20 Mart 2019 Çarşamba

Kitaptan Filme: The Night Eats The World

1975 doğumlu Fransız yazar Martin Page'in, Pit Agarmen takma adıyla yazdığı, 2012'de la nuit a devoré le monde ismiyle yayınlanan romanıdır. Kendini toplumdan dışlanmış hisseden, bir türlü kafa dengini bulup da kalabalıklara karışamadığı için hep dışarıda olan, bu izole hali nedeniyle toplumdaki diğer insanları düşmanları olarak gören sıradan ama üretken bir yazar, bir gün hayatında düzgün iletişim kurabildiği tek kişi olan Stella'nın evine gider. Partideki kalabalıktan sıkılıp kendini bodrumdaki kitaplığa kapatır ve orada uyuyakalır. Uyandığında evde kan gövdeyi götürmüştür ve dünyadaki herkes bir anda zombiye dönüşmeye başlamıştır. İçinde biraz metafor, biraz dünya barışı mesajı barındıran, söyleyecek bir çift sözü olan son derece akıcı bir romandır. Körlük romanının yolundan giden, daha az ustalıklı stiline ve daha hafif alt metnine rağmen yine de insanı durup düşündüren bir kurgudur. 2018 yapımı, Dominique Rocher yönetmenliğinde çekilen uyarlama film ise, kitabın bu alt metnini tamamen alıp yırtar, geriye kalan zombi sahnelerinden kendine durağan ve sıradan bir film inşa eder.

KİTAP

Hollywood zombilerinin aksine, Clichy bulvarında geçen bu hikayeyi güzel yapan birkaç detay söz konusudur. Kitapta günlük şeklinde anlatım vardır. Protagonist, yaklaşık 5 aylık bir süre boyunca, duygudurumunu yansıtarak yaşadıklarını günlüğe döker. "Ötekilerin" dünyaya baskın ırk haline gelmesiyle insanın iktidarı sarsılır, bir anda güçsüz ve muhtaç hale düşer. Günlük anlatımıyla, bu değişim okura gün gün hissettirilir. Diğer zombi hikayelerinin aksine, kitapta korkunç gerilimli bir kaçma kovalama havası hakim değildir. Yazar, yeni dünyasına alışana kadar kimi tehlikelere maruz kalsa da en sonunda kendine güvenli bir kale oluşturmayı başarır ve keyif aldığı rutinler edinerek hayatından, yalnızlığından haz alır. Clichy bulvarına yukarıdan bakan dairesinin balkonuna çıkıp, okuru insanlığın geldiği noktayı gözlemleyen bir konuma sokar. Dolayısıyla bir kaçma kovalama hikayesi değil; gözlemleme hikayesidir.

1 Mart: Herkes birden zombiye dönüşür. Kendine bir silah bulup gardını alarak yeni yaşamına ilk adımını ayar. Kendisinin yeni Amerika'daki Kızılderili olduğunu fark eder.
9 Mart: Zombiler araba kullanmaz, kıyafet giymez, cep telefonu taşımaz, gözlük takmaz, gazete okumaz. İnsanın tüm düzeni, tüm alışkanlıkları yok olur.
10 Mart: Ailesinin, sevdiklerinin çoktan ölmüş olduğunu düşünür. Ölmeyen tek kişi olduğunu, yine herkesin dışında kaldığını, yine anormal olduğunu fark eder. 
21 Mart: Zombilerin onu öldürdüğü kabuslar görmeye başlar.
24 Mart: Civarda tek sağ kalan insan olduğu için tüm zombiler artık onun kapısının önündedir, çok korkar.
28 Mart: Yalnızlıktan çıldırmamak için anılarına sarılır. 
3 Nisan: Çatıya çıkar, kendini ilk kez özgür hisseder. Artık özgürlük diye bir şey olmadığını o anda fark eder.
5 Nisan: Yanına gelen kediye sevinir. Sonra kedinin yeni dünya düzeninde insanlara sırtını dönüp daha güçlü olan zombilere bağlandığını anlar ve afallar. İnsan kimliği artık doğada güç ve hakimiyet özelliğini kaybetmiştir.
6 Nisan: Çiçekleri canlı tutmak ruhuna iyi gelir.
7 Nisan: Evi yeniden dekore etmek ruhuna iyi gelir. 
12 Nisan: Oscar Wilde'ın doğa sanatı taklit ediyor lafını hatırlar. Doğa, son yıllarda yaygınlaşan zombi hikayelerini taklit edip insanın karşısına böyle bir düşman çıkarmıştır. İnsan artık kendisini kibirli hale getiren bir doğa hakimiyetine sahip değildir. Zombiler de, narsist insanlara Copernic, Darwin, Freud gibi tokadı indirmiştir. Evrenin merkezi olmadığımızı kanıtlarlar. Bunu metafizik bir değişim olarak tanımlar. 
13 Nisan: Diğer dairelerden yeni kıyafetler alıp giymek hoşuna gider. Kıyafetler yoluyla kendine yeni bir kimlik oluşturmaya çalışır. Eski kendini yıkıp, yeni dünyaya uygun yeni bir kimlik yaratmaya çalışır. Başlarda absürd kombinasyonlar denese de daha sonra klasik tarza geri döner.
19 Nisan: Stella'ya duyduğu aşkın artık anlamsız olduğunu fark eder, fotoğraflarını yakar, sevdikleri için yas tutar. 
25 Nisan: Bu durumdan kurtulmanın tek yolunun ölüm olduğunu fark eder. 
27 Nisan: Zombiliğin nereden geldiğini düşünmeye başlar. Bunun yanıtını verme olanağı olmadığını fark edince hayal gücünü kullanır. İnsanoğlunun savaşlara, yıkıma, kirliliğe, katliamlara tanık olduğu bir dönemde, tam da zamanında sahneye girdiklerini söyler. İnsanın istediği yıkım, Noel babanın elinden zombi hediyesiyle dünyaya öylece verilmiştir.
1 Mayıs: Yaşamlar ihtiyaçlarını düzenli şekilde karşılamaya devam eder. Tırnaklarını keser, saçlarını kısaltır, tıraş olur, evini temizler.
7 Mayıs: Bu kişilerin yıllarca arasında yaşadığı insanlar, arkadaşlar, akrabalar, okurlar olduğunu fark eder. Çocukluğundan beri nefret beslediği insanlar artık canavara dönüşmüştür, bu da onda intikam duygularını ortaya çıkarır. Her gün birkaç tane zombiyi, aslında hiç ihtiyacı olmamasına rağmen kafasından vurarak öldürür ve kendini iyi, intikamını almış hisseder.
12 Mayıs: Yazmak ve anılarını hatırlamak iyi gelir. 
14 Mayıs: Sessizliğin güvenlik, sesin tehlike olduğunu fark eder. 
25 Mayıs: Analog fotoğraf makinesi bulur, günde 3 tane günlük hayatını anlatan fotoğraf çeker. Doğanın yaşamı sürdürdüğünü fark eder.
1 Haziran: Dünyada sağ kalan diğer insanların olduğundan ve insanlığın yaşamını sürdüreceğinden, ama artık hakim pozisyonunu kesin olarak kaptırdığından emindir.
4 Haziran: Zombilerden ikisine Richard ve Catia adını verir. Zombilerin birlikte hareket ederken aynı, köşelerine çekildiklerinde kendilerine özgü davrandıklarını fark eder.
9 Haziran: Dokunmayı çok özlediği için bir gün tüm önlemlerini alarak zombiye dokunur.
12 Haziran: Ses duymayı çok özler.
25 Haziran: Evlerden birinde bulduğu müzikle Cumartesileri şarap açıp mum ışığında konser dinlemeye karar verir.
29 Haziran: Predator zombilerin, para-seks-güç tutkunu insanlardan çok farkı olmadığını düşünür. Zombilerle ilişkisinin mesafe, karşılıklı saygıya dayandığını bir yerlere not eder.
1 Temmuz: İnsanoğlunun yaşamını sürdüreceğine inandığı için bir roman yazmaya başlar. Yazdıklarını balkona çıkıp zombilere okur, aradığı kitleyi bulduğunu söyler.
5 Temmuz: Tüm zombiler bir anda kaybolur.
10 Temmuz: Zombiler yok olunca hastalanır, kendini salar, düzenini yıkar. Artık yaşamasının amacı kalmadığını fark eder. 
12 Temmuz: Daha önce kendilerine medeni diyen agresif bir toplumda tutunmayı başaramamış; ama bu kez gerçekten vahşi bir topluluğa karşı kendini savunmayı başarmıştır, bu nedenle hayatında ilk kez güçlü hisseder. Rakipleri yok olunca bu his de çöker
14 Temmuz: 2 kilo alır. Yeryüzünde cenneti yaşadığını düşünür. Edebiyat, resim, müzik, yalnızlık. Zombilere şükreder, nefret ettiği toplumu onun için öldürmüşlerdir.
16 Temmuz: Eskiden de hayatı felaket olduğu için yeni felakete kolayca adapte olabildiğini fark eder.
21 Temmuz: Zombileri Goya ve Rembrandt eserlerine benzetir. Onları artık güzel bulmaya, kendi pembe yüzünü garipsemeye başlar. Yeni normlar oturmaya başlar.
24 Temmuz: Bir kadın çıkagelir, tanışırlar. Birbirleriyle iyi bir iletişim kurarlar. 
27 Temmuz: Sanat, yalnızlık, güzel bir daire, güzel bir kadın. İstediği her şeye sahip olduğunu düşünür.
29 Temmuz: Sakinleştirici alıp zombilerin arasında dikkat çekmeden gezmeyi öğrenirler.
3 Ağustos: Birlikte markete gidip alışveriş yaparlar, fark edilince zombi hareketleriyle usulca kaçarlar.
8 Ağustos: Kitabın final cümleleridir, şöyle der: Birkaç yüzyıl boyunca zombilerle birlikte insanlık da yaşamını sürdürecek. Çünkü zombiler bizi birbirimizen koruyacak. Artık komünistlere, Yahudilere, Araplara gerek kalmayacak, hepimizin düşmanı bir olacak. Sonrasını göreceğiz. Zombiler bizim biraz daha iyi bir tür olmamızı sağlayacak. Daha alçakgönüllü, hassas bir medeniyet yaratacağız. Sara'ya bakar, kendisinin kurtulmuş olduğunu düşünür. Artık beni hiçbir şey öldüremez der.

