10 Mart 2019 Pazar

Amok Koşucusu - Stefan Zweig

1881 doğumlu Avusturyalı romancı Stefan Zweig'ın 1922'de Amok. Novellen einer Leidenschaft ismiyle yayınlanan novellasıdır. Türkiye'de en çok Nafer Ermiş çevirisiyle Modern Klasikler Dizisi'nden çıkan Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları baskısı ve İlknur Özdemir çevirisiyle yayınlanan Can Yayınları baskısı bilinir. Modern Klasikler Dizisi'nde Amok Koşucusu tek başına yayınlanır; Can Yayınları ise Amok Koşucusu'nu toplam 7 öyküden oluşan derleme kitabına dahil eder. Öykülerin ortak özelliği "ölüm" temasıdır. Bu ortak tema, türlü "settinglerde" işlenir. Kısa öyküler olduğu için, alt metni çok derin olmayan, daha çok çarpıcı metinler söz konusudur. Hepsinin başka bir ortak teması, "zavallılıktır". 

Stefan Zweig, zengin bir tekstil üretici babanın ve bankacılık yapan Yahudi bir aileye sahip olan annenin oğlu olarak Viyana'da doğar. 1904'te Viyana Üniversitesi'nde felsefe okur. Dini inanışları eğitiminde baskın olmasa da Yahudilik inancını reddetmez, hatta bazı öykülerinde bunu konu alır. Birinci Dünya Savaşı'na pasifist olarak katılır, Savaş Bakanlığı'nın Arşivlerinde görev alır. Nobel Edebiyat Ödüllü arkadaşı Romain Rolland'la aynı görevdedir. 1913'te Salzburg'a yerleşir. Burada 18 sene sürecek ilk evliliğini yapar. 1934'te Almanya'da Hitler'in yükselişi üzerine Avusturya'dan ayrılıp İngiltere'ye gider. Burada, Salzburg'da sekreterliğini yapmış olan Elisabet Charlotte Altmann ile ikinci evliliğini yapar. Hitler'in birlikleri batıya doğru ilerleyince karısıyla birlikte New York'a göçerler. Birkaç ay burada kalıp 1940'ta Brezilya'ya göçerler. Zweig Avrupa'daki durumdan ve insanlığın geleceğinden umutsuz şekilde yaşamaktadır. Şubat 1942'de Brezilya'daki evlerinde uyku hapı alarak el ele intihar ederler. 

Sigmund Freud ile arkadaştır. 1926 tarihinde Freud'a yazdığı bir mektupta, psikolojinin hayatındaki en önemli uğraş olduğunu söyler. Proust, D.H. Lawrence ve James Joyce gibi yazarlar üzerinde Freud'un etkisinin olduğunu iddia eder.

Bir Çöküşün Öyküsü
Fransa saraylarında çok önemli bir pozisyona sahip, savurgan harcamaları ve havai tutumu nedeniyle saraydan uzaklaştırılmış bir soylu kadını konu alır. Bir taşra kasabasına uzaklaştırılmış, burada unutulmaya yüz tutmuştur. Bu muameleyi kaldıramaz, kendine çok konuşulacak ve adını tekrar herkesin gündemine taşıyacak bir ölüm komedyası yazar. Her şey tam istediği gibi gider, küçük şişeden zehri içer, ölür. O öldükten sonra kimse ölümünü beklediği gibi şaşkınlıkla karşılamaz, ismi, kendine tasarladığı gibi ölümüyle beraber dilden dile dolaşmaz. Diğer sıradan haberler gibi 2-3 güne unutulur. Üst sınıfa mensup bir kişi, yaşamında varlığı sayesinde etrafına çektiği yaldızlı kalabalığı, ölümünün esrarengizliğiyle de kendine hayran bırakacağını tasarlar. Ancak insanlar bu kişiden elde edecekleri çıkarlar ortadan kalkınca artık ondan bahsetme gereği duymayıp ölüm haberini 3-5 günde unuturlar. 

Madalya
İspanyol askerlerle savaşan üst düzey bir asker bir gün savaş sırasında bayılıp çalıların arasında kalakalır. Kendine geldiğinde askerlerin tümünün asılmış olduğunu, yalnızca kendisinin kurtulduğunu görür. Bir süre ormanda idare etmeye çalışsa da insan içine karışıp ülkesine dönme arzusu ağır basar. Öldürülmemek için bir İspanyol askerin kıyafetlerini çalıp giyer, kendi üniformasından Napolyon'un kendisine verdiği madalyonu söküp yanına alır ve yola koyulur. Yolu üzerinde Fransız birliklerini görünce heyecanlanır, coşkuyla onların önüne atılır ve üzerindeki üniforma nedeniyle tüm birliğin kurşunlarına hedef olur. Öldüğünde bu onurlu Fransız askerinin pis bir İspanyol askeri olduğunu ve cebindeki madalyonu da bir Fransız askerinden çaldığını düşünürler. Bir asker için en onurlu seçeneklerden olan ölüm, burada karakteri trajikomik şekilde yakalar. O öldüğünde artık olanları açıklayabilecek kimse kalmamıştır. Kahraman olmak için aldanıp yola çıktığı savaş komedisinde, olabilecek en trajik biçimde hayatını kaybeder. Üzerindeki kıyafetler nedeniyle, bir anda üç gün önce düşmanı olan insanların kimliğine bürünür ve bu kimlik nedeniyle aşağılanarak öldürülür.

Bezginlik
Bir öğrenci, defalarca kez sınıfta kaldığı için artık okuldan nefret etmekte, ancak ailesini karşısına alacak cesareti olmadığından ders almaya devam etmektedir. Kendisini üst üste sınıfta bırakan okutmanın dersine her girdiğinde hayatının en büyük stresini yaşar. Bir gün artık dayanamayıp okutmana karşı nefretini ders sırasında dile getirir. İlk kez içinden geçeni söylemiş olmasına rağmen bu onu gevşetmez. Üzerindeki strese dayanamaz, okuldan çıkar ve doğru kendini nehre atıp intihar eder. Toplumun baskısı nedeniyle koşullarını değiştiremeyen, bu durumun gün geçtikçe üzerindeki yükü arttırdığı, bu yüke dayanamayan ve çözümü intiharda bulan bezgin bir birey anlatılır.

Amok Koşucusu
Amok’un ne olduğunu biliyor musunuz?
-"İşte Amok... evet Amok, şöyle oluyor: Bir Malezyalı, herhangi bir sıradan, kendi halinde adam içkisini içiyor... Ruhsuz, ilgisiz, donuk bir biçimde oturuyor oracıkta... tıpkı benim odamda oturduğum gibi... sonra ansızın ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor, sokağa fırlıyor... dosdoğru koşuyor, dosdoğru... nereye gittiğini bilmeden... Yoluna ne çıkarsa, insan olsun hayvan olsun, hançerini saplıyor, akan kan onu daha da çıldırtıyor... Ağzı köpürüyor, kudurmuş gibi uluyor... ama koşuyor, koşuyor, koşuyor, ne sağa bakıyor ne sola, acı acı haykırarak, elinde kanlı hançeriyle, korkunç koşusunu sürdürüyor... Köylerdeki insanlar bu Amok koşucusunu hiçbir gücün durduramayacağını bilirler... o gelirken uyarmak için ‘Amok! Amok!’ diye haykırırlar ve herkes kaçışır... ama o bunları hiç duymadan koşar, görmeden koşar, önüne çıkanı devirir... sonunda kuduz bir köpeği vururcasına vurup öldürürler onu ya da o ağzından köpükler çıkararak yere yığılıp kalır...
Cinnet halini belirten "Amok" rahatsızlığını temel alan bir öyküdür. Hindistan'ın ücra bir köşesinde göreve giden bir doktor, görevinin 7. senesinde artık korkunç derecede yıpranmıştır. Bir gün kilometrelerce uzaktan bir beyaz hasta gelir. Kadın gayrimeşru şekilde 3 aylık hamiledir, doktora kürtaj talebiyle gelir. Bunu buyurgan ve küstah şekilde istemesi doktorun sinirlerini bozar. Karşısındaki bu küstah kadını yola getirmek için istediğini para karşılığında değil ama yalnızca "başka bir şey" karşılığında yapabileceğini söyler. Kadın hışımla çıkar. Adam az önceki ruh halinden sıyrılıp neden böyle yaptığını sorgulayarak günlerce kadının peşinden gider. Sonunda kadını bir merdiven altı kürtajcıda, kanlar içinde bulur. Alıp evine getirir. Son dakikalarında kadının sırrını saklayacağına söz verir. Kocası gelip İngiltere'ye taşımak üzere tabutunu gemiye yüklettirdiğinde, başka bir kimlikle o da gemiye biner. Kocası otopsi yapamasın diye geminin güvertesinden kendini tabutun üzerine atıp intihar eder. Tabutu okyanusun derinlerine gömülen kadının sırrını canı pahasına korumuştur. 

Sömürgecilik, ırkçılık, ayrımcılık temaları da hikayede hissedilir. Sarı ırk ve beyazlar şeklinde sürekli bir ayrım söz konusudur. Sonunda beyaz adam, kendi etik olmayan seçimleri ve kapıldığı takıntılı ruh hali neticesinde sarı ırkın hastalığına yakalanır, kendi varlığına son verir. [Buradan alt metinle ilgili çeşitli çıkarımlar yapılabilir. Ancak bizim "çok beğendim, süper metaforlar vardı, aşırı güzeldi çünkü Zweig" tayfa dışında kitabın derinlemesine analizini bulamadığım için alt metni hakkında sağlam çıkarımlar yapamamaktayım. Belki de altında bir şey gizli değildir, ne dersiniz?]

Ay Işığı Sokağı
Fransa'nın liman kentlerinden birinde bir denizci mahallesinde gezinen bir gezgin, Almanca bir şarkı söylendiğini duyunca sesin geldiği yöne doğru gider. Ufak sakin bir pavyona girer. Şarkıyı söyleyen kadının basit, ucuz giyimli ve makyajlı bir kadın olduğunu, mekanın da köhneliğini fark edince pişman olsa da sigarası bitene kadar kalmaya karar verir. Bu arada içeriye giren bir adam, ucuz giyimli kadını kızdırır. Adama cimri olduğunu söyleyerek saldırmaya başlar. Gezgin rahatsız olup çıkar, tekrar sokaklarda dolaşmaya başlar. İçerideki cimri adam sessizce yanına yaklaşır ve kadınla arasındaki ilişkinin hikayesini anlatmaya koyulur. Kadın eski karısıdır. Kendisi varlıklı kadın ise fakirken evlenirler. Kadının maddi açıdan ona bağımlı ve muhtaç olması onu çok eğlendirdiğinden, bir şey isterken kadını yalvartmaya bayılır. Bir gün artık buna dayanamayan kadın onu terk eder. Bin bir çabayla peşinden gidip kendini affettirdikten sonra aynı hatayı tekrar yapar ve kadını tekrar kaybeder. Yaşadığı bu işkenceye artık dayanamadığını gezgine anlatır ve ondan kadına gidip onu ikna etmesini ister. Aksi halde cebindeki bıçakla kadını öldüreceğini söyler. Bu deliden sıyrılıp yoluna giden gezgin, tam uzaklaşacakken gözü kadının çalıştığı evin kapısına takılır. Bir adam, elinde parlayan bir metalle eve girmek üzeredir. Metalin bıçak mı yoksa para mı olduğu sorusunun yanıtı verilmez.

Leporella
Kaba saba yaşlı bir kız olan, Baron'un kendisine daha sonra yakıştırdığı takma adıyla Leporella, gösterdiği çalışkanlık ve azim sayesinde Baron'a tavsiye edilir ve orada göreve başlar. Baron çapkın, şeytan tüylü bir adamdır, iç güveysidir, savurgandır. Karısı ise varlıklı, tutumlu, makuldür. Bu nedenle aralarında sürekli çatışmalar çıkar. Bir gün karısı ruhsal bunalımını atlatmak için hastaneye kaldırılır. Baron ve Leporella evde baş başa kalır. Baron bu kaba saba yaşlı kıza iyi davranır. Umutlanan Leporella Baron'a aşık olur. Evde çapkınlık yapmasına yardım eder. Yaklaşık 2 ay huzur içinde yaşar giderler. Derken karısı eve geri gelir. Leporella'nın gerilimi ve kıskançlığı boy gösterir. Bir gün Baron "yapılacak bir şey yok" deyince, "aslında yapılacak bir şey var" diye yanıt verir ve karşılık almayışını bir iş emri gibi algılayıp ertesi gün kadını yatağında öldürür. Durumdan çok rahatsız olan Baron, Leporella'yla daha fazla muhatap olmamak için eve bir uşak tutar. Uşak da zamanla Leporella'dan korkup onu kovmayı önerir. Leporella Baron'la yüzleşir, bunun ona ait bir talimat olduğunu öğrenir. Ertesi gün yıllardır biriktirdiği parasını Baron'a bırakmıştır. Baron neler olduğunu anlamaya çalışırken Leporella'nın intihar haberi duyulur. Ölüm, bu kez bir aşığının canını acıtma enstrümanı olarak kullanılmıştır.

Leman Gölü Kıyısındaki Olay  
Bir Rus, bir balıkçı tarafından çırılçıplak vaziyette Leman Gölü'nde bulunur. Kıyıya çıkarıp giydirirler. Yakınlardaki bir otel müdürü aracılığıyla adamla Rusça konuşup kim olduğunu öğrenirler. Evine ulaşmaya çalışan bir Rus olduğunu öğrenince, kağıtları yapılana kadar onu kasabada misafir etme görevini üstlenirler. Ancak Rus, tüm saflığıyla, gölü geçince Rusya'ya ulaşacağını düşünerek tekrar kendini göle vurur ve ölür. Trajik bir öyküdür.

Hiç yorum yok: