5 Mayıs 2016 Perşembe

Kitaptan Filme: L'Ecume des jours


Roman, 1946 yılında Boris Vian tarafından yazılmıştır. Aşk romanı olarak tanıtılsa da, kadın-erkek ilişkisini aşina olmadığımız bir dekorun içine yerleştirerek işlediğinden, bildiğimiz aşk romanlarına benzemez.

Gerçeküstü bir zeminde yaratılan mekanlar, karakterler arasında alışılagelmişin dışında ilişkiler, yazarın mühendis geçmişinden ve ‘Patafizik felsefeye göre şekillendirdiği dünya görüşünden esinlenen yaratıcı objeler, hastalıklar, baştan sona absürd ilerleyen hikaye.

Mekanlardan başlayalım. Ana karakter Colin ve aşçısı, aynı zamanda da yaşam koçu Nicolas, koridorunun 2 yanında camlar bulunan, mutfak lavabosundan yılan balıklarının avlanabildiği başlangıçta geniş, sonra Colin’in biricik aşkı Chloé hastalandığı ve gitgide ölüme yaklaştığı için duvarları daraldıkça daralan, kararan ve bakımsızlaşan bir evde yaşamaktadır.

Standart penceresiz koridorların yerini iki yanı camlı aydınlık bir koridor almıştır, çünkü mutlu bir yaşamın sırrı içeriye giren güneş ışınlarından geçer. Başlangıçta aşkla birlikte aydınlık ve mutlu olan mekan, daha sonra hastalık ve sona yaklaşma sürecinde daralır, camlar kendiliğinden temizlenemez bir şekilde kirlenmeye başlar ve güneş ışınları içeri giremez olur; mekanın mutluluğu azalır, azalır, sonunda mutluluk yok olunca mekan da biter. Hikaye, ruhsal duruma göre değişen kendine özgü bir fiziksel dünya yaratmıştır. Hikayenin en önemli özelliği de budur: kendine özgü fiziksel kurallar. 

Bu noktada yazarın etkilendiği ‘Patafizik felsefeden biraz bahsetmek gerekiyor. ‘Patafizik kavramı, ilk olarak 19. yüzyılın sonlarında Alfred Jerry’nin Gestes et opinions du docteur Faustroll, pataphysicien (Patafizikçi Doktor Faustroll'ün Davranış ve Görüşleri) adlı romanında ortaya çıkmıştıe-r. 20. yüzyılın başlarında, savaşın yıkımı üzerine alternatif gerçekler türetmeyi amaçlayan sürrealizm ve absürd akımlara öncülük etmiştir.

‘Patafizik, farklı bakış açılarıyla şekli değiştirilen alternatif fiziksel dünyalar olarak nitelendirilebilir. Gerçek denen şey bugüne kadar bulunan çözümlerin en sık kullanılanı ve en genel şekilde kabul görenidir. Bununla birlikte, bu, gerçeğin tek olduğu ve başka gerçeklerin olmadığı anlamına gelmez. ‘Patafizik, alternatif gerçeklerle ilgilenen bir bilim dalı olarak tanımlanabilir.

Daha açıklayıcı olması için kitaba dönüp örnek verecek olursak; bir caz müzik dinleyicisi olan Colin, her nota basımında farklı bir içeceğin aktığı, müzikle birlikte kokteyl yapabilen bir piyano tasarlamıştır: Piyanokteyl. Hayal ürünü olmakla birlikte, “saçma” değildir. ‘Patafizikte amaç gerçek olamayacak şeyleri hayal etmek değildir; gerçek olabilecek ancak bugüne kadar genel kabul görmeyen şeyleri, başka bir deyişle “istisnaları” ortaya çıkarmaktır. Bu nedenle ‘Patafizik, İstisnalar Bilimi olarak da bilinmektedir.

Kitapta mekanlar kadar karakterler arasındaki ilişki de dikkat çekmektedir. Kitabın yazıldığı tarihe, yani 20. yüzyılın ortalarına göre kadın ve erkek ilişkileri toplumsal normlardan sıyrılmış, oldukça cüretkar bir formdadır. Colin, hayatını aydınlatan aşkı Chloé hastayken, en yakın arkadaşının sevgilisi Alise’den de hoşlanmaktadır örneğin. Chloé, kendi düğününe hazırlanırken kız arkadaşlarının yanına gidip vücutlarına övgüler yapar, ne kadar çekici olduklarını onlara söyler.

Bu bağlanmaktan uzak, serbest kadın-erkek ilişkileri, elbette yazarın yakın arkadaşları olan ve kitapta da atıfta bulunulan Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir ilişkisini hatırlatmaktadır: Sartre-Beauvoir çifti birbirlerine eş olmayı kabul etmiş, ancak aşk ve cinsellik açısından birbirlerini kısıtlamamışlardır. Colin ve Chloé’nin ilişkisi de benzer bir çizgiye sahiptir.

Jean-Paul Sartre’dan bahsetmişken kitaptaki rolüne de değinmekte fayda var. Kitap, kısaca herhangi bir fikrin ideoloji haline dönüşmesini ve insanların nedenini bilmeden çılgınca bu fikre kapılmalarını, başka bir deyişle toplulukların fanatizmini eleştirmektedir. Boris Vian, bireyselci bir bakış açısına sahiptir ve kitapta da bunu belli etmiştir. Ona göre insanların kitleler halinde her hafta yayınlanan Jean-Paul Sartre yazılarını takip edip felsefeyi popülist bir furyaya dönüştürmeleri mantıksızdır. O, bireyin aklına yatan gerçekleri kabul etmesi gerektiğini, toplu olarak hareket etmek zorunda olmadıklarını savunmaktadır.

Kitap özetle toplum normlarının belirlediği ilişkileri ve toplumun ideolojileri düşünmeden benimsemesini ve peşinden koşmasını eleştirmektedir. Bunu da elbette alıştığımız, bildiğimiz bir gerçekler bulutunun ve değerler dizisinin içinde değil, baştan yarattığı bir fiziksel dünya gerçekliği zemininde yapar.

Kitaptan bu kadar bahsetmek yeterli, filme de biraz yer verelim. Tüm satır aralarında yaratıcılık olan, standarda aykırı obje ve mekanlarla dolu, gerçeğin baştan yapılandırıldığı bir kurguyu görsele dökmek takdir edersiniz ki kolay değil. 2013 yapımı, Michel Gondry yönetmenliğinde çekilen filmle ilgili iki yorum yapmak isterim.

Öncelikle, bu filmi bana kalırsa yalnızca kitabı okuyup beğenen kişiler izlemeli. Diğer insanlar için başlı başına çarpıcı bir yapıt değeri taşımıyor. Önce kullanıcı kılavuzunu okuyup sindirdikten sonra filmi izleyince anlamlı hale geliyor. Hayal ettiğiniz şeyleri gözlerinizle görmek keyifli. Piyanokteyli izlemek eminim birçok insana haz yaşatmıştır.

İkinci olarak, oyuncu seçiminin tatmin edici olmadığını belirtmeliyim. Chloé karakterini canlandıran Audrey Tautou bence doğru değildi. Yıllar önce Amélie filmi ile destansı hikayelerin baş kahramanı olabileceğini kanıtlayan Tautou, akla ilk gelen oyuncu olmuş olmalı. Ancak Chloé’yi açık tenli, genç, kırılgan bir kız olarak hayal eden biz okurlar, karşımızda esmer ve yaş almış Audrey Tautou’yu gördüğümüze çok da sevinemedik. Aynı şekilde Colin’in de biraz daha genç bir karakter olması gerekiyordu.

Kitabı, detayların tadına varabilmek için en az üç kere okuyup üzerine filmi izlemek tavsiyedir.

Hiç yorum yok: