23 Mart 2016 Çarşamba

Kitaptan Filme: Into the Wild


Kitap, Emory Üniversitesi’nden dereceyle mezun olduğu 1990 yılının yazında, ailesine ve arkadaşlarına haber vermeden doğaya çıkan Chris McCandless’ın Ağustos 1992′de geyik avcıları tarafından cesedi bulunana kadar yaşadığı vahşi yaşam deneyimini konu alır.

Siren Yayınları’ndan Taylan Taftaf çevirisiyle okumanızı tavsiye ederim, çeviri son derece temizdi. Kapağından biraz bahsedeyim. Chris’in 100 günü aşkın süre yaşadığı ve bir mavi uyku tulumu içinde ölü bulunduğu yeşil “magic bus” ve sırt çantasıyla yollara koyulan, kendine Alex Süperberduş diyen Chris’i görüyoruz. 

Magic Bus, Chris ve kitabı okuyan gezginler için büyük bir öneme sahip. Chris'in vahşi yaşama açıldığı sırada bulduğu yegane sığınak. İçinde bir yatak, bir soba, birkaç dolap ve bir tuvalet var. Bulunduğu konum itibariyle mükemmel bir manzaraya sahip. Tam da Chris'in istediği büyüleyici doğanın ortasında. Mutluluğu keşfettiği ve ters giden birkaç şey yüzünden öldüğü yer. Büyük bir imgesel öneme sahip. Öyle ki daha sonra birçok ziyaretçisi oluyor. Kitap basıldıktan sonra kızkardeşi Carine gidip kitabı otobüse bırakıyor. Muhtemelen hala ziyaretçileri vardır.

Yaşanmış bir hikaye olup, Chris gibi doğa maceralarından hoşlanan ve babasıyla benzer çatışmalar yaşayan gazeteci Jon Krakauer tarafından araştırılarak kitap haline getirilir. Krakauer, kitabı yazarken Alex’in yol boyu karşılaştığı ve iz bıraktığı tüm insanlardan ve ailesinden yardım alır. Dolayısıyla hikayesini olabildiğince bire bir anlatır. Yalnızca Chris'in yapayalnız olduğu Magic Bus günleri için başvurabileceği bir tanık olmadığından, bu kısmı Chris'in kısa günlüğüne ve kendi kişisel doğa deneyimlerine dayanarak yazacaktır. Hikayedeki bazı boşlukları kendi teorileriyle doldurmaya çalışacaktır. Hatta anlaşılmayan ölüm sebebinin, birçok insanın iddia ettiğinin aksine, Chris'in doğa cahili olması değil, tahmin edemeyeceği bir tür küflü yaprak yemesi olduğunu iddia edecek, böylece Chris'i bir nevi savunacaktır. Bu noktada yazarın kendisini genç Chris ile bağdaştırdığını söylemek hatalı olmaz. Zaten onu bu hikayeyi araştırmaya iten şey de Chris'le aralarındaki benzerliktir.

Chris'in hikayesi yazarın dikkatini çeker, çünkü hem yazar, hem de Chris geçmişlerinde babalarıyla ciddi çatışmalar yaşamıştır. Bu asi genç, bizi vazgeçilmez olduğu illüzyonuyla kendine bağımlı kılan düzene, kendisi üzerinde otorite kuran tüm bireylere başkaldırarak olmak istediği yere, vahşi yaşama koşar. Çoğu kişinin yapmak istediği, ancak cesaret edemediği bir yoldan gidip kendini çevreleyen otoriteyi aşar ve gerçek mutluluğu keşfeder.  

Alex'in hikayesinin ruhsal yönünü oluşturan şey bu otorite çatışmasıdır. Alex, mutlu olmadıkları ve zevk almadan yaşadıkları aşikar olan iki insanın mecburi olarak birlikte olması fikrinden, aynı şekilde işler yolunda gitmediği halde yaşamlarını sürdüren devlet otoritesi altındaki insanların başkaldırmamasından nefret eder. Yazar, kendisinin de nefret ettiği otoriteye karşı durabilen bu genci son derece ciddiye alacaktır. Bu umut verici hikaye elbette kamuoyunda da ilgi çekecektir. Öyle ki ölümünden 15 yıl sonra, 2007 yılında bu gencin filmi çekilir. Emile Hirsch’in Chris rolünde oynadığı 2007 tarihli Sean Penn filmi, kitabın yarattığı kamuoyunu iyice artıracaktır.

