19 Aralık 2022 Pazartesi

Makale: Walter Benjamin - Çevirmenin Görevi

Walter Benjamin'in kendi yaptığı Beaudelaire çevirilerine önsöz olarak yazdığı bir metin. İlk olarak Yazko dergisi için, Ahmet Cemal tarafından Almanca aslından Türkçeye çevriliyor. Bu, metnin kısaltılmış bir çevirisi. Ahmet Cemal daha sonra metnin tam halini çeviriyor. Çevirinin tamamını buradan görebilirsiniz. Metnin basılı haline Mehmet Rifat'ın Sel'den yayınlanan Çeviri Seçkisi II Çeviri(bilim) Nedir? kitabından ulaşabilirsiniz (sf. 25-35). Bu yazı aracılığıyla makaleyi çalışmayı, aslında söylediği şeyler hakkında kısaca notlar almayı istiyorum. Yapmak istediğim şeyle örtüştüğü için, Mehmet Rifat'ın makale başına eklediği, makalenin önemli kısımlarını vurgulayan kısa cümleleri buraya olduğu gibi aktaracağım. 

"Çeviri üstüne kurumsal düşünceleri büyük ölçüde etkilemiş, üzerinde çok tartışılmış, "kapalı anlatımı" ve "örtülü kanıtlama yoluyla" "muammalı bir otorite metin" durumuna gelmiş deneme. / Özgün metin ile çeviri metin arasındaki işlevdeşliğin saptanması: "Yazın yapıtının (sanat yapıtının) özü, iletmek ya da bildirmek değildir;" aynı şey yazın yapıtının çevirisi için de geçerlidir. / Çeviri, kuralları, yasaları özgün metinde aranacak bir "biçim"dir. / "Çeviriyi yöneten yasa, özgün yapıtın çevrilebilirliğinde yatar." / "Çeviri kaynağını özgün yapıtta bulur." / "Gerçek çeviri saydamdır, yapıtın aslını saklamaz, onun saçtığı ışığı kesmez" / Bu açıdan varış dili özgün metnin katkılarına açık olmalıdır. / Çeviri bir değişimdir; özgün yapıtı değişikliğe uğrattığı gibi, yabancı dil sayesinde anadilini de dönüştürür. / Bütün bunların temelinde de doğal dillerin ötesinde, "salt öz" olabilecek bir dilyetisine inanış ve bu dilyetisini arayış yatar. / Söz konusu ve benzeri varsayımlar doğrultusunda "çevirmenin görevini belirleyecek yoğun tartışmalar, örneklendirmeler, eğretilemeli açıklamalar, tarihsel dönemlere göndermeler, vb.

Makalenin ilk cümlesi şöyle: "Bir sanat yapıtının ya da sanat biçiminin izleyicilerini de göz önüne bulundurmak, o sanat yapıtının ya da sanat biçiminin bilinmesi açısından hiçbir zaman verimli olmaz." Sanat üretmek için insanın fiziksel varlığı gereklidir, ancak onun ilgisi şart değildir diyor; başka bir deyişle hiçbir eser "insanların ilgisi" şartıyla üretilmez. İnsanların fark etmemesi, sanatın varlığını geçersiz kılmaz.

"Özgün metni anlamayan okurlar için mi yapılır çeviri?" Sanat yapıtı çok az şey söyleyebilir, iletebilir. "Çünkü yazın yapıtının özü iletmek ya da bildirmek değildir." Çevirmen, bir yapıtın yazınsal değerini oluşturan şeyleri yansıtan kişidir, yansıtmak için kendisinin de yazması gerekir. Buna göre Benjamin'e göre kötü çeviri, yapıtın aslında üstlenmediği bir amacı (bir şeyler bildirmek, söylemek) yetersiz şekilde aktaran (yazınsal değeri aktarmadan yapılan aktarım) çeviridir.

