11 Mart 2019 Pazartesi

Hennoz - İlker Karakaş

1968 Bodrum doğumlu Türk öykücü. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1998 yılında bitirir. Bodrumda avukatlık yapmaktadır. Hennoz yayınlanan ilk öykü kitabıdır. Daha sonra üç kitabı daha yayınlanır: Tahterevalli, Kasaba Avukatı, Çıkmaz Sokak. Hennoz, 2007 yılında diğer kitapları gibi Notos'tan çıkar, 96 sayfalık bir kitaptır. Kitap 13 tane öykü içerir. Kimi hikayelerde protagonistin ismi farklı olsa da (bazılarında Orhan, bir tanesinde Kenan, vs.) aslında aynı adamın hikayesi anlatılır. Karakterler, yazarın kendi yaşamıyla örtüşen niteliklere sahiptir. Kişisel deneyimlerden yola çıkarak yazmış gibi görünür. Hikayeler İzmir'de geçer. Kahramanımız Hukuk fakültesinde okumaktadır. Ya yeni başlamış, ailesinden para almakta ya artık 7 yıl uzatmış askerden kaçmaktadır.

Protagonist 20-25 yaş arasında, İzmir'de, ya çok korkak olduğu için ya kaybettiğini önceden kabullendiği için ya sisteme tutunamadığı için depresif ruh halinde, sürekli içki içen, arada fahişelerle yatan, aynadaki yansımasından utanan, bakkala gidip ekmekle yumurta almak, berberde saçını kestirmek ve genelevlere gitmek dışında pek bir günlük aktivitesi olmayan bir "kaybedendir." Anlatımı sizi sürüklese de, tema gerçekten Türk edebiyatının en bayat temalarındandır. Yine de kitabın editörlüğünü Semih Gümüş yaptığı için ve kitap şöyle bir önsöze sahip olduğu için bir şeyler mi kaçırıyorum diye kendinizi paralarsınız: 
Hennoz, öykücülüğümüzün son dönemlerinde kendini gösteren arayışların özgün bir örneği. İlker Karakaş'ın öyküleri ilk bakışta Sait Faik'ten Orhan Kemal'e uzanan çizgi üstünde görünüyor. Onlardan aldığı etkileri seçilmiş bir yaşam biçimi içinde yeniden üreten bu öyküler, aykırı bir tip çevresinde oradan oraya konuyor.

İçki tutkusu, serseri yaşam, kendini sokağa vurmuş genç kimliği, genç yazarların sıklıkla el attığı konular arasında değil. Hennoz'da sanki aynı tip, bütün öykülerin genç kahramanı olarak kendini sert bir rüzgâra bırakmış. Sonunda gene bir yere ait olamama duygusu, hiçlik, kendinden hoşnutsuzluk, çıkmaz sokak gerçeği. Anlatılması kolay olmayan bir genç öykü kişiliği onu iyi tanıyan bir yazarın elinden çıkmış.

Hennoz: dipbalığı: öykülerin kahramanı...
Önsözde bahsedilen bu "içki tutkusu, serseri yaşam, kendini sokağa vurma" artık Türk edebiyatı için gerçekten çok sık görülen, hatta artık fazlasıyla baymış temalar haline geldi. Muhtemelen üzerinden 12 yıl geçtiği için önsözde bunlardan yeni bir şeyler gibi bahsediliyor. Belki kitabın çıktığı dönemde henüz İncir Reçeli'nde Halil Sezai'nin canlandırdığı embesil loser yazar karakterini izleyip onu karikatürize etmemiştik; Emrah Serbes'in o aşırı ataerkil, vıcık vıcık arabesk "loser" karakterlerine maruz kalmamıştık; afili filintalar tayfası bu kadar meşhur olmamıştı. Belki bu yüzden bu sürekli bira üzerine viski ve sonra rakı içen İzmirli fakir öğrenci tiplemesi o dönemde edebiyat çevresine marjinal geldi, bilemiyorum. 

Ama şu anda, bunlardan bağımsız değerlendirecek olursam, beni gerçekten hayal kırıklığına uğratan bir kitap oldu. Notos'un yayınlamış olması ve güzel kapağı bende olumlu hisler oluşturmuştu. Her ne kadar adını duymadığım Türk yazarlara ve öykü kitaplarına önyargılı olsam da, önyargılarımı bir kenara atıp objektif şekilde kitapta güzellikler aramaya söz vermiştim. İlk öykü, Hennoz ile birlikte biraz kıpırdanma oldu, yalan söylemeyeceğim. Denizin dibinde, yemleri en kolay yutan, avlaması hiç de uğraştırmayan, birbirinin aynısı alık balık türü benzetmesiyle, sistemin çarklarında heba olmuş, toplumun önüne serdiği yemleri kolayca yutan, birbirinin aynısı insanlara gönderme yapıldığını fark etmiş, "vay canına söyleyecek sözleri var kulak kabartayım" demiştim. Ta ki öykünün sonunda metaforu, biz gerizekalı okura açıklama ihtiyacı duyana kadar. Kitabın sonraki öykülerinde de bu hayal kırıklığım katlanarak devam etti. Yalnızca (ismini yanlış hatırlamıyorsam) Cevriye isimli öyküde, anlatımın akıcılığına kapıldım. Yalnız o öyküye de teması bakımından itirazlarım var.

Artık gerçekten "rakı, eve atılan güzel kız, kızın güzel kıçı, yatağa atma, fahişe, fahişeye aşık olma, boşluğa bakma, insanlardan uzaklaşma, yalnızlaşma" öğelerinin marjinal bir yanı kalmadı. Edebiyatın; sistemin çarklarında ezilmekten bıkmış, yeni çağın adamı olarak karşımıza sürekli aynı karakteri çıkarması şevkleri kırıyor. Sanki sistem sadece erkeğe yükleniyormuş gibi, loser'ın mutlaka "adam" olması gerekiyormuş, kadının bu hikayelerdeki tek rolünün seks olması gerekiyormuş gibi söylemlerden, kurgulardan bıktık. 

Daha aklı başında, eşitlikçi söylemlerin modern Türk edebiyatı kurgularında yer alması ve artık rakı edebiyatının tümüyle bırakılması dileğiyle.

Hiç yorum yok: