15 Eylül 2017 Cuma

Kitap: Gökdelen - Tahsin Yücel


Tahsin Yücel'in Kumru ile Kumru'dan bir sene sonra, 2006 yılında yayınlanan yedinci romanıdır. Hikaye, kitabın protagonisti olan Can Tezcan isimli başarılı avukatın gördüğü bir rüyayla başlar. Rüyasında tarihi bir türlü bilemez. Aklına o kadar takılmıştır ki, uyanır uyanmaz karısı Gül Tezcan'a tarihi sorar.

Bulmacayı andıran bu giriş, kitabın gelecek zamanda, 2073 yılında geçtiğinin müjdesini vermek için formüle edilmiştir. Bundan sonra okuru merak uyandıran bir gelecek tasvirinin heyecanı sarar. Zaman zaman tatmin eden, zaman zaman da hayal kırıklığına uğratan distopik bir anlatım söz konusudur.
- Mekikle mi gideceksin, arabayla mı?
- Arabayla. Neden, bilmem, şu son günlerde mekik biraz ürkütüyor beni.
Gökdelenlerin içinde yaşanan steril yaşamların ve işe gitmek için binilen mekiklerin hikayeye dahil olması şaşırtıcı ve heyecan vericidir, çünkü bir bilim kurgu romanıyla karşı karşıya olduğunuzu düşünürsünüz. Öte yandan, yukarıdaki alıntının klişeliği karşısında hayal kırıklığına uğrarsınız. Bu iki zıt duygunun kitap boyunca sürekli olarak zihninizde birbiriyle çatışacağını not edelim. Türk edebiyatının ortasında duran bir distopya örneği olması bakımından üzerinde uzun uzun konuşmayı hak etse de, aslında tam bir distopya değildir. 

Kitabın asıl iddiası ironi ve sosyal eleştiridir. Dönemin özelleştirme furyasının bundan 70-80 sonra başımıza neler açacağını, insanların günlük yaşamında ve ahlaklarında ne farklar yaratacağını ironik bir biçimde gösterir. 
"Seksen, doksan yıl önce bu ülkenin ulusunu ve Allah'ını seven insanlarının köktenci bir özelleştirme seferberliğine girişmiş olduklarını, onların bu hayırlı girişimi alınlarının akıyla bitirmiş olamamaları durumunda bugün bulunduğumuz noktanın 'çok, ama çok gerilerinde' kalmış olacağımızı anlattı bir süre."
Karadeniz usulü totaliter devlet anlayışı. 

1984, Fahrenheit 451, Otomatik Portakal, Biz... Distopya türünün tüm bu leziz örneklerinde başında kim olduğunu bilmediğimiz birer totaliter devlet vardır. Gökdelen romanını bu gibi distopyalardan ayıran en önemli özellik, halkı yöneten ve ezen devletin ulaşılmaz, kimliksiz, belirsiz olmayışıdır. 2073 yılında devletin başında olan Mevlüt Doğan'ı kanlı canlı görürüz, hatta protagonist aracılığıyla onunla muhabbet ederiz. Yukarıda saydığımız romanların aksine, sıcakkanlıdır ve hatta karşısındakine teklifsiz bir samimiyet gösterir. Çünkü 2073 yılı Türkiye'sinde belli ki Karadeniz usulü bir totaliter devlet anlayışı hüküm sürmektedir. Her şey Mevlüt Doğan'ın istediği şekilde olur. Üstelik dostluk, teklifsizlik, yapmacık bir samimiyet tutumu, tabiri caizse "halk adamı" tavrıyla kendini sürekli olarak gösterip sokak dilinde oluşturduğu söylemlerle bu otoriteyi kurmuştur. Ünlü distopya romanlarındaki o gizemli ve soğuk otorite, yerini "Karadenizli otoriteye" bıraktığı için, kitabın "ironi" üzerine kurulu olduğunu ya da tasvir ettiği otoritenin "şaka gibi" olduğunu anlamak zor değildir.
"Ivan Karamazov'un Smerdiakof'a söylediğini düşünün, efendim," dedi: "Bana öyle geliyor ki sen çok hem sıkı bir salak... hem dört dörtlük bir üç kağıtçısın." [...] "Mevlüt Doğan hem sıkı bir salak, hem de dört dörtlük bir üç kağıtçı olarak yapıyor yaptıklarını, kimi zaman üç kağıtçı, kimi zaman salak olarak."
2073 Yılında da Eril Söylemler Devam Edecek

Kitapta yalnızca 3 kadın vardır: Alegorik bir karakter olan Nokta hanım, Can Tezcan'ın karısı Gül Tezcan ve sekreteri İnci. Nokta hanımın romandaki rolü farklı olduğu için onu bir kenara bırakalım. Gül Tezcan'ın kitaptaki tek işlevi kocasını sürekli "sevgilim, canım, cicim" hitaplarıyla rahatlatmak, abartılı bir şekilde sevgisini ve ona muhtaç olduğunu belli etmek, evde kalıp düzeni sürdürmektir... İnci'nin tek işlevi de "peki efendim, tamam efendim" gibi laflar kullanarak kendisine verilen talimatları yerine getirmek, üstelik patronunun tacizlerine rağmen bozuntuya vermeyip buna devam etmektir. Fahrenheit 451'dekine benzer bir robotlaşmış kadın tasviri söz konusudur. Kadına 2073 yılında iki seçenek verilir. Kocasının ekonomik gücü sayesinde gökdelenin mümkün olduğunca en üste yakın dairelerinden birinde yaşayıp kocası hakkında sürekli olarak endişelenmek veya işe girip diğer erkeklerin talimatlarını yerine getirmek. 

Yatay ve Dikey

Kitapta dikine uzayan, yerden gittikçe uzaklaşan bir yaşam tasvir edilir. Bu yeni yapılanmanın en üstünde yaşayanlar, aynı zamanda toplumun da en zengin kesimidir. En altta, sokaklarda gezenler ise sistemin dışladığı, ekonomik olarak gözden çıkarılmış ve tüm itibarlarını yitirmiş "yılkı adamları" olarak tanımlanan insanlardır. Metropolis'tekine benzer bir alt-üst anlatımı vardır. Prof. Dr. Hanife Nalan Genç ve Doç. Dr. Ali TilbeTahsin Yücel'in Gökdelen'i: Yapısal ve İzleksel Öğeler* isimli makalelerinin 4.1. Dikey/Soyut Uzam: Gökdelen İnsanları ve 4.2. Yatay/Somut Uzam: Yılkı İnsanları başlıkları altında bu durumu yatay-dikey olarak ikiye ayırırlar. Dikey uzamı doğadan gittikçe uzaklaşan kenterler ve onların hırsları doldururken yatay uzamı yılkı adamları doldurmaktadır.

Yılkı Adamları 

Yılkı adamları, şüphesiz Gökdelen romanının en akılda kalıcı ve okurda en çok heyecan yaratan distopik öğesidir. Teknoloji ve doğayı karşı karşıya koyan Fahrenheit 451 romanına benzer şekilde, beton ve doğayı karşı karşıya koyan Gökdelen romanında, sisteme karşı gelen bir grup insan doğaya sürülür. Artık insanlara hizmet etmediği için doğada başıboş bırakılan yılkı atları misali, bu kişiler de sistemde kendilerine bir yer bulamadıkları için sürü halinde doğada yaşarlar. Mekikle dolaşan veya gökdelenlerin üst katlarında yaşayan kişiler yılkı adamlarını bilmez, çünkü betonun uğramadığı doğal alanlarda bir bakıma gizlenerek yaşamaktadırlar. 

Kitabın sunduğu bu nefis distopik öğe ne yazık ki o kadar derinlemesine işlenmez. Başta da söylediğimiz gibi, kitabın kaygısı güzel bir distopik anlatım sunmak değil, toplumu yönetenleri ve ülke ekonomisinin başrol oyuncularını ironik bir dille eleştirmektir. 

Nokta Hanım

Karadenizli çılgın müteahhit Temel Diker, güzeller güzeli annesinin fotoğrafını tüm yakınlarına gösterir, Nokta Hanım'ın güzelliği dillere destandır ve fotoğrafı gören herkes uzun süre etkisinden kurtulamaz. Komünist Rıza Koç, inatçı emekli öğretmen Hikmet amca, hırslı ve başarılı plaza avukatı Can Tezcan başta olmak üzere farklı hayat bakışlarına sahip olan herkesi etkisi altına almaktadır. Özgürlük Anıtı açılışı sonrasında, Nokta Hanım'ın yüzü yılkı adamlarını bile tesiri altına almayı başarır. Abartılı bir büyülenmişlik anlatımı söz konusudur. Ne zaman kitaptaki bir öğeye aşırılık yüklense, burada durup Tahsin Yücel'in gizlediği anlamların peşine düşmek gerekiyor, Yücel okurları bunu iyi bilir. Kitap boyunca durmadan birbiriyle çatışan tüm bu insanlar, sisteme karşı farklı pozisyonlarda yer alan bu kişiler nasıl olur da Nokta Hanım'ın güzelliği konusunda hemfikir olabilirler? Nokta Hanım neyi temsil ediyor olabilir? 
"Bence bu yüz olsa olsa Havva'nın yüzü olabilir diyordum"
"Çok yazık! Bir dahaki sefer bak", dedi Rıza Koç. "Çıplak dağların güzelliğine hayran kalacaksın, sanki dünya yeniden kendi oluyormuş gibi gelecek sana, kendine ya da... Nokta Hanım'ın yüzüne dönüşüyormuş gibi..."
"Nokta hanımın yüzü öylesine güzel, öylesine arı, öylesine benzersiz, öylesine doğal ve öylesine canlıydı ki her an uçup gidebilir ve yerinde Barthaldi'nin anasının yüzü kalabilirmiş gibi bir izlenim uyandırıyordu insanda, onda tüm düşlenmişlerin, tüm bulunmuşların ve tüm yitirilmişlerin yüzünü görmüş gibi, neredeyse soluk bile almayan bakıyorlardı."
2073 yılında tahminen 50 yaşlarında olan Temel Diker'in annesi Nokta Hanım, olsa olsa 1990, 2000 doğumlu olur. Bu yıllarda toplumun henüz doğadan tamamen kopmadığını, gökdelen çılgınlığının böylesine abartılı bir şekilde yaşanmadığını zaten biliyoruz. Temel Diker'in Karadenizli oluşundan yola çıkarak, Nokta Hanım'ın da Karadeniz'de büyümüş bir kadın olduğunu varsayabiliriz. Yani Nokta Hanım'ın doğanın ortasında doğup büyümüş, kenterlerin beton ve yükselme hırsından nasibini almamış, muhtemelen çalışkan ve üretken bir kadın olduğunu varsayabiliriz. 

Öte yandan, kitaptaki karakterlerin isim seçiminde Yücel'in özellikle titizlendiğini anlamak zor değil. Yaygın bir kadın ismi olmayan Nokta kelimesinin kitapla bağlantılı birkaç anlamı şöyle: Cümlenin bittiğini belirten noktalama işareti, çok küçük boyutlarda işaret, benek.

Gökdelenlerin en üst katlarında yaşayan insanlar, yerde gördükleri kişileri adeta birer "nokta" olarak tanımlarlar. Yerde dolaşan, yani yatay uzamı dolduran noktalar, çoğunlukla yılkı adamlarından, sistem dışı insanlardan oluşur. Öte yandan, biz okurlarla çağdaş olan Nokta hanım, kitaptaki gelecek tasvirine bakılırsa doğanın takdir edildiği, insanların iyi kötü özgür olduğu bir dönemin son temsilcilerindendir ve artık hayatta değildir. Nokta hanım ile birlikte bir devir artık noktalanmış; yepyeni, çok daha saçma ve yozlaşmış bir nesil ile yeni bir devir açılmıştır. Nokta hanım, bir bakıma eski günlerin güzelliğini, bozulmamışlığını, özlemini çağrıştırır. Bozulmayan doğayı, henüz totaliter bir rejimin altına girmeyen insanların özgürlüğünü, nefes alınan zamanları temsil eder. 

Kitabın kötü adamlarının da Nokta hanıma hayran olması, belki de "üç kağıt" peşindeki bu "sıkı birer salak" olan kötü adamların da aslında doğadan geldikleri için içgüdüsel olarak doğaya özlem duyduklarını ama "üç kağıt" çevirme hırsları ve idealleri nedeniyle "salaklık ederek" bunu sürekli olarak bozmaya devam ettiklerini vurguluyordur.

Diğer taraftan, yılkı adamları için Nokta hanım, umudu temsil eder. Umut tek bir noktadan doğar. Yılkı adamlarını ülkenin en zengin ve umursamaz adamıyla kesiştikleri tek şey Nokta hanıma duydukları hayranlıktır. Ülkeyi mahveden kişilerin güzelliğe, buradaki anlamıyla doğaya hayran olmaları yılkı adamlarına umut verir. Belki de yeniden yeşeren ortak doğa sevgisiyle, medeniyet bunca gerilemeyi telafi edebilecek, üzerindeki fazla betonu silkeleyerek özüne dönecektir.
"[...] Yazı Emile Zola'nın on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Fransız kamuoyunu altüst eden Suçluyorum'u kadar etkili ve tutarlı değildi belki, ama yazarının büyük ölçüde ondan etkilendiği, hatta bilgisayarının başına geçmeden önce onu birkaç kez, hem de çoktan aramızdan ayrılmış ve çoktan unuzulmuş olan sıradan bir yazarın tam yetmiş yıl önce yaptığı bir çeviriden okuduğu da belli oluyordu."
Yakın zaman önce kaybettiğimiz, Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan ve Türkçeye şahane çeviri kitaplar kazandıran Tahsin Yücel'in kendi iddiasının aksine uzun yıllar boyunca unutulmayacağını söyleyerek yazıyı sonlandıralım.

*Makaleye buradan göz atabilirsiniz. 

6 yorum:

öneri makinesi dedi ki...

Aaa blog değişmiş :). Güzel olmuş ama güle güle kullan :). Önceki de güzeldi bu da güzel :).

Kitabı da merak ettim, yine yeniden güzel bir inceleme, teşekkürler :)<3.

Kitaptan Filme dedi ki...

Teşekkürler, değişim dönemine girdim, birkaç değişiklik daha olacak :) Tahsin Yücel'i seveceğini düşünüyorum.

deeptone dedi ki...

yazar olarak daaa çevirmen olarak da süper biri yaa :)

Kitaptan Filme dedi ki...

Evet çok önemli bir çevirmen. Proust'u, Camus'yü, Balzac'ı hele hele Baudelaire'i çevirmek hiç kolay değil. Ben Spleen de Paris çevirisine hastayım. Elime alıp baştan sona karşılaştırmışlığım var :)

Adsız dedi ki...

Edebiyat yüksek lisansı yapıyorum ve gördüğüm en başarılı tahlillerden biri. Hislerinize, yorumlarınıza sağlık...

Kitaptan Filme dedi ki...

Teşekkürler!