21 Ocak 2018 Pazar

Filmden Kitaba: Fatmagül'ün Suçu Ne?

1986 yılında Süreyya Duru yönetmenliğinde çekilen, başrollerinde Aytaç Arman ve Hülya Avşar'ın oynadığı filmdir. Senaryosunu Vedat Türkali yazar. 
 
Asıl adı Abdülkadir Pirhasan olan 1919 Samsun doğumlu Vedat Türkali, İstanbul Üniversitesi Türkoloji bölümünü bitirir. Maltepe ve Kuleli Askeri Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yapar. 1951'de siyasal gerekçelerle tutuklanır. Hapishanedeyken yazdığı şiirler el altından yayılmaya başlar ve ismini böylece ilk kez çevrede duyurur. 1958'de beraat ettikten sonra sinema alanına yönelir. 40'ın üzerinde senaryo yazar. Senaryolarının yanında oyunları ve romanları da vardır. Sansüre gebe pek çok konuda peş peşe eserler verir. 2016 yılında ölür. 97 yıllık yaşamı boyunca daima günceli yakalar, dönemin ruhunu ve meselelerini kavrar ve güncel meselelerle ilgili yazar.

1984 yılında yayınlanan Eski Filmler kitabındaki üç senaryodan biri olan Umutsuz Şafaklar, bundan iki sene sonra Süreyya Duru yönetmenliğinde Fatmagül'ün Suçu Ne? ismiyle filme çekilir. 1986 yapımı bu sinema filminden sonra 2010 yılında 80 bölümlük bir diziye uyarlanır. Senaryo, 2011 yılında Sebahat Altıparmakoğlu tarafından Vedat Türkali'nin teşvikleriyle hikayeye dönüştürülür ve 120 sayfalık bir öykü olarak yayınlanır. 1975 İstanbul doğumlu, uzun yıllar Vedat Türkali'nin asistanlığını yapmış olan, Roman Kahramanları dergisinde yazıları yayınlanan, soLkültür sitesinde yazmaya devam eden Sebahat Altıparmakoğlu, mütevazı bir giriş yazısıyla, giriştiği bu çetrefilli hikayeleştirme macerasının yalnızca parçaları birleştirmekten ibaret olduğunu, bunun bir Vedat Türkali eseri olarak bilinmeye devam etmesi gerektiğini söyler. Ama Vedat Türkali gibi bir yazarın romanı aratmayan, detaylı şekilde düşünülmüş kurgusunun arasına cümleler eklemenin zor olduğu gerçeğini de gizlemez. Vedat Türkali'nin vakti olmadığı için, kendisinin de cesareti olmadığı için uzun zamandır gizledikleri hikayeleştirme işine nihayet 2011 yılında girişirler ve ortaya yalın, başarılı bir hikayeleştirme çalışması çıkar. Sahiden de bir "roman" havası katmaktan çok, diyaloglar arasındaki kopukluğu engellemek için araları doldurarak akıcılık sağlar. İlahi bakış açısıyla odağı anlatıcıya kaydırmak, kurgunun evrenindeki her şeyi bilmek gibi bir iddiası yoktur. 

Kadının şu üç kuvvet unsurundan birine sahip değilse çok kolay sindirilebileceğini gösteren çarpıcı bir senaryodur: kendisini koruyan başka bir güçlü erkek, nüfuzlu tanıdık, para. Fatmagül, 5 erkek tarafından tecavüze uğradıktan sonra kendisini koruyan bir erkek figürü olmadığı için (ağabeyi saftır ve nişanlısı tecavüze uğradıktan sonra ondan vazgeçer) ortada kalır. Kasabanın siyasi gücünü elinde tutan iki rakip aile de tecavüz meselesinden olumsuz etkilenir, örtbas etmek için aileyi parayla susturmaya çalışırlar. Olayda görev alan avukatlar, savcılar, hapse düşen nüfuzlu ailelerin oğullarını kurtarmak için çözümler üretmeye çalışırlar. Adalet Fatmagül'ü değil hapse düşen 5 genç erkeği korumak için vızır vızır çalışır, paralar havada uçuşur. Tecavüz edenler mağdurlaştırılır ve tecavüz edilen itibarsızlaştırılır. 

Hapse giren gençlerin tahliye edilmesi için savcının verdiği tavsiye üzerine, tecavüzcülerden biri olan Kerim Fatmagül'le evlenir. Elbette kirli, kahpe bir kadınla evlendiği için kendini dünyanın en bahtsız, en gariban insanı olarak görmektedir ve talihine karşı içinde biriken hıncı Fatmagül'ü tekrar ve tekrar döverek dışavurur. Bahtsız Fatmagül de Stokholm sendromuyla, işkencecisine bağlanır, onun gözüne girmek için çırpınarak sonunda merhamet uyandırmayı başarır ve işler yoluna girer. Kerim yaptıklarından utandığı için değil, "üzerinden tüm mahallenin geçtiği kahpe bir kadını nikahına almasının" içinde yarattığı öfkeyle başa çıkmaktan yorulduğu için pes eder. Artık Fatmagül'ü bağrına basacaktır, böylelikle kasabada yürürken insanların "kahpe avratlı" lafını rahat rahat yüzüne söylemelerini engelleyecektir. Bir koruma kalkanı yaratarak bir bakıma kendi itibarını toparlayacaktır. Fatmagül'ün kendisiyle aynı sofrada oturmasına izin vererek, kendisiyle gelip kömürde çalışmasına ses etmeyerek, tekmeleyip çocuğunu düşürmesine neden olduktan sonra eczaneye gidip ilaçlarını alarak büyük "merhametli, affedici erkek" olacak ve sözde kızı kurtaracaktır. 

Elbette mutlu gibi görünen sonda, kadın için son derece trajik, aşağılayıcı bir durum söz konusudur. Yazarın da başlıkta sorduğu gibi, suçu nedir tecavüze uğrayan Fatmagül'ün? Mustafa'ya "kirlendiği" gerekçesiyle Fatmagül'den bir anda soğuma ve uzaklaşma hakkını veren nedir? Kerim'e "kirli" kadını aşağılama hakkını veren nedir? Adalet temsilcilerine suçluları kayırıp mağduru itibarsızlaştırma cesaretini veren nedir? Kasabanın forslu adamlarına "kuyruk sallamasa bunlar başına gelmezdi" diye söylenti yayma cesaretini veren nedir?

1986 yapımı filmde, senaryoda yer alan bazı şeyler hiç gösterilmez. Birkaç karakter komple çıkarılır ve daha detaylı yer verilen bazı karakterler önemsizleştirilir. Senaryodan hikayeleştirilmiş bir öyküdür, senaryoya herhangi bir şey eklemez. Hülya Avşar'ın güzelliği, çok küçük bir role sıkıştırılmış Menderes Samancılar'ın oyunculuğu ve Cahit Berkay'ın müzikleri dikkat çekicidir. 

- Hikayede yer alan yenge karakteri ve yeğenler filmde hiç gösterilmez. 
- Hikayede Fatmagül'ün ağabeyi saf olmakla birlikte her zaman Fatmagül'ün yanındadır, tecavüzcülerin aileleriyle konuşurken rüşvete direnir, "ama Fatmagül hep ağlıyor" diyerek kendince kardeşini savunur. Filmde Menderes Samancılar tarafından canlandıran Rahmi, sadece arada sırada belirir ve yok olur. Aralarındaki sıkı kardeşlik bağına pek yer verilmez. 
- Hikayenin başında Mustafa'dan uzun uzun bahsedilir. Filmde yalnızca bir cümlede ismi geçer, kendisini hiç görmeyiz. 
- Hikayede evliliklerinin ilk sabahında Kerim Fatmagül'ün hazırladığı çorbayı içmez, dışarıda çorba içerken insanlar "ilk günde karın bir çorba pişirmedi mi" diye eleştirir. Filmde dışarıdaki bu sahne yer almaz.
- Hikayede Kerim sahil kulübesine giderken, Ebe Nine Fatmagül'e peşinden gitmesini söyler. Filmde bu kısım yoktur. 
- Hikayenin sonunda kasabaya geri gelen 3 tecavüzcüyü Ebe Nine başta olmak üzere tüm kasabalı taşlayarak kovar. Filmde böyle bir şey yoktur.

Bu ufak farklar dışında kitapta okuduğunuz her şeyi filmde bulacaksınız. 80'lerin tuhaf jest ve mimiklerini, güzel manzaraları, sahil kasabalarını, dünyalar güzeli Hülya Avşar'ı göreceksiniz, Cahit Berkay müziklerini dinleyeceksiniz. İnanılmaz uzun ve dramatik Türk dizilerine katlanabilenler elbette 80 bölümlük, bölüm başına 90 dakika süren Beren Saat versiyonunu da izleyebilir. Bir toplumsal eleştirinin Kerim-Fatmagül aşkı eksenine indirgenişini görmeye tahammülü olmayanlar için muhtemelen uygun değildir.

13 Ocak 2018 Cumartesi

Kitaptan Filme: Wonder

Amerikalı kitap kapağı tasarımcısı Raquel Jaramillo'nun R.J. Palacio takma ismiyle yazdığı, 2012 yılında yayınlanan ilk romanıdır. 2017 yılında kendisi de bir yazar olan Amerikalı Stephen Chbosky yönetmenliğinde sinemaya uyarlanır. 

Treacher Collins sendromlu 10 yaşındaki August 'Auggie' karakterinin okuldaki ilk senesini konu alır. Doğduğu günden beri 27 ameliyat geçiren Auggie dikkatli bir bakıma ihtiyaç duyduğu için 10 yaşına kadar okula gönderilmez, evde eğitim alır. Koruma kalkanını biraz gevşetip insanlarla kaynaşmasını isteyen annesinin girişimleriyle beşinci sınıftan itibaren başlamak üzere Beecher Prep okuluna yazdırılır. Yüzünü gören insanların ona verdiği tepkiler nedeniyle insanların içinde kendisini kötü hisseden Auggie için zor bir sene olacaktır. Okul açılmadan kısa bir süre önce okul müdürü Mr. Tushman ile tanışır. İlk izlenimi iyi giderken ona okulu gezdirmesi için çağrılan Charlotte, Jack ve Julian ile tanışır. Çocukların onu ilk gördüklerinde yüzlerinde oluşan tepki onu mutsuz eder. Julian'ın alaycı ve saldırgan tavırları da üstüne eklenir. Jack'in dostça tavrı sayesinde ilk karşılaşmalarında Julian ile başa çıkmayı başarır. Bu ilk deneyimden aldığı cesaretle okula başlamayı kabul eder. Bir sene boyunca iyi ve kötü olaylarla karşılaşır.

R.J. Palacio, gerçekte başına gelen bir olaydan esinlenerek bu romanı yazar. küçük oğullarıyla bir gün dondurma sırasında beklerken yüzü deforme olmuş bir kız çocuğunu gören oğlunun tuhaf bir tepki vereceğini düşünerek panikler ve oradan kaçarcasına ayrılır. Çocuk ve ailesini kırmamak için sergilediği bu tavrın onlar için aslında daha kırıcı olduğunu fark eder. Bunun üzerine August karakterini yaratarak deneyimini bir romana dönüştürmeye karar verir. Hatta kendi yaşadığı deneyim romanın bir kısmında yer alacaktır. Yazar son derece iyimser bir bakış açısına sahiptir. Bu yaştaki çocukların dünyasında herkese karşı biraz daha nazik ve saygılı olmanın tüm sorunları ortadan kaldıracağına ve büyük bir fark yaratacağına inanır. 

"Farklı" olanlara karşı, çocukların kendi aralarında verdikleri acımasız tepkilerin yanı sıra, yetişkinlerin bilinçli olarak verdikleri kötü tepkiler de romanda vardır. Örneğin, Julian'ın ailesi okul müdürüne mektup yazarak okullarının özel ihtiyaçları olan çocuklara uygun olmadığını, sene başında Julian'a verilen August'la arkadaş olma görevinin Julian'ın omuzlarında büyük bir yük olduğunu, August'u bu okulda görmek istemediklerini söyler. August, bu gibi saldırgan tavırların yanında, tam olarak saldırgan olmayan ancak rahatsız edici başka tavırlarla da sürekli karşılaşır. Toplu etkinliklerde çocuklarını izlemeye gelen yetişkinler doğrudan August'un yüzüne bakarak onun kötü hissetmesine neden olurlar. Zekası, derslerindeki başarısı, esprili yapısı ve rahat tavırlarıyla Jack ve Summer'la kısa sürede dostluk kuran August tüm bu olumsuzlukları ailesinin desteği, arkadaşlarının sevgisi ve öğretmenlerinin denetimi aracılığıyla bir şekilde atlatmayı başarır. 

Kitap August'un bakış açısıyla başlar, daha sonra tek tek tüm kilit çocuk karakterlerin bakış açısıyla devam eder. Örneğin, bir bölümde Jack'in gözünden anlatılmaya başlanır. Cadılar Bayramı'ndan sonra August'un kendisine neden kötü davrandığını anlayamadığını, Summer'ın verdiği tüyo ile sebebini anladığında kendisini nasıl kötü hissettiğini, August'tan özür dilediğini ve tekrar arkadaş olduğunu onun gözünden okuruz. Arkasından Julian'a "August'un yüzüyle doğsaydım kendimi öldürürdüm." diyen Jack'in aslında bunu hiç kastetmediğini, August'u komik, akıllı, yardımsever bulduğu için gerçekten sevdiğini, sınıfta 20 kişi arasından seçmesi gerekse yine August'u en yakın arkadaş olarak seçeceğini kendi ağzından söyler. Aynı şekilde ailesi sürekli olarak küçük kardeşiyle ilgilendiği için yalnız başına idare etmeye alışan Via'nın yaşadıklarını da onun gözünden öğreniriz. Kısacası hikaye, hem August olmayı hem de August'un en yakın arkadaşı, kardeşi, vs. olmayı anlatır. Bu August'un olduğu kadar, August'un yakınındaki kişilerin de hikayesidir. Yalnızca August'un toplumla nasıl başa çıkacağını değil, toplumun August'a nasıl davranacağını da ele aldığı için son derece cesur bir yol seçer. Nezaketin ve saygının, toplumdaki tüm bireyler için hayatı daha kolay hale getireceği sonucuna varır.

Kitabı yayınlandığında küçük bir okur kitlesi edineceğini sanan R.J. Palacio, bu kadar büyük bir ilgiyle karşılaşınca büyük bir şaşkınlık yaşayacaktır. Romanı 2017 yılında aynı isimle çıkan filme uyarlanma aşamasındayken tüm süreçlerde işin içinde yer alır. Yarattığı eserin uyarlanırken değiştirileceğinden veya saptırılacağından tedirgindir başlarda. Hikayeyi çok seven ve özünü korumaya çalışan prodüktörler, yönetmen koltuğuna bir yazar olan Stephen Chbosky'yi oturttuklarında rahat bir nefes alacaktır. İkisi zaman zaman sadece yazarların takılacağı çok küçük detaylar hakkında uzun uzun fikir alışverişleri yaparlar. Sonuç olarak ortaya çıkan iş, R.J. Palacio'nun içine sinecektir. August'un yüzü romanda filmdekinden daha kötü bir durumda tasvir edilir, Palacio yine de makyaj ekibi tarafından tasarlanan, yapımı 1,5 saat süren August makyajından memnun kalır. Mr. Tushman, karakteri yaratırken tam olarak hayal ettiği kişidir. Julia Roberts seçimi onu çok şaşırtır, canlandırdığı karakteri çok beğenir, yerinde kullandığı mimikleri sayesinde filmin kilit karakterinin Julia Roberts olduğunu düşünür. 

August karakterini, geçtiğimiz yıllarda Room filmiyle ses getiren küçük oyuncu Jacob Tremblay canlandırır. Kariyerindeki ikinci uyarlama filmde oynar. Rolüne hazırlanırken, ailesiyle birlikte Children's Craniofacial Association'a giderek Treacher Collins sendromlu çocuklarla tanışarak onlarla arkadaşlık eder. Bu deneyiminin de yardımıyla şaşırtıcı derecede iyi bir performans sergiler. Tıpkı canlandırdığı Auggie karakteri gibi, kendisi de bir Star Wars hayranıdır. Via karakterini oynayan Izabela Vidovic, Jack karakterini oynayan Noah Jupe yine göz doldurucu performanslar sergileyen diğer çocuk oyunculardır.

Kitap aslına uygun bir uyarlama olmakla birlikte, hikayeyi keyifli yapan August'un, Jack'in eğlenceli bakış açılarını ve Nate'in esprilerini tam yansıtmadığı için daha çok kitabın bir fragmanı gibidir. Romandaki olaylar doğru sıralamayla aslına uygun aktarılır. Tam olarak kitapla aynı noktalarda ağlatır. Fakat karakterlerin kafasından geçenleri görememek bir tür boşluk hissi yaratır. Kitabı başarılı yapan tüm o eğlenceli üsluplar, bakış açısı oyunları filmde yitip gitmiştir sanki.

Kitap ve film arasındaki bazı farklar şöyledir: 

- Julian, August'a okulu gezdirirken yüzüne ne olduğunu sorar. Filmde bu yoktur. 
- Kitapta aile Mr. Tushman'in ismiyle çok dalga geçer, filmde bu kısımlar yoktur. 
- August Miranda'nın ona hediye ettiği kaskı 2 sene boyunca takar ancak okula başladığında onu çoktan kaybetmiştir. Hatta insanların ona bakışından rahatsız olduğu için ilk günlerde kaskını çok arar. Filmde okula sürekli kaskla gidip gelir. 
- Kitapta tüm çocuklar ilk olarak sınıf öğretmenlerinin dersinde tanışırlar, daha sonra ilk olarak İngilizce öğretmenleri Mr. Browne'ın dersine girerler. Film doğrudan Mr. Browne ile başlar. 
- Kitapta Summer'la kantinde tanışırlar, aynı sınıfta değiller. Filmde aynı sınıftalardır. 
- Kitapta kantindeyken ilk olarak yanına Summer gelip oturur, filmde Jack gelir. 
- Kitapta Jack, kardeşi Jamie küçükken bakıcılarıyla gittikleri dondurmacıda August'u gördüklerini, kardeşinin ondan çok korktuğunu, bakıcısının da küçük çocukların vereceği tepkinin karşı tarafı kırmasından korktuğu için ne yapacağını bilmeden oradan kaçtığını anlatır. Filmde bu olay, Jack ve annesinin başından geçmiş gibi anlatılır. Jamie ve bakıcı yoktur. 
- Kitapta Justin ve August, ebeveynleri evde yokken tanışırlar. Via Justin'e öncesinde August'tan bahseder. Filmde eve geldikleri bir gün tesadüfen tanışırlar ve yüzünü görünce şaşırır.
- Kitapta Justin ve Via'nın ailesi bir restoranda tanışırlar. Filmde Via'nın annesi ve Justin, Justin'in eve geldiği gün ayak üstü tanışırlar. 
- Filmde bazı kısımlar aşırı hızlı geçilir. Örneğin kayak yapmaktan bahseden popüler çocuk grubunun arasındaki Jack'in aslında gruptaki bir çocuğun kayağını alarak modifiye ettiği, kayağın çocuğa ait olduğunu öğrendiğinde yüzünün düştüğü filmde çok hızlı anlatılır. 
- Kitapta Daisy'nin evden götürüldüğü gün bir daha geri dönmeyeceği söylenir ve çocuklar onunla vedalaşırlar. Filmde vedalaşma kısmı yoktur. 
- Kitapta Auggie, ağlayan babasını gördüğünde belki de yalnız kalmak istediğini düşünerek yanına gitmez. 
- Daisy'yi nasıl buldukları filmde anlatılmaz. 
- Kitapta Miranda, prova sırasında Justin'e eskiden Via'yla en iyi arkadaş olduklarını söyler. Filmde bu yoktur. 
- Kitapta Julian'ın ailesi çağırılır, okul yönetimi Julian'ın August'un dolabına bıraktığı notları August'a baskı yaparak alır ve ailesine şikayet eder. Kitapta August ve Jack bunlardan kimseye bahsetmez.
- Kitapta Julian yakalanmadığı gibi, özür de dilemez. Filmde yaptığı tacizlerin cezası olarak 2 günlüğüne okuldan uzaklaştırılır ve bu nedenle doğa kampına gidemez. Kitapta böyle bir şey yoktur. 
- Filmde Julian'ın ailesi, okul yönetiminin tavrı karşısında Julian'ı bir dahaki dönem başka bir okula göndereceklerini söylerler, Julian bunu büyük bir üzüntüyle karşılar ve müdürün odasından çıkarken ağlamaklı bir şekilde özür diler. Kitapta Julian asla bu kadar insancıllaştırılmaz. Filmle kitabın en çok ayrıldığı nokta bu kısımdır. 
- Kitapta Summer, popüler kızlardan oluşan grup tarafından partiye davet edilir ve isterse August'u bırakıp kendileriyle takılabileceklerini teklif ederler. Oradan kaçarak Auggie'yi seçer. Filmde bu yoktur.
- Kitapta doğa kampına gittiklerinde, gece açık hava sineması sırasında tuvalete gitmek için ormanın derinliklerine dalarlar. Yedinci sınıfların saldırısına uğradıklarında gece ve etraf çok karanlıktır. Filmde her şey gündüz gerçekleşir. 
- Kitapta Auggie, kovalamaca sırasında işitme cihazını düşürür, filmde bu yoktur. 
- Auggie'ye yapılan saldırı kitapta bir dönüm noktası olarak anlatılır. Kavga aileye bildirilir, okul yönetimi bu işi çok ciddiye alarak saldıran çocukları bulmaya çalışır. Onu kavgada koruyan çocukların hikayeyi tüm okula yayıp Auggie'yi bir kahraman gibi göstermeleri sayesinde herkes onu kabullenir ve iyi davranışlar görmeye başlar. Filmde bu kısım çok hızlı geçilir, bunların hiçbiri anlatılmaz. 
- Kitapta Nate kaskı attığını söyler. Filmde sakladığını söyler.

Roman büyük bir tanınırlık kazandıktan sonra R.J. Palacio, 365 Days of Wonder ve Auggie & Me romanlarıyla hikayeye devam eder. Bunların ilkinde, Mr. Browne'ın precept'leri, ikincisinde de ilk gününde August'la arkadaşlık etmeleri istenen Jack, Charlotte ve Julian'ın bakış açılarından hikaye anlatılmıştır.

IMDB'den yüksek puan alan filmin tek başına asla yeterli olmadığını, hikayenin gerçeğini bir de kitaptan okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Bu sevimli hikayeyi, Pegasus Yayınlarından çıkan Berna Sirman çevirisiyle bir solukta okuyabilirsiniz.

10 Ocak 2018 Çarşamba

Kitaptan Filme: Fareler ve İnsanlar

Amerikalı yazar John Steinbeck'in 1937 yılında yayınlanan kısa romanı/oyunudur. Büyük Bunalım sırasında çiftliklerde geçici işe girip para kazanan iki arkadaşın hikayesini anlatır. Birçok defa sinemaya uyarlanır, çeşitli ülkelerde okulda okutulması zorunlu kitaplar listesinde yer alır.

Aklı başında ve sorumluluk sahibi George, iri yarı güçlü ancak zeka yaşı düşük Lennie ile küçüklüklerinden beri dosttur. George başlarda Lennie ile dalga geçip şakalar yapar. Çocukken onun neredeyse boğulmasına neden olacakken son anda kurtarır ve Lennie'nin ona duyduğu minnet vicdanını sızlatır, aralarında masumiyet-sorumluluk ekseninde kopmaz bir dostluk başlar. George hayatlarını idame ettirir, Lennie gittikleri çiftliklerde beden gücü gerektiren işlerin altından başarıyla kalkar. Lennie'nin yumuşak şeylere dokunma takıntısı nedeniyle sürekli olarak yanlış anlaşılırlar ve başlarına dert açılır, bu nedenle sürekli gezerler. En son geldikleri çiftlikte, yeni bir çiftlik alma hayaliyle sakince çalışırken patronun aşağılık kompleksine sahip oğlu Curley ve Curley'nin tekinsiz karısı başlarına yine dert açacaktır. Okuru çarpıcı bir son bekler.

Steinbeck yüksek eğitim almış olmasına rağmen kendisi de çiftliklerde çalışır. Çalıştığı yerlerde insanları gözlemler. Fareler ve İnsanlar romanını yazarken oluşturduğu karakterler, gerçekte tanıdığı karakterlerin bir karışımıdır. Lennie karakteri ise tamamen gerçek bir karaktere dayanılarak yaratılır. Gerçek Lennie de çiftlikte bir cinayet işler, sonrasında akıl hastanesine yatırılır. Steinbeck cinayete canlı tanık olur. 

Kitapta sıkça bahsedilen köpekler, karakter bakımından Lennie'yi andırır. Candy'nin yaşlı köpeği ile Lennie'nin kaderleri aynı olacaktır. Sadakat, masumiyet bakımından Lennie ve köpekler arasındaki benzerlik kolayca görülebilir. 

Büyük Bunalım döneminde zor geçinen ve kendilerine ait evlerine sahip olma hayaliyle çalışmaya devam eden sıradan insanlar için hayat çekilmezdir. Bunu çekilir kılan tek şey, sağa sola yalpalanarak yürüdükleri yolda, tutunmaya çalışırken yanlarında birinin onlara destek çıkmasıdır. Tek kişinin kazandığı küçük miktardaki parayı tüketmesi daha kolayken dostlarla birleşerek kazanılan paralar üzerinde hayaller kurmak daha kolaydır. George ve Lennie yıllarca bir çiftlik satın alma hayaliyle çalışırlar. Kendi aralarında hayallerinden bahsettikleri bir gün Candy'nin onları duyması ve kendisini de aralarına kabul etmeleri durumunda birikmiş parasını vermeye hazır olduğunu söylemesiyle yıllardır iki kişi olarak kurdukları hayal üç kişilik bir hayale dönüşür ve ilk kez bu kadar yaklaşırlar. Gerçekçi planlar yapılır, herkes yarına umutla bakmaya başlar. Çok geçmeden bir darbeyle sarsılacaklardır ve kurdukları hayallerin başından beri uzak olduğunu kabul edip pes edeceklerdir.

Bu zorlayıcı ekonomik koşullar altında insanlar serttir. İşe yaramaz olanlara tahammül ve verilecek ekmek yoktur. Açlıkla mücadele eden insanlar uğradıkları haksızlıklar karşısında adaleti kendi başlarına ararlar. Güçlü güçsüzü yok eder. Romanda eril bir ego savaşının yol açtığı cinayetler normal bir şeymiş anlatılır. Aklı başında karakter George, dostu Lennie'nin hapse tıkılıp işkence çekmesi ve Curley tarafından katledilerek öldürülmesi ihtimallerinin ikisini de engellemek için, onu kendisi acısız bir şekilde öldürür. Öldürerek Lennie'yi kendince bu dünyadan korur. 

Bir uyarlama aslına ne kadar sadık olduğu, filmin başarısını belirleyen bir unsur mu?

Film ilk olarak 1939 yılında Lewis Milestone yönetmenliğinde sinemaya uyarlanır. Aslına neredeyse tıpatıp uygun olan bu versiyonda George Milton karakterini canlandıran Burgess Meredith ne yazık ki sönük bir karakter yaratır. Yüzünde gülümsemeyle tahammülsüzlük arasında bir ifadeyle başladığı filmi aynı ifadeyle kapatır. Lennie ile aralarındaki dostluk bağı tam olarak izleyiciye geçmez. Lennie de yeterince "yavaş" değildir, neredeyse tamamen normal davrandığı pek çok sahne vardır. Sadece repliklerle vermeye çalıştığı, mimiklerine yansıtmadığı "anormallik" hali yeterince güçlü değildir. Curley, karısı ve babasının yemek masasındaki sahnesi, Curley'nin karısının yalnızlığını şahane biçimde izleyiciye hissettirir, filmin en akılda kalıcı sahnelerindendir. Bir diğeri de Lennie'nin gücünü ölçmek için ona bir arabayı kaldırttıkları; Lennie'nin hem gücünü hem de George'a duyduğu sevgiyi gösteren, George'un tekerleğe asıldığı sahnedir. Kitapta, çiftliğin eski çalışanı Bill Tanner ile ilgili  yer alan kısım filmde yer almaz, filmin atladığı belki de tek noktadır. 

Tüm filmin olduğu gibi sinemaya aktarılması bu örnekte filmin başarılı olmasını sağlamaz. Etkisiz karakterler nedeniyle hikayenin duygusu tam olarak seyirciye yansımaz. O kadar ki filmin en etkileyici sahneleri, kitapta olmayıp filme eklenen yukarıdaki iki sahnedir. Curley'nin karısının yalnızlığı ve Lennie'nin George'a sadakati bu iki sahnede sinematik dilden faydalanarak etkili bir şekilde yansıtılır.

Film son olarak 1992 yılında, CSI serisinden tanıdığımız Gary Sinise yönetmenliğinde sinemaya uyarlanır. Lennie'yi John Malkovich canlandırırken George Milton'ı yönetmenin kendisi oynar. John Malkovich sinema uyarlamaları arasında en iyi Lennie karakterini yaratan oyuncudur. Karakterin masumiyetini, deliliğini, yavaşlığını, sevgi dolu oluşunu kusursuz biçimde canlandırır. Kendine özgü başarılı mimikleriyle seyirciye duyguyu vermeyi başarır. Gary Sinise de göz doyurucu bir performansla okurun kitapta oturtamadığı boşlukları doldurur, George karakterini tam olarak anlamamıza yardımcı olur. Lennie'ye ne zaman merhamet göstereceğinin ne zaman ona daha sert davranacağının dengesini mükemmel bir şekilde oturtmuş şekilde canlandırır. İlk uyarlama filminden farklı olarak, filmde aslında birtakım minik sapmalar söz konusu olsa da, yine aslına oldukça sadık bir film olduğu söylenebilir. Farklar şöyledir:

- Candy, yaşlı köpeği öldürüldükten sonra George'a "o köpeği kendim öldürmeliydim, başkalarına izin vermemeliydim" diyor. Kitapta böyle bir şey yok. Seyircinin son sahnede George'la empati kurması için yapılmış küçük bir manipülasyon. 
- Kitapta Lennie ve Crooks odada yalnızken Curley'nin karısı gelir ve onları küçümser tonla onlarla muhabbet eder. Filmde böyle bir şey yok. 
- Filmde Curley'nin karısı George'la sohbet etmeye çalıştıktan sonra yüz bulamayınca ağlayarak eve koşar. Kitapta yoktur. Curley'nin karısının yalnızlığını doğrulayan ve ona merhamet uyandıran bir sahnedir. Kitapta tamamen şeytan olarak gösterilen kadın karakter filmde biraz daha yumuşatılmış, daha gerçekçi bir forma sokulmuştur. 
- Kitapta Lennie, kadını herkes kasabaya indiğinde öldürür. Filmde herkes bahçede oynarken öldürür. 
- Kitapta Curley, karısının öldürüldüğünü gördükten sonra Lennie'nin peşine düşmeden önce George'a dönerek kendisiyle gelip gelmeyeceğini soruyordu. Filmde bu yok.

İlk filmin aksine aslına daha az sadık olmakla birlikte, çok daha etkileyici ve kitabın anlaşılmasına yardımcı olan bir uyarlamadır. Oyuncuların yeteneğiyle, mimiklerle, yerinde kullanılan vücut diliyle karakterlerin duygusu daha iyi geçer izleyiciye. 

Kısa zamanı olanlar ve biraz dram arayanlar için kitap ve 1992 uyarlaması tavsiyedir. 

6 Ocak 2018 Cumartesi

Kitaptan Filme: Yüzbaşının Kızı

1799-1837 yılları arasında yaşayan Rus yazar Aleksandr Puşkin'in 1836 yılında yayınlanan, Yemelyan Pugaçov Ayaklanması sırasında yaşanan bir aşk hikayesinin anlatıldığı, orijinal ismi Kapitanskaya dochka olan tarihi kısa romanıdır. 

Gogol, Dostoyevski gibi ünlü Rus edebiyatçıların desteklediği, modern Rus edebiyatının kurucularından biri olarak kabul edilen Puşkin, şiir ve taşlamalar yazarak başlayıp ismini duyurduğu kariyerine, çok beğendiği alaycı Fransız edebiyatçılarını örnek alarak yazdığı, romantizm ve realizm arasında bir yere sahip, Rus edebiyatı için yenilikçi sayılan düz yazılarla devam eder. Eserlerinde tarihi olayları anlatmayı sever. 

1742-1775 yılları arasında yaşayan Kazak isyancısı Yemelyan Pugaçov'un hikayesini, 1834 yılında yayınlanan Istoria Pugachyova (Yemelyan Pugaçov Ayaklanmasının Hikayesi) eserinde anlatır. Bundan 2 yıl sonra yayınlanan Yüzbaşının Kızı romanında da bu olay üzerinden bir aşk hikayesi kurgulayarak akıcı bir anlatım sunar. Gerçekte, Yemelyan Pugaçov II. Katarina'nın destekçileri tarafından öldürülen kocası Çar III. Peter'e benzerliğinden faydalanarak çevresine III. Peter olduğu, aslında ölmeyip kurtulmayı ve saklanmayı başardığı, isyancıları tek tek öldürerek tekrar hakimiyet elde etmeye çalıştığı yalanını söyler. Kendisine inanan destekçileriyle birlikte yakıp yıkarak İdil Nehri ile Ural bölgesi arasında büyük bir hakimiyet kurmayı başarır. Kazan'ı ele geçirdiğinde Moskova ve St. Petersburg'u dahi tedirgin etmeyi başarır. 1775 yılında, Moskova'daki Bolotnaya Meydanı'nda başı kesilerek idam edilir. 

Soylu bir aileden gelip iyi bir eğitim alan Puşkin küçük yaşlarda Fransızca öğrenir. Takip ettiği Fransız edebiyatçılarından etkilenerek şiirler, iğneleyici yazılar, düz yazılar yazar. Cesur yazılarıyla insanlar arasında dikkat çeker. Hükümet, askeri yönetime karşı muhalif duruşu nedeniyle 4 yıl süreyle Puşkin'i sürgüne mahkum eder. Sürgün döneminde de yazmaya devam eden yazarın bu yıllardan sonra yayınlayacağı her eser Çar tarafından sansürden geçer. Aşk, Puşkin'in hayatında önemli bir temadır. Bir baloda gördüğü soylu bir ailenin kızı olan 16 yaşındaki Natalya Gonçarova'ya aşık olur, evlenme teklif eder. Sivri diliyle hükümetin kara listeye aldığı özgürlükçü yazar Puşkin'in hükümet tarafından bundan sonra takip edileceği kaygılarını yaşayan Gonçarov uzun süre düşünür, sonunda hükümetin yazarı rahat bırakacağına emin olduktan sonra evlilik teklifini kabul eder ve 1831'de evlenirler. Çar tarafından pek sevilmeyen Puşkin, yine de etrafında hayranlık uyandıran Gonçarov'un balolara katılabilmesi için saraya kabul edilir. 1836 yılında, Gonçarov'un Georges-Charles de Heeckeren d'Anthès isminde birisiyle aşk yaşadığı iddiaları etrafta duyulmaya başlanır. Bunun üzerine Puşkin Anthès'i düelloya çağırır. Yakınlarının araya girmesiyle iptal edilen düellodan sonra Anthès, dedikoduları ortaya kaldırmak için Natalya Gonçarov'un kız kardeşiyle devam eder. Yine de söylentiler devam edecektir. Söylentilerden rahatsız olan Puşkin Anthès'e ağır bir mektup yazarak düello çağrısına neden olur. Bunun üzerine 1837 yılında karşı karşıya gelirler ve Puşkin aldığı ağır yara nedeniyle düellodan iki gün sonra ölür.

Yüzbaşının Kızı romanında, 17 yaşındaki köklü bir ailenin oğlu Pyotr Andreyiç Grinov, babasının isteği üzere askerlik yapmak için Orenburg'a gönderilir. Yolda karşılaştıkları tipide bir yabancıya yardım eder. Gençliğinin verdiği saflıkla ona yeni tavşan kürkünü verecektir. Görev yeri olan Yüzbaşı Mironov'un emrindeki kaleye vardığında yüzbaşının dominant ve anaç karısı Vasilisa, çekingen ve güzel kızı Maşa, oraya sürgüne gönderilen Şvarbin ile dost olacaktır. Zamanla Maşa'ya aşık olur. Kısa zaman sonra çar olduğunu iddia eden bir kişinin kaleyi fethedeceği haberi gelir. Maşa'yı korumak için rahip ve karısıyla birlikte kaleden gönderen yüzbaşı, karısı ve Pyotr tutsak alınır ve idama götürülür. Sıra kendisine geldiğinde yaşlı uşağı sayesinde Pyotr kurtulur. Kendisini çar ilan eden kişinin yolda karşılaşıp yardım ettikleri kişi, yani Pugaçov olduğu anlaşılır. Pugaçov kendisine yapılan iyiliği hatırlayıp idam ettirmez, aralarında mesafeli ancak güvenilir bir dostluk oluşur. Serbest bırakılan Pyotr daha sonra Maşa'nın hala Pugaçov'da tutsak olduğunu öğrenir ve geri döner. Pugaçov ona bir kez daha iyilik yaparak kızı götürmesine izin verir. Mutlu sona ermek üzereyken kendilerini durduran askerler tarafından, isyancı Pugaçov'a yakınlık kurduğu gerekçesiyle hainlik suçuyla tutuklanır. Pyotr'un ailesine ulaşan Maşa, burada İmparatoriçe'ye vermek üzere bir dilekçe yazar ve tek başına saraya yola koyulur. Burada İmparatoriçe'yi etkilemeyi başarır ve Pyotr serbest bırakılarak mutlu sona ulaşılır. 

Genel olarak Romantik bir yazar olarak tanımlansa da, Yüzbaşının Kızı romanında, aşk hikayesine kattığı gerçekçi dramlarla ve arka plana yerleştirdiği tarihi olayla daha çok Realist bir çizgiye sahiptir.

Yayınlandığı yıldan bu yana birçok filme ve operaya uyarlanır. Fransız, İtalyan, Rus yönetmenler tarafından yorumlanır. 2005 yılında, çok bilinmeyen 30 dakikalık muhteşem bir stop-motion animasyon uyarlaması vardır. Animouse'tan çıkan, Ekaterina Mikhailova'nın yönettiği bu animasyon, kitabın tüm kilit anlarını gösteren sevimli bir kapsül uyarlamadır. Fazlaca kestirip attıkları, hikayedeki aşkın karşılaştığı birkaç engeli hiç göstermediği için yalnızca sonu bakımından çok tatmin etmez. 

Kitapla bu animasyon arasındaki farkları özetleyecek olursak; 

- Kitapta Pyotr, haylaz çocukluk günlerinden başlanarak tasvir edilir. Kendi evindeki hayatı okura anlatılır. Film direkt olarak kaleye ulaşmak üzere yaptıkları araba yolculuğuyla başlar. 

- Kitapta kaledeki sakin günlerini doldurmak için şiir yazmaya başlar ve fikrini almak için açılmaya can attığı Maşa'ya yazdığı bir şiiri arkadaşı Şvarbin'e gösterir. Filmde ise Şvarbin, Maşa'ya bırakılan mektubu yakalayıp izinsiz açarak dalga geçer. 

- Kitapta Şvarbin'le yaptığı düelloda kolu yaralandığı zaman, ailesi bunu öğrenip kendisine haber vermediği için uşağa çok öfkelenir. Bu kısa animasyonda bu detaya yer verilmez. 

- Kitapta Yüzbaşının karısı Vasilisa da kocasının idam edildiği gün yol kenarında öldürülür. Filmde Bundan hiç bahsedilmez. Vasilisa'ya da Yüzbaşına da çok fazla yer verilmez. 

- Kitapta Maşa rahip ve karısıyla birlikte saklanır ve Pugaçov'dan kurtulur. Filmde bunlar gösterilmez. 

- Filmde aşıklar kavuştuktan sonra film bitse de, kitapta bundan sonra da birtakım olaylar gerçekleşir. Pyotr yoldayken askerler tarafından durdurularak Pugaçov'u desteklediği için tutuklanır. Maşa,  başta soylu olmadığı gerekçesiyle kendisini reddeden Pyotr'un ailesi tarafından artık onurlu bir şekilde ölen bir yüzbaşının kızı olduğu için içtenlikle benimsenir. Maşa, Pyotr'u kurtarmak için İmparatoriçe'ye giderek dilekçe verir ve affedilmesini sağlar. 

Yarım saatinizi ayırarak izleyebileceğiniz bu kısa animasyon, kapsamlı olmamakla birlikte güzel bir uyarlamadır. Bir hafta sonu, önce Ataol Behramoğlu çevirisiyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Hasan Ali Yücel Klasikleri dizisinde yayınlanan kısacık kitabı okuduktan sonra cila niyetine izlemeliktir.