"Çeviriyi yöneten yasa, özgün eserin çevrilebilirliğinde yatar." Özgün metnin yazınsal değeri işin özünü oluşturuyorsa, o halde o özün çevirisi yalnızca bir biçimdir. "Çevrilebilirlik niteliği, belli yapıtlara özleri gereği uygun düşer — bu, çevirinin bu yapıtların kendisi açısından çok önemli olduğu anlamına gelmez; burada belirtilmek istenen, özgün yapıtlara içkin belli bir anlamın, bu yapıtların çevrilebilir oluşunda dile geldiğidir." Her ne kadar çeviri, özün yanında herhangi bir önem taşımasa da, özgün metin ile yoğun bir bağlam ilişkisine sahiptir. Çeviri özgün metinden sonra gelir ve metnin sürekli olmasını sağlar. Dünya yazınının önemli yapıtları zaten yazıldıkları anda değil, süreklilikleri çerçevesinde belirlenir.

Bir sanat eserinin tarihini gözlemlemek, onun sürekliliğini saptamak için yeterlidir. Yazılmadan önceki koşulları, yazıldığı an gözlemlenebilir. Sonrası da varsa bu yapıt için ünden bahsedilebilir. "Salt iletişim olmanın ötesindeki çeviriler, belli bir yapıt sürdüregeldiği yaşamının ün evresine vardığında gerçekleştirilir. Bu nedenle, kötü çevirmenlerin kendi çalışmalarına ilişkin savlarının tersine, çevirilerin sanat yapıtına hizmet etmeleri değil, varlıklarını o yapıta borçlu olmaları söz konusudur. Çeviriler içersinde özgün yapıtın yaşamı, sürekli yenilenen, en son ve en kapsamlı gelişme sürecine ulaşır." Başka bir deyişle, çeviri özgün yapıtı yenileyerek geliştirir, böylece sürdürür. Özgün yapıt, çeviriler için varış noktası değil çıkış noktasıdır.

Benjamin'e göre yaşamın gidişatı yüksek düzeyde amaca uygunluk ilkesi (nedir bu yüksek amaç? bilemiyoruz, Benjamin'in diğer metinlerini incelemek gerekir) yerine getirildiğinde iyiye gider, başka bir deyişle gelişerek ilerleriz, gelişmek iyidir. Çeviri de özgün metni geliştiren bir yöne sahip olduğundan metnin gidişatını iyileştirir, Benjamin için iyi çevirinin şartı özgün olanı geliştirmesidir. "Çeviri sonunda diller arasında var olan iç ilişkinin anlatılması açısından amaca uygun olma niteliğini taşır. Çevirinin bu gizli ilişkinin kendisini açığa çıkarması ya da kurması olanaksızdır; buna karşılık çeviri ilkel ya da yoğun biçimde gerçekleştirme yoluyla bu ilişkiyi sergilemeyi başarabilir. Gösterilen, üstüne dikkatin çekildiği bir şeyin, o şeyi üretme girişimiyle betimlenmesi, yaşamda dilin dışında kalan alanlarda eşine hemen hiç rastlanmayacak bir betimleme biçimidir." Tüm çeviriler özünde bir bağlamı kavrayıp özgün metni kaynak alarak kendi dilinde yeni bir metin üretmektir diyor Benjamin buraya kadar. Sadece dil alanında karşılaşılan, dil üzerine yapılan çalışmaların bu kadar ilginç olmasının sebebi olan bir husustan bahsediyor; çeviri yolculuğu önce gösterileni kavramakla başlar, sonra bunun için uygun bir gösteren seçmek ve böylelikle ortaya bir gösterge çıkarmak.

Her şey iyiye doğru gitmeyi amaç edindiğine, gelişim sürekli olduğuna göre şöyle bir durum doğuyor çeviriyle ilgili: "Çeviriye gelince, eğer çeviri özü açısından özgün yapıtla benzerliği amaçlasaydı, o zaman çeviri diye bir şey olanaksızlaşırdı. Çünkü özgün yapıt, oluşturulma dönemini izleyen sonraki yaşamında değişime uğrar. Saptanmış sözler için de bir sonraki olgunluk dönemi söz konusudur. Bir yazarın yaşadığı dönemde onun yazın dilinin eğilimi olarak adlandırılan, daha sonra yitip gidebilir, onun yazın ürünlerine içkin olan eğilimler ise ilk kez bu sonraki dönemde belirginleşebilir. [...] yüzyılların akışı içersinde büyük yazın yapıtlarının ton ve anlamlarının tümüyle değişmelerine koşut olarak, çevirmenin anadili de değişimlere uğrar. Yazarın söylediklerini kendi sözcükleriyle sürdüren en büyük çevirinin yazgısı bile, bir yandan kendi dilinin gelişmesinin bir parçası olmak, öte yandan da bu dilin yenileşmesiyle birlikte eskiyip bir kenarda kalmaktır. Çeviri iki ölü dilin sağır denklemi olmaktan o denli uzaktır ki, tüm yazın biçimleri arasında yabancı dilin olgunlaşma süreciyle, kendi dilinin doğum sancılarını saptama görevi yalnız ve yalnız çeviriye düşer." Çeviri yalnızca özgün yapıtla o yapıtın dilini bilmeyen insanlar arasında bağlantı kurmaz. Aynı zamanda Yapıtın yazıldığı dönemle, okunduğu dönem arasında da bağlantı kurabilir. Dilin değişiminden kaynaklanan boşlukları doldurmak, yine uygun gösterenleri seçmek çevirmenin görevidir. "Diller gelişmelerini yaşamlarının sonuna dek böylece sürdürdüklerinde, yapıtların sonrasız yaşamıyla dillerin sürekli yenilenişi çeviri olgusuna kaynaklık eder; [...]"

"Ayrıca özgün yapıtın söz konusu düzeye bir bütün olarak, tüm öğeleriyle ulaşması da olanaksızdır. Özgün yapıtın çevirisi hiçbir zaman bu alana bir bütün olarak varamaz. Çeviri içersinde çevrilmesi olanaksız diye nitelendirmek, bu özün en iyi tanımlaması olur. Çünkü çeviriden istendiği kadar bildiri çıkarılıp, bu bildirilen çevrilsin, gerçek çevirmenin çabalarını yönelttiği bölüm her zaman dokunulamadan kalacaktır. Bu bölüm, özgün yapıtta yazarın ürünü olan sözcüklerin tersine, çevrilebilirlik niteliğini taşımaz; bunun nedeni ise içerik ile dil (biçim) arasındaki bağıntının özgün yapıtta ve bunun çevirisinde tümüyle başka olmasıdır. Özgün yapıtta içerik ve dil, örneğin yemişin etli bölümüyle kabuğu gibi belli bir bütün oluşturur; oysa çeviri dili, içeriği geniş kıvrımlı, bol bir kral giysisi gibi sarar. Çeviri için kullanılan dil, aynı dilin normal kullanımı ile karşılaştırıldığında daha yüksek bir düzeyi belirler, bundan ötürü de kendi içeriği ile uyumsuzluk gösterir, o içerik karşısında ezici bir güç sergileyip yabancı kalır. Bu kopukluk her türlü çeviriyi hem engeller, hem de gereksiz kılar." Özgün yapıtta yazarın yaptığı, gösteren ve gösterileni birlikte kullanarak inşa etmektir, oysa çeviride bu durum yukarıda belirttiğim şekilde tersine döner. Bu da çevirinin yapısı gereği hiçbir içerikle tam bir bütün oluşturamamasına, içeriğine yabancı kalmasına neden olur.

Çevirinin yapmaya çalıştığı şey içeriği tamamen sarıp sarmalayacak bir kılıf oluşturmak değil, çevrilen dilde bir yönelim saptamak, metni o yöne doğru anlamlı kılacak şekilde oluşturmaktır. "Çevirinin bu özelliği, onu yazın yapıtından kesinlikle ayırır; çünkü bu sonuncunun yönelimi hiçbir zaman dil niteliğiyle dile, onun bütünlüğüne değil, yalnızca ve doğrudan belli dilsel içerik bağlamlarına ilişkindir. Yazın yapıtının tersine, çeviri kendini dil ormanının içinde değil dışında, bu ormanın karşısında görür ve kendisi içeri girmeden özgün yapıtı çağırır. Çağırdığı bölge, amaçdildeki yankının yabancı dildeki bir yapıtın yankısını verebileceği tek bölgedir."

"Özgür çeviri salt dilin yararına olmak üzere kendi dilinde sınavdan geçer. Bir başka dilin güçlü etkisi altında olan bu salt dili kendi dilinde özgürlüğüne kavuşturmak, yapıt içersinde kapalı kalmış olan dili o yapıtı yeniden türetme yoluyla özgür kılmak çevirmenin görevini oluşturur. Çevirmen, bu salt dil için kendi dilinin çürük engellerini yıkar: Luther, Vöss, Hölderlin ve George, Alman dilinin sınırlarını genişletmişlerdir. Çeviri ile özgün yapıt arasındaki ilişki açısından anlamın taşıdığı önemi ise bir benzetme ile açıklayabiliriz. Teğet, çembere yalnızca bir noktasında belli belirsiz dokunur; daha sonra onun sonsuzluğa doğru düz bir çizgi izlemesini öngören yasayı dokunma noktası değil, dokunmanın kendisi saptar. Bunun gibi çeviri de özgün yapıta yalnızca çok kısa bir süre, anlamın sonsuz küçüklükte bir noktasında dokunur; bu dokunuşun ardından sadakat yasası gereğince ve dil devinimi özgürlüğü içersinde tümüyle kendine özgü yörüngeyi izler. Rudolf Pannwitz, bu özgürlüğün gerçek anlamını sözü edilen özgürlüğün adını etmeksizin ve gerekçesini vermeksizin, Avrupa Kültürünün Bunalımı (Krisis der europaeischen Kultur) adlı yapıtındaki açıklamalarında belirtmiştir. Goethe’nin Doğu-Batı Divanı (Westöstlicher Diwan) adlı yapıtına ilişkin noktalarındaki tümcelerin yanı sıra, Almanya’da çeviri kuramı üzerine yayımlanmış en etkin yapıt diye kolaylıkla nitelendirilebilecek olan bu açıklamalarda şöyle denilmektedir: «Bizim çevirilerimizin en iyileri bile yanlış bir ilkeyi çıkış noktası yapıyor. Tümü de Almanca’yı Hindu, Yunan, İngiliz dillerine dönüştürmek yerine, bu dilleri ‘Almancalaştırmak’ çabasındalar. Bizim çevirmenlerimiz kendi dil alışkanlıklarına yabancı yapıtın ruhundan daha çok saygı gösteriyorlar… Çevirmenin, yabancı bir dilin kendi dilini güçlü biçimde devindirmesine olanak sağlayacak yerde, kendi dilinin bir rastlantı sonucunda vardığı düzeyde direnmesi, onun temel yanlışını oluşturuyor." Çeviri, bir başka dil ve işaret ettikleri aracılığıyla, kendi dilini salt dile ulaştırmaya çalışmak, başka bir deyişle kendi dilini geliştirmek anlamına da gelir. Yabancı bir metnin, şey'i söyleme biçimi, şey ile kurduğu ilişki hedef dilde de taklit edilebilir örneğin, hiç yapılmamış bir şekilde bağlantı kurulabilir, bu yeni kullanım yerleşik bir kullanıma dönüşebilir zamanla.

Özetlemek gerekirse, benim bu makaleden anladığım kadarıyla Walter Benjamin şunları söylüyor kabaca: Sanat yapıtının bir mesajı iletme kaygısı olmadığından çevirinin amacı da mesajı kendi dilinde iletmek olamaz. Bunu amaçlayan çeviri, kötü çeviridir. Çeviri yapıtın şu anda başka dilleri konuşan insanlarla bağlantı kurmasına yardımcı olduğu gibi, şu anla gelecek arasında da bağlantı kurar. Yazınsal değeri geçmişten geleceğe taşımak da çevirinin görevlerindendir. Özgün yapıt çevirmen için bir çıkış noktasıdır, varış noktası değil. Dilsel alanda, düşünsel alanda yaşanan değişiklikler çeviride dikkate alınabilir. Çeviri, özgün yapıtı yazmakla bir tutulamaz, çünkü ikisinin oluşturulma şartları farklıdır. Çeviride önce gösterilen kavranmalı, sonra gösteren bulunmalıdır. Bu da onu, orijinal içeriği tamamen sarması imkansız bir hale getirir. Çevirinin yapabileceği şey, bir yönelim bulmak, metni o yöne doğru yeniden oluşturmak, bu sayede değişime rağmen metnin özüne dokunmaya devam edebilmektir. Son olarak çeviri, başka dilin şey ile kurduğu bağı yakından gözlemlemeye olanak sağlar, bu gözlem sayesinde çevirmen kendi dilinde şey'leri farklı ifade etme yolları bulabilir, bu sayede Walter Benjamin'e göre kendi dilini salt dile daha fazla yaklaştırabilir.

Hiç yorum yok: