27 Aralık 2017 Çarşamba

Kitaptan Filme: Strange Case of Dr. Jekyll and Mr. Hyde

İskoç yazar Robert Louis Stevenson'ın 1886 yılında yayınlanan kısa romanı. İnsan doğasının ikiliğini alegorik biçimde anlatan bu klasik gotik hikaye 1900'lü yılların başından itibaren onlarca kez uyarlanır. Rouben Mamoulian yönetmenliğinde çekilen 1931 yapımı film en ünlülerinden bir tanesidir. Hays yasasının getirdiği sansürler nedeniyle kitabı uyarlamayan, bunun yerine 1931 tarihli filmi neredeyse birebir yeniden çeken 1941 yapımı, Ingrid Bergman'lı versiyon da bir o kadar ses getirir. 

Saygıdeğer ve tanınmış bir doktor olan Henry Jekyll'ın eski dostu Bay Utterson hikayenin anlatıcısıdır. Soruşturma tekniğiyle doğaüstü bir olay Bay Utterson tarafından çözülerek okura aktarılır. Londra sokaklarında çarpıştığı bir genç kızın üzerine basıp geçen Mr. Hyde gaddarlığıyla Bay Utterson'ın yürüyüş dostu Enfield'ın dikkatini çeker. Dehşet uyandıran bir görünüme sahip olan bu tuhaf adamın serbestçe Doktor Jekyll'ın evine girip çıkabildiği anlaşılır. Doktor Jekyll'ın vasiyetinde yazan "ortadan kaybolmam durumunda mirasım Mr. Hyde'a bırakılsın" maddesi Bay Utterson'ın şüphelenmesine neden olur ve dolandırıcı olduğunu düşündüğü Mr. Hyde'ın peşine düşer. Yaptığı soruşturmalar sonucunda bir tuhaflık fark eder. Doktor Jekyll artık eskisi kadar ulaşılabilir değildir, çoğunlukla ziyaretçi kabul etmez, üstelik Mr. Hyde ile hiçbir zaman birlikte görünmemelerine rağmen bu tuhaf adamı koruması altına almıştır. Doktor Jekyll'ın uşağı Poole'un dikkatli gözlemlerinin yardımıyla Bay Utterson olanların iç yüzünü aydınlatmak için bir gün zorla eve girer. Burada ortak dostları Doktor Lanyon'ın mektubunu bulur. Metafizik yöntemlere inanmadığı için Doktor Jekyll'la büyük tartışmalar yaşamış olan Doktor Lanyon, mektubunda tanık olduğu dehşet verici olayı detaylarıyla anlatır. Mektuba göre Mr. Hyde gözleri önünde bir sıvı içerek Doktor Jekyll'a dönüşür. Mr. Hyde'ın yerde yatan cansız bedenini keşfeden Bay Utterson yaşadığı şaşkınlığın üzerine Doktor Jekyll'ın ona bıraktığı mektubu açıp okur. Doktor Jekyll, insan doğasında bir değil en az iki ruh olduğunu, sürekli olarak birbirleri üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştıklarını, çatışmalar ve sorgulamalar nedeniyle iyinin iyiliğini tam olarak yaşayamadığını ve kötünün dilediği gibi hareket edemediğini, bunların ayrılması halinde tüm sorunların ortadan kalkacağını yazmıştır. Uzun süren deneyler sonucunda içindeki kötüyü iyiden ayıracak karışımı bulur ve kendisi üzerinde dener. Başarılı olan deneyin sonucunda heybetli bir görünüme sahip olan Doktor Jekyll, ufak tefek, tam olarak gelişmemiş gibi duran, zayıf ve çirkin Mr. Hyde'a dönüşür. İçindeki iyinin kötüyü bunca senedir baskıladığı için kötü tarafının yeterince gelişemediği sonucunu çıkarır. Başlarda içine yayılan özgürlük ve zincirleri kırma hissi nedeniyle çok güzel görünen bu deneyim, daha sonraları Mr. Hyde'ın Sir Danvers Carew'ı öldürmesiyle bir vicdani çatışmaya dönüşür. İçindeki kötüyü zorla bastırmaya çalışıp başarılı olamayan Doktor Jekyll sonunda Mr. Hyde'a tamamen teslim olur ve kendini öldürür.

Türkçeye ilk olarak 1942 yılında İki Yüzlü Adam ismiyle çevrilen roman, daha sonra pek çok yayınevi tarafından yeniden çevrilir. Genellikle Dr. Jekyll ve Mr. Hyde ismi kullanılır.

İnsan benliğinin ikiliğini, iyiyle kötünün her zaman yan yana yaşadığını, soyluların bile bu ikiliğe sahip olduğunu söyler roman. Doktor Jekyll'in içindeki kötüyü bunca senedir bastırmasını zorunlu kılan şey geniş ve saygıdeğer çevresidir. Dışarıdan bakıldığında görülen başarılı ve ahlaklı yaşantısında içten içe, içindeki kötüyü serbest bırakma arzusu hakimdir. Özgürlüğün tadını alan kötü gittikçe daha gaddarlaşır, en sonunda zevk için cinayet işler. Bastırılan kötülük tehlikeli bir şekilde patlak verir. 

Yüzündeki gölgeler, korku atmosferi, karanlık dekorlar, kötülük, vs. öğeleri içeren Mr. Hyde tasviri, Alman Dışavurumculuk akımını fazlasıyla hatırlatır. Kullanılan sorgulama anlatım tekniği bakımından ve içerdiği gotik unsurlar itibariyle Dracula (1897) romanıyla da birçok paralellik tespit etmek mümkündür.

Rouben Mamoulian yönetmenliğinde çekilen 1931 yapımı film serbest bir uyarlamadır. Hikayenin anlatım tekniği, karakterler ve mekanlar neredeyse tamamen farklıdır. Ancak insan benliğinin ikiliğini sinematik dille çok zekice çözümler bularak anlatmayı başarır, bu bakımdan diğer uyarlamaların bir adım önüne geçer. 

Kitaptakinin aksine genç olan başarılı ve saygın Doktor Jekyll, filmin başında verdiği bir konferansta iyiyle kötünün ayrılması üzerine yaptığı çalışmaları anlatarak büyük bir sarsıntı yaratır. Kitabın aksine, izleyici doktorun amacını ve birazdan olacakları en baştan öğrenir. 

İçindeki iyi ve kötüyü ikili bir aşk hikayesi üzerinden geliştirir. Soylu bir aileden gelen güzel, akıllı, iyi huylu, affedici nişanlısı Muriel içindeki iyiyi harekete geçirirken, bir gece sokakta dayak yemekten kurtardığı şuh, güzel, basit, hafif, gece kulübünde çalışan Ivy Pearson içindeki kötüyü uyandırır. Ivy Pearson'ın geceyi kendisiyle geçirmesi için takındığı baştan çıkarıcı hallere zar zor karşı gelen Doktor Jekyll soluğu laboratuvarda alır ve uzun zamandır üzerinde çalıştığı karışımı deneme cesaretini gösterir. 

1931 yılı için mükemmel bir yaratıcılık içeren bir sahneyle, yakışıklı Doktor Jekyll'dan çirkin Mr. Hyde'a dönüşümüne kendi gözünden aynaya bakarak anbean tanık oluruz. Filmin belki de tek eleştirilecek yönü Mr. Hyde'ın boyutunun aynı tutularak adeta bir maymuna dönüştürülmesidir. Kitapta vurgulanan, kötülüğün cılız kalmış olması bölümü tamamen atlanmıştır. Tavırları da karikatürize denilebilecek seviyede vahşi ve hayvani gösterilir. 

İksiri alarak istediği zaman tekrar Doktor Jekyll'a dönüşen karakter, General Carew'in kızı Muriel ile olan ilişkisini de bir yandan sürdürür. İçindeki kötüyü belki de tamamen bastırmak için evlilik tarihlerini erkene almayı önerir. Bu önerisi nihayet General tarafından kabul edildiğinde artık bir daha Mr. Hyde'a dönüşmeyeceğine dair kendisine söz verir. Ancak kendisini görmeye gelen Ivy'den sonra bastırmaya çalıştığı kötülüğü, bu kez iksiri kullanmadan kendiliğinden ortaya çıkar. Bu noktadan sonra Doktor Jekyll tamamen yenilir ve Muriel'e gidip artık evlenemeyeceklerini söyler. 

İki farklı yapıdaki kadına kapılarak ikiye ayrılan, bir daha toparlayamayan bir adam olarak tasvir edilir, 1930'lar sinemasına olabilecek en yaratıcı biçimde uyarlanır. 

O kadar dikkat çeken bir filmdir ki, on yıl sonra 1941 yılında, Victor Fleming yönetmenliğinde bu film birebir tekrar çekilir. Yine de Ingrid Bergman'ın Ivy'yi canlandırdığı filmde ufak tefek farklar vardır. Örneğin bu versiyonda Doktor Jekyll fareler ve tavşanlar üzerinde deney yaparak karışımı bulacaktır. Lanyon ile aralarında çatışma değil, adeta uysal bir dostluk vardır. Nişanlısının ismi bu filmde Beatrix'tir ve Muriel'den daha silik bir karakter olarak çizilir. Beatrix'in babası, General Carew kadar gaddar değildir, erken evlenmelerine kolayca razı olur. Doktor Jekyll, Ivy'ye gönderdiği 50 pound'un üzerine ismini yazmaz. Yine Hays yasası nedeniyle Ivy bir hayat kadını yerine bir barmeni canlandırır. Bir önceki filmdeki komik Mr. Hyde görüntüsünü törpüleyerek abartısız bir Mr. Hyde tasviri ortaya koyar. Dönüşüm sahnelerinin bir kısmını anbean gösterirken bir kısmında ekrana gelen iki kadının imgesiyle geçiştirilir. Önceki filmde tek bir sahnede Bay Utterson'a yer verilirken bu versiyonda ismi hiç geçmez. 

1931 versiyonu kadar akılda kalıcı olmaz, daha silik bir remake olarak akıllarda kalacaktır.

Kitap ve film arasındaki farkları kısaca özetlemek gerekirse: 
  • Kitapta ikisinin aynı kişi olduğu sonda açıklanır, filmde en baştan itibaren izleyiciye gösterilir. 
  • Kitapta Doktor Jekyll yaşlı ve iri bir karakterdir, Mr. Hyde ise belirgin bir fiziksel kusuru olmadığı halde insanda dehşet uyandıran cılız, küçük bir adamdır. Filmde boyutlar aynı tutulur, 1931 versiyonunda abartılı bir çirkinlik katılır. 
  • Kitapta Mr. Hyde, Sir Danvers Carew'i öldürürken filmde böyle bir karakter yoktur. Yalnız tesadüfen, Muriel'in babasının ismi de Carew'dir. 
  • Kitapta kadınlardan hiçbirisi yoktur. 
  • Kitapta Mr. Hyde sokakta bir genç kıza çarparak düşürdükten sonra yardım etmek yerine üstüne basarak geçer. Filmde böyle bir detay yer almaz. 
  • Kitapta ilk dönüşüm sırasında odada ayna yoktur, Doktor Jekyll ellerine bakarak bir değişiklik olduğunu anlar ve daha sonraları odasına bir ayna koyar. Filmde ilk dönüşümden itibaren her şey ayna karşısında yaşanır. İyi bir sinematik çözümdür. 
  • Kitapta karışımı alan Mr. Hyde Lanyon'a olacakları öğrenip öğrenmek istemediğini kendisi sorar. Filmde ise Lanyon onu silahla tehdit eder. 
  • Kitapta dönüşümü kendi gözleriyle gören Lanyon çok büyük bir dehşete kapılarak kısa sürede sağlığını yitirir, filmde neredeyse tamamen soğukkanlıdır. 
  • Kitapta anlatıcı Bay Utterson olayı çözdüğü için önemli bir karakterken, filmde adı bile geçmez. 
Kitabın ardından izlenecek 1931 versiyonu film şiddetle tavsiyedir. 

İyi okumalar, iyi seyirler.

25 Aralık 2017 Pazartesi

Kitaptan Filme: Kırmızı Pazartesi

Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez'in 1981 yılında yayınlanan, büyülü gerçekçilik akımından öğeler taşıyan ve 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanan kısa romanı. 1987 yılında Francesco Rosi yönetmenliğinde sinemaya uyarlanır.

1927 doğumlu Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez, kalabalık bir ailenin en büyük çocuğudur. Hukuk eğitimini yarıda bırakarak gazetecilik yapmaya başlar. Kariyeri boyunca çeşitli ülkelerde, şehirlerde yaşar. Gazetecilik ve edebiyat deneyimleri sürekli olarak birbirini besleyecektir. Edebiyat bilgisi daha iyi haberler yapmasına, gazetecilik tekniği de romanlarındaki anlatımı geliştirmesine yardımcı olur.

Kırmızı Pazartesi (Cronica de Una Muerte Anunciada) romanını 1951 yılında, Sucre kentinde meydana gelen gerçek bir cinayet vakasından esinlenerek yazar. Maktulü anne tarafından tanımaktadır ve genç yaştan itibaren bu hikayeyi yazmak ister. Annesi, maktulün ailesinin üzüleceğini söyleyerek bir süre hiçbir şey yazmasını istemez. Marquez, verdiği sözü tutarak maktulün annesinin ölümünü bekler ve 1981 yılında hikayeyi yayınlar. Yayınlandıktan sonra çok popüler olan bu roman sayesinde, bir sürü gazeteci gerçek cinayetin yaşandığı Sucre kentine akın eder ve cinayet hakkında soruşturmalar yürütür.

Hikaye Kolombiya'nın bir kasabasında geçer. En baştan itibaren okura meydana geleceği belli edilen bir cinayetin 27 yıl sonra, maktulün bir arkadaşı tarafından sürdürülen soruşturmasını konu alır. Orijinal ismi "Bir Ölümün Kronolojisi" olsa da, anlatım kronolojik gitmez. Cinayetin gerçekleştiği andan başlayarak bir ileri bir geri zaman atlamalarıyla devam eder. Çeşitli tanıklar odağında, cinayet öncesi yaşananlar farklı bakış açılarından tekrar tekrar anlatılır. "Bu X'in Santiago'yu son görüşüydü..." cümlesiyle adeta sekanslar halinde bir anlatım söz konusudur. Zaman zaman anlatıcının şimdiki zamanına, cinayetten 27 yıl sonrasına atlanarak tanıkların yaşlanmış halleri de okura gösterilir.

Marquez'in adıyla bağdaştırılan büyülü gerçekçilik akımının izlerini bu romanda da görmek mümkündür. Motifleri açıklamayan ketum anlatıcı, düz çizgide gitmeyen kronolojik sıralama, yer yer ironi, gerçekliğe uymayan birtakım masalsı öğeler, kullanılan tekrarlar... 

İlk olarak akımın en belirgin özelliği olan zikzak şeklinde ilerleyen kronoloji okurun gözüne çarpar. Daha sonra örneğin, birçok karakter olsa da hiçbirisinin ruhsal tasviri yapılmaz, kimsenin motifleri uzun uzadıya incelenmez, karakterlerin derinine inilmez. En çok adı geçen iki karakter olan Angelo Vicario ile Santiago Nasar'ın arasında gerçekten ilişki olup olmadığı kitabın sonunda dahi belirsizdir. Okur karakterlere belirli bir mesafede tutulur ve daha çok olayların akışına vurgu yapılır. Bunun yanı sıra, olay akışına iyice yedirilmiş ancak gerçeğe aykırı birçok detay vardır. Annenin son anda Santiago'ya kapıyı kapatması, Santiago'nun tesadüfen o gün diğer kapıyı tercih etmesi, Angela'nın ablaları tarafından verilen bekaretini ispatlama taktiklerini son anda  kullanmamaya karar vermesi, anlatıcının annesi Santiago'ya haber vermek üzere yola çıktığında o öldü lafını duyunca durup yoluna devam etmemesi, Santiago'nun suçlu olup olmadığını sonuna kadar öğrenemeyişimiz... Bir şekilde gerçeklikten çok uzak olmayan, ama olması da çok fazla olası olmayan bir sürü detay söz konusudur. Bunlar, anlatımın gerçeklik tonunu biraz zedeleyen ama tam olarak ortadan kaldırmayan detaylardır. Anlatıma bir çeşit ironi katma görevine sahiptir. Bunca kalabalığın içinde herkesin bilgisi dahilinde bir cinayet gerçekleşir ve herkesin bir şekilde bunu engellememesinin bir bahanesi vardır. Tanıkların bahanelerine, gerçek olabilecek ama gerçekliğe bir o kadar aykırı olan bu açıklamalar eşlik eder. Okura bir bakıma durup düşünmesi gerektiği mesajı verilir. Tüm bu bahaneler gerçekten akla yatkın mıdır yoksa "masum olma ihtimali olan" bir adamın cinayetine bir şekilde göz yuman insanların, vicdanlarını rahatlatmak için okudukları birer masaldan mı ibarettir? Öte yandan, gerçeklikle bir şekilde bağdaşan bu gibi öğelerin aksine, birtakım tamamen doğaüstü öğe görmek de mümkündür. Santiago'nun annesi rüya yorumculuğu yaparak para kazanır; Bayardo'nun yaşlı bir duldan zorla satın aldığı evin eşyaları, ev terk edildiğinde tek tek kaybolacaktır, albay bir gün dulun ölen karısının ruhunu spiritüel bir törenle çağırarak eşyaların kaybolma nedenini kadına sorar; Angelo büyülenmişçesine aslında evlenmeyi hiç istemediği ve beğenmediği Bayardo'ya kendisini küçük düşürdükten sonra aşık olur ve 17 sene boyunca hiç yanıt almamasına rağmen bir tür ritüel gibi her hafta 1-2 kez ona mektup yazar... 

Bir keresinde sürrealizmle ilgili görüşleri sorulduğunda şu meşhur cümleyi söyler: “Surrealism runs through the streets. Surrealism comes from the reality of Latin America.” Sürrealizm sokakta. Sürrealizm Latin Amerika'nın gerçekliğinden gelir... Ona göre bu tip ucu ucuna tesadüfler, trajik yanlış anlamalar, esrarengiz kronolojiler hayatın kendisinde yaygın bir şeydir. 

Masum olduğu varsayılan bir adamın gözler önünde haksız yere öldürülüşüne yakılmış geç bir ağıt tonunda ilerleyen roman, sonlara doğru bu anlamını yitirerek absürt bir metne dönüşür. Okur ve anlatıcı, tüm merakıyla Angela'nın asıl tecavüzcüyü itiraf edip Santiago'yu aklayacağı anı iple çekerken dilediğimiz şey gerçekleşmez. Başından beri güvenilir bir imaj çizen Angela bir kez daha Santiago'nun ismini verir. Bunun da ötesinde Santiago'nun cinayetinin merkeze yerleştirildiği roman, sonlarda odağını tamamen kaybederek "masum" adamı ölüme sürükleyen kadının mutlu sonla biten bir aşk hikayesine dönüşür. Absürt derecede acımasız, ama bir o kadar gerçekçi bir sonla biter. Gerçek hayattaki bencillik, umarsızlık, tepkisizlik olduğu gibi romana aktarılır. İnsanlar suçlu olup olmadığından emin olmaksızın bir gencin ölümüne tepkisizce izin verirler, çeşitli bahanelerle bu durumdan vicdanlarını sıyırırlar ve yıllar sonra tamamen unutup kendi hayatlarına devam ederler. 

Roman 1987 yılında, Cronaca di una morte annunciata ismiyle Francesco Rosi tarafından sinemaya uyarlanır. Güzeller güzeli Ornella Muti, Angela karakterini canlandırır. Anthony Delon tam olarak kitapta tasvir edilen Santiago Nasar karakterini başarıyla oynar. Harem Suare'den tanıdık gelen Lucia Bosé, Nasar'ın karizmatik, soğukkanlı ve güzel annesi Placido Linero'yu canlandırır. Son derece sadık bir uyarlamadır. Zengin bir kasaba tasviri sunar. Romanın gerçeküstü tonunu mekan aracılığıyla bir parça gerçekliğe dönüştürür. Zaman atlamalarına tamamen sadık kalır. 

Kitapla film arasındaki farklar

Kitapta Pedro ve Pablo Vicario'ya daha çok yer verilir. Pablo'nun bir nişanlısı vardır, Pedro ise askere gitmiştir ve orada bel soğukluğuna yakalanmıştır. Pedro daha ciddi olandır ve cinayete o karar verir. Cinayeti işledikten sonra 3 yıl hapis yatarlar. İlk gözaltı sırasında Pedro zehirlenerek ishal geçirir, gözaltı süresini albayın evinde tamamlar. Hapisten çıktıklarında Pablo kendisini bekleyen nişanlısıyla evlenir, Pedro tekrar orduya döner. Filmde bu detaylardan bahsedilmez. Sadece cinayet gününde yaptıklarını görürüz.

- Kitapta Bayardo gizemli bir karakter olarak anlatılır. Gökten inmiş, ne idüğü belli olmayan, kimseye benzemeyen, varlığı hakkında günden güne söylentiler dolaşan, açıklanmayan bir karakter şeklinde tasvir edilir. Fakir kasabalılar zengin yabancıya bir bakıma gerçeküstü özellikle atarlar. Tüm kızların hayalini kurduğu zengin, gizemli karakter olarak nam salar. Kasabadaki en görkemli düğünü yaparak evlenir. Angela'yı annesine teslim ederken bile dokunulmaz, ulaşılmaz duruşunu bozmaz. Tüm kitap boyunca da bu imajı devam eder. Filmde ise neredeyse yıpranmış kıyafetler giyen, son derece sıradan bir karakter olarak yansıtılır. Etrafında bir meraklılar çemberi yaratan, karizmatik adam tasvirinde birtakım eksiklikler vardır. Buradaki gerçeküstü öğeler biraz bu özellikten uzaklaşır.

- Kitapta Vicario ailesinden birisi, varlığını kanıtlaması için Bayardo'nun ailesini kasabaya davet eder. Heybetli general babasıyla güzel annesi kasabada boy gösterip varlıklarını ispatlarlar. Filmde bu karakterlere yer verilmez. 

- Kitapta tüm kasabanın genç erkeklerinin ilki olan güzel, karizmatik fahişe Maria Alejandrina Cervantes'in adı sık sık geçer. Santiago Nasar'ın ilk aşkıdır, bir dönem aralarında tutkulu bir ilişki gelişmiştir. Santiago daha sonra babasının dayaklarıyla tutkusundan vazgeçecektir. Filmde fahişeden hiç bahsedilmez.

- Kitapta son anda öldürüleceği haberini vermek üzere kendisine koşan doktor arkadaşı, Santiago nişanlısının evine girdiği için ona ulaşamaz. Filmde ise doktoru birileri hasta var diye kolundan çekiştirdiği için ulaşamaz.

- Kitapta Angela'nın evlenmeden önce bakire olmadığını ablalarına anlattığını öğreniriz. Bunu Bayardo'ya itiraf etmek ister ama ablaları onu durdururlar. Gerdek gecesi Bayardo'yu bakire olduğuna ikna etmek için birtakım malzemeler ve tarifler verirler. Angela bunları yanına alır ama son anda uygulamamaya karar verir. Filmde bunlardan bahsedilmez. 

- Kitapta anlatıcı, yıllar sonra Angela'yı evin penceresinde, annesiyle birlikte görür ve eve girer. Annesi hala huysuzdur. Filmde evin önünde karşılaşırlar, Angela'nın annesi yanında değildir. 

- Kitapta Angelo'yla Bayardo'nun evlerindeki mobilyaların çalınmasıyla ilgili olarak, daha sonra albay bir spiritüel seans yaparak dul adamın ölen karısıyla iletişime geçer ve eşyaların onun lanetiyle kaybolduğunu öğrenir. Filmde böyle bir şeye hiç yer verilmez.

- Kitapta Santiago öldükten sonra iç organlarının dağıldığından, otopsi yapma kararı alındığından, cenazesinin koktuğundan ve insanların akın akın görmek istediklerinden bahsedilirken filmde bunların hiçbiri yoktur.

- Kitapta Santiago'nun annesinin rüya yorumculuğu yaptığı söylenir. Oğlunun son gecesinde gördüğü kuşlu rüyayı iyiye yormuştur. Yıllar sonra kuşun anlamını başka bir şeyle karıştırdığını itiraf edecek ve olacakları önceden göremediği için kendisini suçlayacaktır. Filmde son gece gördüğü rüya ve annenin yaptığı yorum yer alsa da, yıllar sonra yaşadığı bu vicdan azabına yer verilmez.

- Kitapta anlatıcı aslında yazarın kendisidir. Anlatıcının karısının, yazarın gerçek karısıyla aynı isimde olması gibi ipuçlarıyla bu okura hissettirilir. Filmde ise Cristo Bedoya isimli bir anlatıcı karakter yer alır.  

Marquez'in anlatım tekniği itibariyle en çok içine sinen kitabıdır, okunmalıdır. Filmi de bazı şeylere açıklık getirmenize yardımcı olabilecek, aslına sadık bir uyarlama olarak izlenebilir. 

İyi okumalar, iyi seyirler.