Thierry Jonquet'nin Mygale (Tarantula) romanı ilk olarak 1984'te Fransa'da yayınlanır. Yaşar Avunç'un Türkçe çevirisiyle Kırmızı Kedi'den 2012 yılında "Tarantula İçinde Yaşadığım Deri" adıyla çıkar. Kitap kapağında Antonio Banderas, Elena Anaya'nın yüzünü görürüz. Ne yazık ki böyle kapaklar, altında Kırmızı Kedi etiketi olsa bile kitabı otomatik olarak bayağılaştırıyor, markette ne alırsan 3 tl sepetinde satılan uyduruk aşk hikayelerinden biri izlenimi veriyor ilk bakışta.
2011 yılında La Piel Que Habito (İçinde Yaşadığım Deri) adıyla sinemaya uyarlanır. Senaryonun üzerinde neredeyse on yıl çalışan Almodóvar, başlarda kitabı aslına sadık biçimde uyarlama çabasındayken, nihayetinde ortaya daha serbest bir iş çıkar. Birçok metinler arası göndermeyle, hikayeyi derinleştirir. Bu yazıda hem Jonquet'nin kariyerine ve kitaptaki anlatım tekniğine, hem filmdeki Louise Bourgeois atıflarına değineceğiz. Ayrıca kitap ve film arasındaki farkları da yazının sonunda inceleyeceğiz.
Yazıda karışıklık olmaması için; kitaptaki karakterlerin filmdeki isimleri şöyledir: Richard Lafargue (Robert), Eve (Vera Cruz), Vincent (Vicente).
Yazıda karışıklık olmaması için; kitaptaki karakterlerin filmdeki isimleri şöyledir: Richard Lafargue (Robert), Eve (Vera Cruz), Vincent (Vicente).
Thierry Jonquet'nin Neo-Polar Transgresyonel Kurgusu ve Başarılı Anlatım Tekniği
1954 doğumlu Fransız yazar, azınlıkların yaşadığı bir banliyöde komünist geleneğe sahip bir ailede doğup erken yaşlarda politik bir bilinç geliştirir. 14 yaşındayken Lutte ouvrier'ye katılır, Troçki'den etkilenir. Daha sonra LO'yi bırakıp Ligue communiste révolutionnaire'e katılır fakat çeşitli sebeplerle eski idealizmini sürdüremez. Bir hastanede stajyer olarak çalışmaya başlar. Burada kendini yaşam kurtarmaya adar. İçindeki isyan isteği devam eder ve bunu dışavurmanın başka bir yolunu ararken, Gallimard'ın ünlü Série noire (Kara Seri) yazarlarıyla tanışır ve neo-polar adı verilen yeni polisiye roman türüyle haşır neşir olmaya başlar. Atmış sekiz kuşağı solcu yazarların ortaya çıkardığı bu tür, Fransa'nın sosyo-ekonomik sorunlarını ele almayı amaçlaması, toplumsal ve politik eleştiri niteliği taşıması, öfke, cinsel istismar, şiddet, intikam gibi temaları içermesi bakımından kara romandan ayrılır.*
Le militantisme, ça donne un regard acéré sur la société. On avait tous beaucoup réfléchi à cette question fon damentale aussi bien pour ma génération que pour le roman noir en général : celle de la violence.
Militanlık topluma keskin bir bakış sağlar. Hem benim jenerasyonum için hem de genel olarak kara roman için hepimiz şu temel sorun üzerinde çok düşündük: şiddet.
Roman, kızına tecavüz eden adamı kendi yöntemleriyle cezalandıran bir protagonisti konu alır. Ünlü ve prestijli bir doktor olan Richard Lafargue, tecavüzcü Vincent'i yakalayıp geniş ve lüks evinin bir kenarındaki mahzene hapseder, ilaçlar verip birtakım küçük ödüllerle direnmesini engeller, sonunda yine evinin altındaki ameliyathanede ameliyat ederek cinsiyetini değiştirir ve daha çok acı çektirmek adına ona çeşitli adamların tecavüz etmesini sağlar. İnsan bedeninin sınırlarını ihlal eder, yıkıp yeniden oluşturur. Transgresif sanat eserlerinde olduğu gibi, etik iyiliğin sınırlarını yıkarak estetik yenilik, güzellik yaratır. İstismar eder ve kurbanın acılarını gösterir. Başlangıçtaki intikam motifi insani ve anlaşılabilir olarak düşünülse bile, hiçbir yasanın desteklemediği ve hiçbir ahlak sisteminin kabul etmeyeceği "uç" bir eylemle intikam alır. Bu bakımdan doktor karakteri, buz gibi acımasız ve cani bir karakterdir.
Anlatım tekniğine gelince, hikayenin en azından yarısına kadar okurun aralarında bağlantı kuramadığı farklı olayları anlatıp en sonunda tamamını birbirine kusursuz bir şekilde bağlaması bakımından sürükleyicidir. Bunu hem bakış açısı, hem de zaman atlamaları tekniğiyle başarır. 150 küsur sayfalık romanda toplam 2 bakış açısı kullanılır: Doktorun ve Alex'in hareketlerini anlatan, nesnel dış bakış açısı (point de vue externe) ile Vincent'i anlatan öznel iç bakış açısı (point de vue interne). Yani bir tarafta bir gözlemcinin anlattığı Eve-Richard ve Alex hikayelerini okurken diğer tarafta olayı kendi gözünden anlatan Vincent'i okuruz. Romanın yarısına kadar bu 4 kişinin bağlantılı olduğunu bilmesek de, olayı kendi gözünden anlatan Vincent'in merkezde olduğunu anlarız ve ona odaklanırız. Zaman kullanımına gelince; dış bakış açısı hikayenin şimdiki zamanını anlatırken, iç bakış açısı aslında yalnızca bir flashback'tir. Seyirci yarıya kadar elbette bunu bilmez ve Vincent ile Eve'in farklı karakterler olduğunu düşünür. Bu ikisinin aynı kişi olduğuna dair ipuçları (azalan cinsel istek, iğneler, ilaçlar, feminen eşyalar) başladığında hikayenin temposu bir anda yükselir. İç bakış açısı geçmişten gelip hikayenin şimdiki zamanını yakaladığında hikayedeki tüm düğümler çözülecektir.
Louise Bourgeois'nın Maman Heykeli ve Diğer Eserlerindeki Temaların Filmle Paralleliği
1911 doğumlu Fransız asıllı Amerikalı heykeltraş ve ressam Bourgeois, 60 yılı aşkın süren kariyeri boyunca cinsiyetçi şiddet, kadının evcilleştirilmesi, fiziksel-zihinsel-mental acı gibi temalarla eserler verir. Genç yaşındayken babasının annesini aldattığına, annesinin buna normal bir tepki verdiğine tanık olarak uzun süre boyunca babasına karşı öfke taşır. Travmasını ve gizlediği duygularını dışavurmanın bir yolu olarak gördüğü heykelde soyut dışavurumcu, varoluşçu ve kimilerine göre sürrealist bir üslup benimser.
Bourgeois'nın filmdeki önemine gelince; hatırlayacağınız gibi Vera yalnız başına odaya kilitlendiğinde öfkesini bastırmak için heykel ve yoga yapmaya başlar. Louise Bourgeois'nın bir kitabına bakarak, kendisi için alınan elbiselerden yırttığı parçaları yaptığı heykellerin üzerine yapıştırır. Robert'in öfkesini göstermek için Vicente'yi yeni ve yabancı bir derinin içine hapsetmesi gibi, Vera da kendisine alınan kadın elbiselerini giymeyi reddedip onları keserek heykelleri bu elbiselere hapseder. Belki de içine düştüğü belirsiz ve absürd durumda yolunu kaybetmemek, büyük resme bakabilmek için kendisini temsil eden heykeller yapar ve bu şekilde yabancı derinin içindeki varoluşuna bir yanıt arar.
Bourgeois'nın filmdeki önemine gelince; hatırlayacağınız gibi Vera yalnız başına odaya kilitlendiğinde öfkesini bastırmak için heykel ve yoga yapmaya başlar. Louise Bourgeois'nın bir kitabına bakarak, kendisi için alınan elbiselerden yırttığı parçaları yaptığı heykellerin üzerine yapıştırır. Robert'in öfkesini göstermek için Vicente'yi yeni ve yabancı bir derinin içine hapsetmesi gibi, Vera da kendisine alınan kadın elbiselerini giymeyi reddedip onları keserek heykelleri bu elbiselere hapseder. Belki de içine düştüğü belirsiz ve absürd durumda yolunu kaybetmemek, büyük resme bakabilmek için kendisini temsil eden heykeller yapar ve bu şekilde yabancı derinin içindeki varoluşuna bir yanıt arar.