Kitapla film arasında öncelikle anlatım tekniği farkı vardır. Kitapta Chris, yazarın yukarıda da bahsettiğim savunma güdüsüyle, ruhuna büyük bir saygı duyularak hassas bir şekilde yansıtılmaktadır. Hatta yüceltildiğini söylesek yanlış olmaz. Okurla Chris arasında daima bir mesafe vardır. Okur, Chris'i eleştireceği anda yazar duvarıyla karşılaşır, bir türlü Chris'le baş başa kalamaz. Hikayeden çok etkilenen Sean Penn ise, sinemanın anlatım tekniğinin de etkisiyle izleyiciyi karaktere daha fazla yaklaştırır. Filmin sonunda ise bu işi biraz abartıp Chris'in ölüm sebebini pisipisine yanlış bir zehirli otu yemesi olarak gösterir. Hatta bu kısımda biraz ucuza kaçıp, dram yaratmak ve daha fazla izleyici çekmek için Chris'in acı içinde geçirdiği ve öleceği için çok pişman olduğu son 15 günü adım adım gösterir. Bu noktada filmin sonunu, kitap kadar sevemediğimi söyleyebilirim. 

Film ile kitap arasındaki bu yaklaşım farkı kamuoyunda da görülecektir. İnsanların yarısı Chris'in son derece toy ve kibirli bir genç olduğunu, bu nedenle ihtiyacı olan yardımları bile geri çevirdiğini ve ölümünün sürpriz olmadığını, buna üzülmediklerini söyleyeceklerdir. Kitabın başlarında "kibir" yorumuna katıldığımı söylemeliyim. Yine de fazla yüzeysel bir yorum. Aradığı mutlu hayatı kendi çabalarıyla bulan ve vahşi doğada 2 yıl boyunca tutunabilen bir insandan bahsediyoruz. Elbette yola çıkan insanla yolun sonundaki insanın aynı olduğunu iddia etmek anlamsız olur. Başlarda başına neler gelebileceğini çok da iyi bilmeyen, ama sonra iyiden iyiye tecrübe kazanan bir insandan bahsediyoruz. Dolayısıyla çok kibirliydi yorumu da biraz yetersiz kalıyor. Kibir onun çıkış noktasıydı belki, sonra işin içine başka şeyler de girdi. Yaşam felsefesi "fazla vakit yok, hemen şimdi yaşamaya başla" olan bir genç, aslında o kadar da hayalperest ve kibirli sayılmaz. 

Hala okumayan varsa, Chris'in hikayesiyle tanışmanız dileğiyle.

3 yorum:

Zevzek Kadın dedi ki...

Yazar duvarları burada çok önemli bir husus. Çünkü eksikte anlatabilir fazla da.
Bir aralar onun sayesinde sıkı bir şekilde Jack London okuyucusu oluyordum, yani bir nevi okumaya itti beni. Fakat kibir konusunda hiçte öyle düşünmüyorum, yalnızca yaşamın kariyer ve insan ilişkilerine başkaldıran birini görüyorum. Kitapta acımasız eleştirelere yer verilmişti bazı insanlarca. Bunun pek samimi olmadığı kanaatindeyim.

Biyografi, otobiyografi ve kişisel hikayeleri okumayı seven biri olarak yazarın kitapta net bir başarısızlığını gördüm. Ablası da bunun üzerine bir kitap yazmıştı zaten.

Kitaptan Filme dedi ki...

Zevzek Kadın,

Hikayesinin her anını net bilmediği bir karakterin biyografisini yazarken sık sık araya girmesi kabul edilebilir. Eksik veya fazla yansıtmaması gerekiyor dediğiniz gibi. Doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.

Filmde sanki daha kurgusal bir karaktere dönüştürülmüş. Bilmediğimiz anları da uydurulmuş, aradan anlatıcı duvarı çekilerek izleyicinin Chris'le duygusal bağ kurmasının önü açılmış, son 15 gününde yerlerde kıvrandırılmış. Şimdi izlesem filme burun kıvırabilirdim.

Ablasının yazdığı kitabı bilmiyordum. Orada Chris'in sonu nasıl acaba? Ve yazarı neden beğenmemiş?

Zevzek Kadın dedi ki...

Yazardan ziyade, Alaska yerlilerinin görüşlerini ve yazarın bunu ele alışını çok sert bulmuştu.