değildir. Kendi kızı onu terk ettikten sonra belirli bir süre bunu takıntı haline getirse de, daha sonra kabullenir ve hayatına kaldığı yerden devam eder. Filmdeki gibi sarsılmaz. Hayatındaki taşları yerine oturtup kızının kendisini terk edişini kabullendiği için daha dingin bir tepkiyle karşılar. Hatta ruhani arayışı için kendisinden kaçtığını düşünen Julieta, Penelope'nin 5 çocuklu anaç ve zengin bir hayat sürdüğünü öğrenince onun sıradanlığı karşısında biraz hayal kırıklığına uğrar. Kendince olayın gizemini çözmüştür ve artık ona aklını kaçırtacak kadar önemli bir konu değildir Penelope.
Film Julieta'nın son haliyle başlar, bir gizem yaratılır, izleyici film boyunca Antia'yı merak eder ve ona yoğunlaşır. Bu da filmin Antia'nın çevresinde dönmesine neden olur. Kitapta ise öyküler tamamen Juliet'in etrafında dönmektedir. Önce gençliğini, sonra Eric ve Penelope'li yıllarını en sonunda da yalnız yıllarını okuruz. Yalnız yıllarının anlatıldığı üçüncü öyküde dahi Penelope'yi çok fazla merak etmez okur. Bir yan karakter olarak Julieta'nın hayatından geçer gider.
Filmde Antia'nın davranışının derinine inilmez. Kaç insan durup dururken sıradan bir ilişkisi olan annesini bir daha görmemek üzere terk edip gider ki? Bunun sebepleri çok belirsizdir. Kitapta ise bu, Juliet ve Eric'in tanrıtanımaz olmasıyla açıklanır. Penelope, genç yaşta babasını kaybedip annesinin dağıldığını gördüğü ve ergenlik döneminde kendisini güçlü olmaya zorladığı için muhtemelen ileriki senelerde bir anda patlak verir ve içindeki boşlukla yüzleşir, bu boşluğu da ailesinin öğretmediği ruhani keşifleriyle doldurmayı hedefler. Bu nedenle inzivaya çekilir. Sonra da belki annesini çekip çevirme görevi ona ağır geldiğinden tamamen kaçar. Kitapta üstü kapalı bir şekilde bu açıklamalar verilir.
Filmde Julieta, iyi bir evlat ve başlarda günahkar, sonlarda zavallı bir anne olarak yansıtılır, izleyicinin üzerindeki acıma hissi iyice derinleşir. Kitapta ise zaman zaman kötü bir evlat, genellikle iyi bir annedir. Anne ve babasını isimleriyle anar. Mesafeli ve tamamen yetişkin bir ilişkileri vardır. Zaman zaman annesiyle çatışmalar yaşar ve ona kendini kötü hissettirecek şekilde davranır. Kitap kadını anaçlık, bağlılık, ödev, eş, evlat ve anne görevleri gibi kavramlardan soyutlayıp olduğu gibi yansıtabildiği için zamanın ötesinde ve boğmayan, nefes aldıran, içerdiği drama rağmen içinizi vıcık vıcık ezmeyen bir hikaye sunar.
Metinler Arası Göndermeler
Juliet, kitapta Yunan ve Latin dili eğitimi görmüş, mitolojiye delicesine tutkulu bir kadındır. Öykülerde metinler arası atıflar vardır, ki filmde olmayıp kitapta olan en önemli unsurdur:
- Eric'in cenaze töreninde vakur bir tavra bürünen Ailo'ya, edebiyatta sık kullanılan Deniz Dulu yakıştırması yapılır örneğin.
- Milattan önce üçüncü yüzyılda Heliodorus tarafından yazılan Aethiopika romansına da atıf vardır. Buradan İngilizce çevirisini okuyabileceğiniz bu Antik Yunan romansında, Juliet'in hikayesine benzer bir hikaye, daha dramatik ve elbette destansı bir tonla anlatılır. Etiyopya kraliçesi, beyaz doğan kızını zina yaptığı sanılmasın diye büyütmesi için bir gimnosofiste (bir tür filozof) verir, kızı alıp Mısır'a götürürler, büyük tehlikeler atlatır, büyüyünce de az kalsın bir ayinde kurban edilecekken kurtarırlar, anne-baba-kız mutlu bir hayat yaşarlar. Ağır bir dramın ardından keskin bir dönüşle mutlu sona geçilir. Antik Yunan romanslarındaki kusursuz karakterlerin, mutlu sona ulaşana dek korkunç dünyayla karşılaşıp sürekli tehlikeler atlatması teması, Greimas'ın eyleyenler şemasıyla kolayca analiz edilebilecek çok klasik bir kurgu formülüdür. Juliet'in hikayesiyle Etiyopya kraliçesinin hikayesi genel hatlarıyla birbirine benzese de, Antik Yunan edebiyatıyla 21. yüzyıl edebiyatı birbirine benzemez. Munro, öyküsünün sonunu Greimas'ın şemasına kolay kolay yerleştirilemeyecek şekilde bitirir. Hatta bir son yazmaktan çok, Julieta'yı hayatın gidişatına teslim ederek kendisi başka bir öyküye geçer. Destansı anlatımın duyguları harekete geçiren yapısı, yerini Munro'yla birlikte gerçekçi ve yalın anlatımın dinginliğine bırakır. Annesinden istemeden kopan, hayatı boyunca birçok tehlikeden geçen ve uzun yıllar savaştıktan sonra annesine kavuşan kızın aksine, Penelope annesi yanındayken zorluklar çeker, daha sonra annesini kendi iradesiyle terk eder ve geri dönmez. Ruhani bir topluluğun içinde yetişen Etiyopyalı prensesin aksine, Penelope ruhani arayışla çıktığı yolculuğu beş çocuklu, zengin ve sıradan bir kadın olarak sonlandırır. Munro, Heliodorus'un kurgusunu tam olarak tersine çevirir, hikayeden mutlu sonu alır ve antik metinlerin insanlara atfettiğinin aksine, kimsenin kusursuz olmadığını, kusurlarla harmoni içinde yaşamakta olduğumuzu vurgular.
- Eski metinlere bir başka dolaylı atıf daha vardır. Juliet, evli ve karısı hasta bir adamla ilişki yaşamak üzere Whale Bay'e doğru yola çıkar. Tesadüfen Ann onun gittiği gün ölmüştür. İlişkiye başlarlar. Kadın adama giderek, yasak meyveyi koparmaya teşvik eder. Adam yasak meyveyi (zina) koparır. Efsaneye göre bu günahı işleyen Kadın doğum yapıp çok acı çekmekle cezalandırılır; Adam ömrü boyunca çalışmak zorunda olmakla cezalandırılır. Öyküde Kadın doğum yapar, dini metinlerin söylediğinin aksine doğurduğu sırada değil ama çocuğu bir yetişkin olduğunda acı çeker. Adam ömrü boyunca kazancını elde etmek için balıkçılık yapmak zorundadır, o kadar ki bu onun hayatına mal olur. Yasak meyve hikayesine yapılan bu atıf, öykünün dini bir mesaj taşıdığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Yalnızca eski metinlere çakılmış bir selamdır, eserin edebi zevkini artırır. Juliet hayatı boyunca dinlere inanmaz. Öyküdeki dinle bağdaştırılan tüm karakterler acımasız, taraflı, ukala olarak tasvir edilir.
Almodóvar'ın Julieta'ya Kattıkları
Munro, edebiyatçı protagoniste destansı bir kader çizip hikayesini eski metinlere atıfta bulunarak anlatır. Edebi hazzı yoğundur. Almodóvar, bu hazzı görsele taşır. Hikayeyi Kanada’dan kopartıp İspanya’ya taşır. Aşk ve ölüm gibi karşıt temaları kırmızı yoğunluklu kontrast bir görselle anlatıp, daha keskin ve tutkulu bir izlenim yaratır. Çarpıcı dekorasyonlar, mitoloji, heykel atıflarıyla diğer sanat dallarından yardım alıp izleme keyfini artırır. Görsellerle kattığı « kalite » marjinal karakterlerle iyice güçlenir. Kendi tarzına uygun şekilde, cinsel açıdan özgür ve toplumsal baskılara boyun eğmeyen karakterler tasvir eder.
Kitapta olmayıp filme eklenen birtakım detayları bu kısımda inceleyeceğiz.
Trende intihar eden adam öyküde biraz havada kalır, görselde ise daha akılda kalır bir etkisi vardır. Julieta'nın hayatındaki ölümlerin ilkidir. İkincisini de ironik bir şekilde bu ölümle bağlantılı olarak kendisine çeker.
Kitapta ilk gençliğini sönük bir şekilde geçiren Juliet’in aksine, kitaptaki Julieta deli dolu bir genç kadındır. Öğrencileriyle ilişkisi sıcaktır. İletişim kurmakta sıkıntı çekmez. Kitaptaki Juliet, Eric’le trendeki karşılaşmalarında bakire olduğunu söyleyip kaçar ve bundan daha sonra çok pişman olur. Almodóvar, Juliet’in hayatı boyunca pişman olacağı bir karar vermesine izin vermeyerek filme bir trende sevişme sahnesi ekler. Almodóvar gibi, karakterleri de özgürdür.
Kitapta Deniz Dulu yakıştırması yapılan sahiplenici komşu Ailo, filmde iyice karikatürize edilerek ikonik bir karaktere dönüştürülür. Almodóvar’ın filmlerinde sık sık kendisine rol bulan Rossy de Palma, bu yan karakteri adeta bir efsaneye dönüştürür. Öyküye gizem ve tuhaflık katan bir karakterdir. Almodóvar’ın kendine özgü, adeta parodiye kayan gerilim dokunuşlarının bir örneğidir. Antia’yı gitmeye teşvik eden bir görüntü yaratılır. Kitaptaki dini figürlerin soğukluğu ve iticiliği olduğu gibi bu karaktere aktarılmıştır. Zaten Julieta’ya günahkar olduğunu sık sık hissettirmek için elinden geleni yapar.
Kitap Penelope’yi okura çok göstermez. Film ise uzun uzun gösterir. Babası öldükten sonra sergilediği güçlü tavırları ve annesine olan desteğini görürüz. Daha sonra ona ağır gelip kaçmasına neden olan şey bu durumdur belki de. Kitapta Juliet, Heather ile yalnızca bir kez karşılaşıp kızı hakkında iyi şeyler duyar. Filmde ise iki kez karşılaşırlar, ikincisinde Antia’nın aslında uzun zamandır tuhaf olduğunu ve görüşmediklerini ona açıklar. Film, başlarda Antia’nın tarafını tutan izleyiciye ters köşe yaptırır. Julieta’nın başından beri bir günahı olduğunu düşünen izleyici, filmin sonunda çarpıcı bir sonla karşılaşıp boşluğa düşer. Yine Almodóvar üslubu söz konusudur.
---
Kitabın Can Yayınlarından çıkan Roza Hakmen çevirisi şiddetle tavsiyedir.