En çok ses getiren, dev bir örümcek şeklindeki Maman heykel çalışmasının neyi temsil ettiğini Bourgeois şöyle açıklar:
The Spider is an ode to my mother. She was my best friend. Like a spider, my mother was a weaver. My family was in the business of tapestry restoration, and my mother was in charge of the workshop. Like spiders, my mother was very clever. Spiders are friendly presences that eat mosquitoes. We know that mosquitoes spread diseases and are therefore unwanted. So, spiders are helpful and protective, just like my mother.**
Örümcek anneme yapılmış bir göndermedir. O benim en iyi arkadaşımdı. Annem de tıpkı bir örümcek gibi örüyordu. Ailem halı tamirat işindeydi ve annem atölyedeki tüm işçiliği yapıyordu. Annem de örümcekler gibi zekiydi. Örümcekler, fareleri yiyen zeki varlıklardır. Farelerin hastalık yaydığını ve istenmediğini biliyoruz. O halde örümcekler tıpkı annem gibi yardımcı ve koruyucudur.
Babasına duyduğu öfkenin aksine, annesine büyük bir sevgi besler. Eserlerinde sıkça anne temasını görmek mümkündür. Tıpkı Bourgeois eserlerindeki gibi, Almodovar'ın filminde de anne önemli bir yere sahiptir. Vicente'nin annesi, tıpkı Bourgeois'nın annesi gibi bir elbise tamirat dükkanında çalışır, dikerek ve örerek hayatını kazanır. Oğlu kaybolduğunda 6 sene boyunca arayıp ilanlar vermeye devam edecek kadar azimlidir. Sonunda gazeteye verdiği bir ilan, dolaylı olarak oğlunun kurtulmasına yardımcı olur. Çoğuna göre filmde hiçbir işlevi ve mantığı olmayan Marilia karakteri de benzer "güçlü" bir anneyi temsil eder. Yıllarca hizmetçi kılığında oğlunun yanında durup onu korumaya çalışır ve ona gerçeği söylemez.
2003'te yaptığı Spiral Woman isimli, malzemeyi bükerek spirallerden meydana gelen, hem kadına hem de erkeğe benzeyen heykel çalışmasında, Bourgeois öfkesine yoğunlaşır. Bu eserde, babasının metresine karşı içinde beslediği şiddet arzusunu dışavurur. Küçükken onun boynunu tıpkı bu şekilde bükmek istediğini söyleyecektir. 1968'te yaptığı Fillette isimli çalışmasında, kadın ve erkek anatomisini bir eserde birleştirir. Hem erkek yumurtalıklarına hem de kadın göğüslerine benzeyen heykelde kadın bedenini metamorfoza uğratarak erkeğe dönüştürür. Kendisine ve kardeşlerine karşı zihinsel olarak sürekli saldırgan olan babasına daha yakın olabilmek ve onun tarafından beğenilmek için küçükken hep erkek olmayı istemiştir. Bu eseriyle kadın bedenini bir erkek bedenine dönüştürerek bakıma uktesini yerine getirir. Kısacası yarattığı sanat eserleri aracılığıyla çocukluk problemlerinin üstesinden gelir.
Filmin bu hususla paralellik gösteren bir yönü vardır: Robert, büyük bir öfkeyle Vicente'yi yakalayıp cinsiyetini değiştirerek ona işkence etmesine rağmen, Kaplan Adam'ın yaptıklarını gördüğünde içini büyük bir acıma, sahiplenme, belki de kıskançlık duygusu kaplar ve Kaplan Adam'ı öldürür. Aslında erkek olduğunu ve kızına tecavüz ettiğini bildiği Vera'ya karşı tüm gardını indirir, duygusal yakınlık hissetmeye başlar ve ona aşık olur. Olay bir anda intikamın dışına çıkar. Belki de bir deney olarak gördüğü cinsiyet değiştirme ameliyatının başarısı, Robert'e sanatsal yaratımın verdiği tatmin hissini yaşatmıştır. Böylece öfke motifiyle çıktığı intikam yolunda ameliyat onun için bir tür öfke dışavurumu olmuş ve ameliyatın başarısından sonra öfkesiyle olan işi artık bitmiştir.