FİLM

Dominique Rocher yönetmenliğindeki filme dair ilk tuhaflık, dilinin İngilizce olması. Evet daha çok seyirciye ulaşacağı doğru, ama bu hikayenin orijinalliği zombilerin Fransız olmasıydı ve benim gibi birçok insan bakalım onların zombisi nasılmış diye ekran başına geçti. İngilizce duymak hikayeyi bir anda sıradanlaştıran bir detaydı.

Sırf biz Denis Lavant'ın zombi makyajına cuk oturan ikonik tuhaf suratını görelim diye evcil asansör zombisi diye bir karakter yaratmaları sizce de biraz çiğ olmamış mıydı? Kitapta, çıplak tenle temastan kesinlikle kaçınan yazarın aksine, Sam'in asansör zombisiyle sürekli yüz göz olması, onunla el sıkışması anlamsızdı.

Aslında burada konuşulması gereken daha önemli bir nokta var. Hatırlayacaksınız, bir sahnede asansör zombisi yerinden çıkıyor, Sam'e dokunmadan yanından geçip gidiyor. Zombiliğin doğasına tamamen ters bir hali bu karakterin üzerine yüklemelerinin altında elbette bir mesaj var. Onları "öteki" diye dışlamaz ve düşmanlık beslemezseniz onlar da size iyi davranır. Kitabın alt metnini tamamen değiştirme girişimini fark ettiniz mi? Michael Page, zombileri insanın predator'u olarak görüyor ve onların insan avlamaya muhtaç doğasını olduğu gibi kabul edip zombi-insan ilişkisini romantize etmeye çalışmıyorken; Rocher, gözümüzün önüne bir zombi-insan dostluğu sokuyor. Kitaptaki silahla zombi vurma sahnelerini, paintball'la zombi vurma şeklinde değiştiriyor örneğin. Apartmanın bir dairesindeki zombileri vurmak yerine üzerlerine kapıyı kilitleyip yaşamalarına izin veriyor. Zombi kontaminasyonunun kol gezdiği bir yeni dünyada, kahramanımız korkmadan asansör zombisinin elini sıkıyor. Zorlama bir barışçıllık katmaya çalışılıyor. Kitabın iddia ettiği, "zombiler geldi ve insanlar artık birbiriyle barıştı" mesajını alıp "zombiler geldi, evet ama insanlar onlara öcü gibi davranmazsa mutlu mesut geçinecekler" mesajına çeviriyor. Niye yapıyor bunu? Çünkü kendi filmindeki zombilerin diğerlerinden daha sanatsal olduğunu kanıtlaması için bir alt metne ihtiyacı var ve aklına gelen ilk şeyi yazıp sahnelerin arasına kabaca fırlatıyor.

Kabaca fırlatıyor diyorum, çünkü bir kurgunun alt metnini sökecekse bari tüm öğeleri kaldırsaydı. Kedinin insanlara sırtını çevirip yeni baskın tür olan zombilerle iş birliği yaptığı sahneyi olduğu gibi filme koyuyor örneğin. Zombi-insan hiyerarşisini madem yıktın, zombinin predator'lığını görmezden geldin, barış mesajını çarpıtıp zombiler kardeşimizdir mesajına evirdin, peki o kedinin içgüdüsel güçlüye yönelme öğesini neden hikayeden çıkarmadın? Hikayeye gerilim katıyor diye, görsele yakışıyor diye tabi...

Sarah'nın aslında baştan beri ölü olduğunu öğrendiğimiz sahne filmin hikayeye tek kabul edilebilir katkısı diyebilirim. Kitapta Sarah gerçekten var ve birlikte mücadele ederek zombilerin arasında yaşamlarına devam etmeye çalışıyorlar. İnsanlar bütün kavgalarını unutup zombilere karşı birleşmeli mesajına uygun bir şekilde hikaye son buluyor. Film, bu silinip atılan mesajın yerini şaşırtmalı bir sahneyle doldurmayı tercih ediyor. Böylece aslında bir şey demeyen bir film olduğunu, sadece güzel bir görsel deneyim yaşatmayı hedeflediğini bir kez daha kanıtlıyor. Filmde kahramanımız tek başına kaldığı dünyada, tam umudu yok olmuşken kendini karşı çatıya atmayı başarıyor; kafasını kaldırdığında etrafında onlarca yeni çatının olduğunu görmesiyle, hikaye nereden geldiğini ve nereye yerleştirmemiz gerektiğini tam anlamadığımız bir "yine de umut var" mesajı vererek son buluyor.

Kitabın şöyle bir mesajı var: Önceki hayatında da hep dışlanmış olduğu için, yazarımız dışlandığı bu yeni dünyaya ayak uydurmakta zorlanmıyor. Hayatta kalabilmesini sağlayan şey onun toplum dışı duruşu. Zombiler bu hastalıklı topluma musallat oldu, onu reddeden insanlara değil. Film bu açıklamayı biraz kırpıp "hayatta kalmamı sağlayan şey yalnızlığım"a indirgiyor ve bu bayık "yalnız adam" imajının sonuna yine bayık bir "umut var" mesajı ekleyerek bayıklık misyonunu tamamlıyor.

2 yorum:

Birpembesever dedi ki...

Körlük kitabını severek okumuştum ancak filmini izlemedim. Bu filmin adını da ilk kez duyuyorum. Bu tarz konudaki filmler ve kitaplar hoşuma gidiyor. Muhakkak bakacağım, teşekkürler. :)

Kitaptan Filme dedi ki...

Korluk seviyorsaniz bence begenirsiniz, iyi seyirler :)