Rus yazar Aleksandr Bogdanov'un 1908'de yayınlanan bilim kurgu romanı. Mars'ta yaşayan sosyalist bir toplumu konu alıyor. Bilim kurgunun bu kadar geri planda kaldığı başka bir kitap daha okumadınız muhtemelen. Bir yandan türe yeni bir yaklaşım getiriyor, yaratıcı; diğer yandan da türü boğup bambaşka bir şeye dönüştürüyor. Kızıl Yıldız, serinin birinci kitabı. İkinci kitap Mühendis Menni'de bu durumu daha net hissetmek mümkün.
Yordam Edebiyat'tan Ayşe Hacıhasanoğlu çevirisiyle yayınlanan kitap 160 sayfa, epey ince. Dünyanın en hızlı giriş bölümüne sahip. Toplam 1 sayfalık bir girizgahtan sonra Marslı ile Dünyalıların teması başlıyor. Kitle mücadelesinde aktif, partinin kıdemli üyelerinden 27 yaşındaki Leonid ikinci sayfada Menni kod adlı ilginç gençten bahsetmeye başlıyor. Fiziksel görünümü biraz tuhaf bir genç, kafası normalden büyük, gözlerini her zaman gözlüklerin arkasında saklıyor, ifadesi donuk. Kendisi son derece zeki, yumuşak ve dikkatli ancak bir o kadar keskin ve derin. Kitaba dahil olduğu gibi Leonid ve sevgilisi Anna Nikolayevna'nın ideolojik gerekçelerle ayrılmalarına yol açıyor. Daha sonra Leonid'in odasına gelerek, çekme gücü yerine itme gücüne sahip bir madde üzerine yaptığı buluşla ilgilendiğini, yalnız bu buluşun yeni olmadığını, daha önce de bu buluşla ilgilenen bir topluluk olduğunu söyleyerek Leonid'i bu topluluğa dahil olmaya davet ediyor. Topluluğa girdiği takdirde, kendisine verilen görevi yerine getirmek gibi bir sorumluluğu da önden kabul etmiş olacağını belirtiyor.
"Yolculuk ne kadar sürecek?"
"Belli değil. Oraya gidiş dönüş en az beş ay sürer. Hiç geri dönmemek de mümkün."
"Bunu biliyorum; mesele bu değil. Yürüttüğüm devrimci çalışmayı ne yapacağım? Siz de galiba sosyal demokratsınız ve durumumun zorluğunu anlarsınız."
[...]
Herhangi bir parti görevlisinin ortadan kaybolması, geniş kitlelerin sahneye çıkmasıyla birlikte, bir bütün olarak ele alındığında, meselenin taşıdığı önem saçısından son derece küçük bir olaydı. Üstelik de bu geçici bir kaybolmaydı ve çalışmaya geri döndüğüm zaman yeni bağlantılarımla, bilgilerimle ve olanaklarımla çok daha yararlı olacaktım. Kararımı verdim.
Leonid bu gizemli ve tehlikeli uzay yolculuğu davetini, kitle mücadelesinin her zaman her şeyden önemli olduğunu vurguladığı didaktik birkaç cümleyi aklından geçirdikten sonra 3 saniyede filan kabul ediyor, tası tarağı topluyor. Ertesi gün yola çıkmak üzere o akşamı Menni'nin dairesinde geçiriyor. Fakat o da ne! Menni bir anda maskesini çıkarıyor ve aşağıya doğru sivrilen tuhaf yüzü ortaya çıkıyor.
"Demek beni aldattınız," dedim sert bir ifadeyle. "Bir bilim topluluğu değil, başka bir şey o zaman bu?"
"Evet" dedi Menni sakin bir şekilde. "Bizler başka bir gezegenin sakinleri, başka bir insanlığın temsilcileriyiz. Biz Marslıyız."
"Peki beni neden aldattınız?"
Uzaylılarla ilk temas gibi bir deneyimi, en ufak bir şaşkınlık emaresi göstermeden derhal normalleştiriyor ve Marslıya haklı olarak aldatılışının hesabını soruyor Leonid. Sen Marslı olabilirsin, ona okeyim, ama peki ya beni aldatmak? Bunu nasıl yaparsın gibi bir çıkışta bulunuyor. Bu hezeyanını da hızlıca atlattıktan sonra gemi son hazırlıklarını yapıyor ve Mars'a doğru yola çıkıyorlar. Geminin kaptanı ve her şeyin sorumlusu Menni. Doktoru Netti, Mars hesabıyla 16, dünya hesabıyla 30 yaşında, çok tecrübeli bir doktor. Hesap kitap, matematik işlerinden sorumlu kişisi, salt mantığın temsilcisi Sterni. Leonid yol boyunca, seyahat arkadaşlarının yanına uğrayarak teknik, kültürel konularda onlardan yardım alıyor. Öncelikle "Neden ben?" sorusuna yanıt arıyor, aradığı yanıt şu şekilde:
"Yapısında mümkün olduğunca daha fazla sağlık ve esnekliği, daha fazla akıllıca çalışma yeteneğini, Dünya'da mümkün olduğunca daha az kişisel bağımlılıkları, daha az bireyciliği bir araya getiren biri gerekliydi bize. Fizyologlarımız ve psikologlarımız, ezeli bir iç savaşla paramparça olmuş toplumunuzun yaşam koşullarından sizin deyiminizle sosyalist bakımdan örgütlü toplumumuza geçişin, bir insan için çok ağır ve zor bir geliş olduğunu ve çok elverişli bir düzenleme gerektirdiğini düşünüyorlardı. Menni, sizi diğerlerinden daha uygun buldu."
Bireycilik anlayışını aşmış olmanın, uzaya kabul ön şartı olarak önümüze sunulduğu sosyalist mi sosyalist dünya görüşüyle yazılmış hikayemizde ilerlemeye devam ediyoruz. Leonid bir yandan Mars dilini öğrenmeye, bir yandan bilimsel sorularına yanıt bulmaya devam ederken yolculukları nihayet sona eriyor ve Mars'a ayak basıyorlar.
Mars'ın doğasında beni ilk etkileyen ve en zor alıştığım şey, bitkilerin kırmızı rengiydi. [...] Dikkatli biri olan Netti, gözlerimi tahriş olmaktan korumak için koruyucu gözlük takmamı önerdi. Kabul etmedim. "Bu, bizim sosyalist bayrağımızın rengi," dedim. "Sizin sosyalist doğanıza da alışmalıyım."
"Eğer öyleyse, sosyalizmin Dünya florasında da olduğunu, ama gizli bir biçimde bulunduğunu itiraf etmek gerekir," dedi Menni. "Yeşil bitkilerin yaprakları kırmızı tona sahipler. Ancak bu kırmızı ton çok daha güçlü olan yeşille maskelenmiş durumda. Sizin ormanlarınızın ve tarlalarınızın da bizimkiler gibi kızıl olması için yeşil ışınları tümüyle emen ve kırmızı ışınları geçiren camdan yapılmış gözlük takmak yeterli olacaktır."
Mesaj kaygısı mı dersiniz, analojiler mi dersiniz, sembolizm mi derseniz, ne ararsanız var. Elinden gelse daha sosyalist bir görüntü elde etmek uğruna ormanlarımızı kırmızıya boyayacak olan karakterimiz Mars'taki keşiflerine ve gözlemlerine devam ediyor
Önce bir fabrikayı ziyaret ediyor. Sistem şu şekilde ilerliyor: İnsanlar ömürlerini yalnızca bir mesleğe ve zanaate adamazlar, becerilerine ve ilgi alanlarına göre iş saati açığı olan sektölere geçip biraz çalışarak o açıkları kapatırlar. Sonra yine sektör değiştirebilirler. Bazen bir sektöre odaklanmak isteyen kişiler çıkabilir. Bazen bazı sektörlerde iş saati fazlalığı olabilir, ancak totale vurunca bunlar zamanla dengelendiği için bu sistem tıkır tıkır yürümektedir Marslı kardeşlerimizin beyanına göre.
Daha sonra bir müzeye gidiyorlar, böylece yazarımızın sosyalist sanat anlayışı hakkında fikir ediniyoruz. İlk izlenimi, resim ve heykel galerileri olmasına şaşırmak oluyor. Galerileri, zenginlikleri kaba biçimde üst üste yığmaya meraklı kapitalist kültüre özgü bir şey olarak görüyor. Sosyalist toplumda sanatın yaşamın her tarafına yayılıp yaşamı güzelleştireceğine, yaşamla yan yana duracağına dair bir beklentisi var. Bu bakımdan galeri diye bir mekanın olması onu şaşırtıyor. Enno durumu şu şekilde açıklıyor:
"Bizde sanat yapıtlarının büyük bölümü her zaman kamu binaları için, yani ortak işlerimizi konuştuğumuz, eğitim gördüğümüz, araştırma yaptığımız, dinlendiğimiz binalar için yapılır. Fabrikalarımızı ve atölyelerimizi daha az süsleriz: Güçlü makinelerdeki ve onların düzgün çalışmasındaki estetikten yalın bir estetik olarak hoşlanırız, bu estetiğin etiklerini hiç dağıtmadan ve zayıflatmadan onunla uyum içinde bulunan sanat yapıtları çok azdır. Genellikle içinde çok az oturduğumuz evlerimizi de çok az süsleriz. Sanat müzelerimiz ise bilimsel-estetik kurumlardır; sanatın nasıl geliştiğini, daha doğrusu insanlığın, yürüttüğü sanatsal etkinlik içinde nasıl geliştiğini inceleyen okullardır."
İşlevsel ve yalın bir estetiği destekliyorlar. Gösterişin aksine, yalınlık; yalnızca sergilemenin aksine hem işlevinden faydalanma hem de estetik haz verme öne çıkıyor. Erken dönem heykelleri tek renkliyken, geç dönem heykelleri doğal renklerde. Onlar da sanatta doğruyu bulmuşlar Leonid'e göre, yani gerçeklik akımını benimsemişler. Kendisi "gerçeklikten sapmanın, zenginliği azalttığı zamanlar sanat karşıtı bir şey olacağını, bu durumda da yaşamı yoğunlaştıran sanatsal idealleştirmeye yardım etmeyeceğini, tam tersine engel olacağını" düşünüyor. Kendisinin sosyalist sanat anlayışı gerçekçiliğe dayanıyor. Eski dönem yapıtlarında zerafete, genellikle rahatlıktan fedakarlık edilmek suretiyle ulaşılırken, yakın dönem yapıtlarında nesnelerin güzelliği uğruna kullanım yetkinliğinden sapmaya izin verilmediğini gözlemliyor. Marslıların uyak ve ritimli şiirden büyük keyif aldığını öğrenince şaşırıyor. Dünya'da biçimin toplumun egemen sınıflarının zevkleriyle oluşturulduğunu, onların sanatsal sözün özgürlüğünü zincire vuran kurallara olan düşkünlüğünün ifadesi olduğunu, bu nedenle geleceğin sosyalizm dönemi şiirinin bu zincirlerden kurtulacağını umduğunu söylüyor. Marslılar ise uyak ve ritimi bir zincir ve egemen kültür dayatması olarak görmüyorlar, bunların yaşantımızdaki ve bilincimizdeki süreçlerin ritmik doğruluğuyla uyumlu olduğu için kabul edilebilir olduğunu düşünüyorlar. Uyağın, poetik düşüncenin ifadesini kısıtladığını kabul etseler de bunu olumsuz algılamıyorlar; aksine daha özgün eserlerin çıkmasına yardımcı olan bir sıçrama tahtası olarak görüyorlar.
Ardından kliniğe geçiyorlar. Burada, intihar etmeyi seçen kişilere özel olarak hazırlanmış odaları görünce şaşırıyor. Mars'ta bu insanlara ağrısız ölüm için her türlü araç sağlanıyor. Özellikle yaşama duygusu körelen yaşlılar arasında ölümü beklememeyi tercih etmek oldukça yaygın.
Karakterimiz bu gözlem gezilerinin ardından bilimsel çalışmalarında yol kat etmek için köşesine çekiliyor. Ancak üzerindeki baskı ve durumun tuhaflığı onu zamanla dibe çekiyor. Halüsinasyonlar görmeye başlıyor. Bu noktada kitapta enteresan bir şey oluyor. Ruhsal durumuyla ilgilenen Netti ile aralarında enteresan bir çekim olduğunu kitabın başından beri hisseden Leonid, Netti'nin kadın olduğunu nihayet fark ediyor ve birbirlerine bir anda kör kütük aşık oluyorlar. Tabi bu aşk sonsuzluğa uzanamıyor bir türlü, Netti bir görev için gezegenden ayrılınca Lenoid gidip kızın en yakın arkadaşı olan Enno ile sevgili oluyor. Enno'nun Menni'nin eski karısı olduğunu, Netti'nin de Sterni'nin eski karısını öğrenince karakterimiz sarsılıyor. Neyse ki bunun devrelerini yakacağını öngören Netti, durumu açıklayan bir mektup bırakıyor gitmeden önce.
"Hastalıktan sonra çalışma gücünü hızla toplamıştın, ama ruhsal dengene henüz tamamen kavuşamamıştın. Oysa konuşmalarında ve hareketlerinde her an ve her durumda soğukkanlı olman buna bağlıydı. Eğer her zaman insan ruhunun derinlerinde gizlenen geçmişten kalma içgüdülerin etkisiyle bir kadın olarak bana karşı eski dünyada hüküm sürmekte olan kabalık ve kölelikten kaynaklanan kötü bir davranış göstermiş olsaydın, bunun için kendini hiçbir zaman bağışlamazdın."
Böyle über saçma bir açıklamayı bir kadın nasıl yapmış ki diye düşünürken yazarın erkek olduğunu hatırlıyoruz. Kadınlar gelecekteki sosyalist toplumda mücadele edip eşitliği normalleştirmeyi başarsalar bile, gelinen noktada sürekli olarak erkeğin ilkel güdülerine yenik düşüp kendilerini dövmesi ihtimaline karşı tetikte bekliyorlar anlaşılan. Sanki çok normal bir şeymiş gibi bir de adamın suyuna gidiyor falan. Neyse.
Bu noktadan sonra kitap ufaktan finale bağlanıyor. Marslıların Dünya'ya gelip yanlarında Leonid'i götürmelerinin sebebi itme maddesini elde edebilecekleri bir gezegen arayışında olmaları. Kendi aralarında bir Kongre düzenleyerek gelinen noktayı değerlendirip bir karara varıyorlar. Burada Sterni, son derece katı görüşler savunuyor. Dünya'da bu maddenin olduğunu, ancak Dünyalıların mülkiyet anlayışı nedeniyle ellerindekileri yabancılara direnmeden vermeyi reddedeceklerini söylüyor. Dünyalıları, sosyalizmi benimsemeleri, böylece mülkiyet anlayışının yıkılması için eğitmeleri yıllarca süreceğinden ve sonuçta yine de herkes bunu benimsemeyebileceğinden, tek çarenin tüm dünyalıları yok edip dünyayı kolonileştirmek olduğunu iddia ediyor. Mars'a getirdikleri en gelişmiş Dünyalı bile bir noktadan sonra devreleri yaktığı için, Dünya'daki vasat insanların bu gelişimi gösterebileceğine inanmıyor. Netti ve Menni Dünya'yı kendi haline bırakmak gerektiğini, sonunda doğru yolu bulacaklarını iddia edince çoğunluk oluşturuluyor ve Sterni'nin görüşleri reddediliyor. Ancak bunları öğrenince yine çıldıran karakterimiz gidip Sterni'yi öldürüyor ve bir çuval inciri berbat ediyor. Apar topar Dünya'ya geri yollanıyor. Netti'nin onu gelip dünyada bulması ama kavuşamamaları gibi çok da anlam veremediğim bir son ile tamamlanıyor.
Bogdanov, Proletkült anlayışının kurucusu, malum. Proletkült'ü salt proleter ideolojisinin bir laboratuvarı olarak tanımlıyor. Saf bir proleter kültürü yaratmayı amaçlıyorlar. Daha sonraları bu yaklaşım aşırılığa kaçarak dönüşüyor. 1928'de Bolşevik Parti Merkez Komitesi, edebiyatın yazarları inşaat alanlarını ziyaret etmeye gönderen ve sistemi göklere çıkaran romanlar üretmelerini isteyen partinin çıkarlarına hizmet etmesi gerektiğini öne sürüyor. Daha sonraları ise bunların en abartılı şekli olan "sosyalist gerçekçilik" görüşü 1934'teki Sovyet Yazarları Kongresi'nde resmi olarak benimseniyor ve sansür dönemi başlıyor. Edebiyat tamamen taraflı bir hal alıyor.
Bogdanov'un yaptığı, bu aşırılıklar silsilesinin ilk adımını atmak oluyor bir bakıma. Tamamen ideolojiyi öne çıkarmayı ve savunmayı hedefleyen, edebi yönünü oldu bittiye getiren bir edebiyat eseri Kızıl Yıldız. Romanın bilim yönü epey kuvvetli esasında, bir sürü teknik açıklama yapılmış. ancak kurgu kısmı, poetik yönü zayıf. Yukarıda verdiğim alıntıların tamamı metinde fazlasıyla sırıtan, metnin gidişatına oturmayan, mesaj kaygısı taşıdığı için Marslı sosyalist kardeşlerimizin (yani yazarın) dahi savunduğu doğal ritmi, poetik yönü bozan unsurlar. Biçimi reddetmek, içeriği yüceltmek ince bir ayarı tutturmayı gerektiriyor, ayar kaçarsa ortaya çıkan metin yer yer gülünç olabiliyor. Bu kitapta da durum bu. Zaten yıllar yıllar sonra reddedilen biçimin aslında edebi yapıtların olmazsa olmazı olduğunu yüksek sesle söylemek, hem edebiyatçılar hem de sosyalistler arasında normalleşiyor çok şükür.
Kitabın bir de, kendisiyle hiç alakası olmayan sözde devam kitabı var. O, bundan beter. Olayın Mars'ta geçtiğine ve tüm karakterlerin Marslı olduğuna neredeyse hiç vurgu yapmayan bir bilim kurgu kendisi. Onu da gücüm yeterse bir sonraki yazıda anlatırım.