Burada aslında biraz absürdden bahsetmekte de fayda var. Bourgeois'nın varoluşçuluğu benimsediğini söyledik, hatta eserlerinden birine Sartre'ın Huis-Clos eserinin ismini verir. Çoğu insanın ona yakıştırdığı Sürrealist etiketinin aksine bir Varoluşçu olduğunu söyler. Sartre ve Camus okur. Çocukluk travmalarını ve öfkesini sanat aracılığıyla yenmek ve bunların kurbanı olmak arasından seçimini yapar ve yaptığı seçimin sonucunda başarılı bir kariyere sahip olur.*** Filmde de seçim yapıp cinsiyet değiştirerek işkence eden, öfkesi geçtiğinde yaptığı işin absürdlüğüyle baş başa kalıp ne yapacağını bilemeyen bir protagonist söz konusudur. Romanın aksine, film bu absürdlüğü fazlaca vurgular. Şiddetli bir intikam hikayesini varoluşçu bir intikam filmine dönüştürmek gibi incelikli bir başarıya imza atar.
Kitapta Olup Filmde Olmayanlar
Şiddet ve Tecavüz: Kitapta Richard Eve'i sürekli tartaklar ve ona hakaret eder. Ayrıca canını daha çok yakmak için çeşitli müşteriler bulup ona fuhuş yaptırır. Almodovar, bu sahneleri genç Almodovar'ın sevebileceğini, ama olgun Almodovar'ın "gereksiz" bulduğunu söyleyerek filmden çıkarır. Onun yerine Kaplan Adam gibi ikonik ve absürd bir karakterle daha az vahşi, daha çok sinematik bir tecavüz sahnesi ekler. Halihazırda tuhaf olan bu Kaplan Adam karakterine, bilinmeyen üvey kardeş, karısının aşığı gibi neredeyse "komik" etiketler ekleyerek bir bakıma izleyiciyi oyalar ve tecavüz sahnesini olabildiğince yumuşak bir şekilde atlatmalarına yardımcı olur.
Karakterden Önce Nefret Edip Sonra Acıma: Almodovar nefret ve aşağılama sahnelerini atıp doğrudan ikisinin yakınlaştığı bölümden başlatır hikayeyi. Kitapta böyle değildir. Başlarda aralarında çok soğuk bir köle-sahip ilişkisi bulunur. Daha sonra Alex tarafından kaçırılınca Richard acıma hissine kapılır ve bu ona tüm kinini unutturur. Bundan sonra Eve'e iyi davranacaktır.
Karakterden Önce Nefret Edip Sonra Acıma: Almodovar nefret ve aşağılama sahnelerini atıp doğrudan ikisinin yakınlaştığı bölümden başlatır hikayeyi. Kitapta böyle değildir. Başlarda aralarında çok soğuk bir köle-sahip ilişkisi bulunur. Daha sonra Alex tarafından kaçırılınca Richard acıma hissine kapılır ve bu ona tüm kinini unutturur. Bundan sonra Eve'e iyi davranacaktır.
Alex: Kitapta doktorun kızına Vincent ile birlikte tecavüz etmişlerdir. Ayrıca banka soymuştur ve saklanmaktadır. Televizyonda gördüğü estetik doktoru Richard Lafargue'ın derhal yüzünü değiştirmesini sağlamak için doktorun karısı sandığı Eve'i kaçırarak şantaj yapar. Filmde Alex yoktur, onun yerine hırsız olarak Kaplan Adam karakterini izleriz.
Mutlu Son: Kitapta Richard tarafından affedilen Eve de Richard'ı affeder ve onu öldürmez, hatta o Stokholm Sendromu'nda o kadar öteye gider ki kendi arkadaşı olan Alex'i öldürür. Filmde ise Vera gazetede erkek halinin resmini kayıp aranıyor sayfasında görerek bir anda kinini hatırlar ve Robert'i öldürür.
Cinsiyet Değiştirme Süreci: Bu süreç kitabın neredeyse yarısına yayılır. Vincent, her seferinde çok ufak ödüllerle ve kadınsı eşyalarla, ilaçlarla, hormon ve iğnelerle kadınlığa alıştırılır. Filmde ise çok ani bir geçişle bir anda erkek olur. Neye uğradığını şaşırmıştır.
Müzik: Kitapta The Man I Love şarkısı kilit önem taşır. Vincent ve Alex, Vivian'a tecavüz ederken bu şarkı çalar. Eve, Richard'ı sinirlendirmek istediğinde piyanonun başına geçip şarkıyı çalmaya başlar. Filmde daha kritik bir müzik kullanımı vardır. Bir sonraki maddeye bakınız.
Norma/Vivian'a Tecavüz: Kitapta olay gerçekten bir tecavüzken filmde aslında böyle bir şey yoktur. Filmin genel absürd vurgusu burada da kendini hissettirir. Kendisi bahçede oturup şarkı söylerken bir anda annesinin intihar ettiğini görüp travma geçiren Norma, daha sonra babasıyla katıldığı davette yakınlaştığı Vicente'yleyken de aynı şarkıyı duyup çığlık atmaya başlar ve bayılır. Başta istekli olup sonra travmatik nedenlerle çığlık atması, izleyiciye de tıpkı Vicente'nin söylediği gibi, bunun aslında bir tecavüz olmadığını düşündürür. Kitaptakinin aksine filmde işlemediği bir suçtan dolayı cezalandırılan, hayatıyla oynanan bir karakterdir Vicente.
Filmde Olup Kitapta Olmayanlar
Tablolar+Heykel+Yoga: Kadın bedenini temsil eden iri tablolar, absürd bir varoluşa hapsedilme travmasını yenmek için yatıştırıcı olarak kullanılan heykel ve yoga filme özgüdür ve Almodovar dokunuşlarını hissettirir.
Marilia: Robert'in bilmediği annesidir, yıllardır evin hizmetçiliğini yapmaktadır, aynı zamanda Kaplan Adam'ın da annesidir. Vicente-Vera dönüşümünde Robert'in yanında olup bu sırrı onunla birlikte saklar. Yine filme özgü, karmaşık entrikaların bir parçasıdır.
Eski Karısı: Robert'in eski karısı Kaplan Adam'la kaçmaya çalışırken araba kazası geçirip yanmıştır, Robert bu gizli ilişkiyi bilmeksizin onu kurtarmaya çalışır, evde tüm aynaları kaldırarak kendisini görmesini engeller. Kadın bir gün camı açarken gördüğü kendi yansıması karşısında dehşete düşüp intihar edecektir. Robert, Vera'nın yüzünü ölen karısınınkine benzetir. Yine filme özgü bir entrikadır.
Tıpta Etik: Robert'in Vera'ya yaptıkları, başta soğukkanlı ve etik tanımayan bir estetik cerrahının tehlikeli bir deneyi gibi lanse edilir. Domuzdan aldığı dokularla yapay deri yapıp naklederek tıp etiğine aykırı hareket eder. Bunun aslında bir işkence hikayesi olduğunu anlayana kadar, izleyici yapılanın tıbben etik olup olmadığı üzerinde düşünür.
Dipnot: Fark etmeyenler için ilk sahnede, Marilia asansöre biraz yemekle birlikte bir kitap koyacaktır. Bu, Alice Munro'nun daha sonra Julieta'ya uyarlanacak olan Kaçış kitabıdır. Almodovar, Munro hayranlığını ilk olarak bu filmde gösterir.
KAYNAKÇA
*http://www.lemonde.fr/disparitions/article/2009/08/12/thierry-jonquet-figure-emblematique-du-neo-polar-francais_1227929_3382.html
**https://en.wikipedia.org/wiki/Maman_(sculpture)
***http://nigelwarburton.typepad.com/art_and_allusion/2010/06/louise-bourgeois-notes-from-a-tate-modern-course-2007.html
***http://nigelwarburton.typepad.com/art_and_allusion/2010/06/louise-bourgeois-notes-from-a-tate-modern-course-2007.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder