Margaret Atwood etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Margaret Atwood etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2018 Pazartesi

Kitaptan Diziye: The Handmaid's Tale


1939 doğumlu Kanadalı yazar Margaret Atwood'un 1985'te yayınlanan distopik romanıdır. Doğan Kitap, 2017'de Sevinç Altınçekiç, Özcan Kabakçıoğlu çevirisiyle Türkçe yayınlar. Film haklarını satın alan MGM tarafından 1990 yılında filme uyarlanır. Daha sonra film haklarını MGM'den satın alan Hulu tarafından diziye uyarlanır. 2017 yılında yayınlanan 10 bölümlük ilk sezonla Altın Küre'de En İyi Drama Dizisi ödülünü alır. Scientology tarikatının üyesi olduğu için, kadın bedeninin kontrol altına alındığı ve doğurganlığın zenginler tarafından tekelleştirildiği bir "feminist" distopik kurguda başrol oyuncusu Elisabeth Moss'un yer alması tepkilere yol açsa da, Moss dizideki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görülür.

Doğurganlık oranının düştüğü, çok uzak olmayan bir gelecekte (2195'ten önce) Amerikan başkanı ve meclis üyeleri kimliği belirtilmeyen saldırganlar tarafından öldürülür, yönetim ele geçirilir. Başlangıçta insanların hayat kalitesine yansımayan bu belirsiz durum bir süre sonra kadınlar aleyhine, karanlık bir atmosfere dönüşmeye başlar. İlk olarak kadınların banka hesaplarına el konulur, hesaplarındaki tüm paralar en yakın erkek akrabalarının hesabına aktarılır, daha sonra tüm kadınlar işten kovulur. Ekonomik olarak erkeğe bağımlı hale gelen kadınlar daha sonra doğurganlık kabiliyetlerine göre hükümet tarafından çeşitli kategorilere ayrılır. Yönetimi ele geçiren güçlü ve zengin köktendinci teokratik Hristiyanların Eşleri, yönetici sınıfının evlat edinmiş olduğu veya öz Kızları, yönetici sınıfına ait erkekler için atanan ve çocuk doğurma misyonuna sahip Damızlık Kızlar, damızlık kızları ehlileştirmekle, itaatkar ve uysal kişiler haline getirmekle sorumlu Teyzeler, zenginlerin ev işlerini yapmakla sorumlu fakir ve doğurgan olmayan Martha'lar, alt sınıfa mensup erkeklerle evli olan doğurgan ve fakir Ekonokadınlar, doğurganlık kapasitesi olmayan ve topluma entegre olamayan feminist, lezbiyen gibi Gayrikadınlar, yalnızca üst sınıfa fahişelik hizmeti vermekle sorumlu kısırlaştırılmış Jezebeller. Püritenlere atıfta bulunan bu yeni teokratik hükümet, on yıllardır ekonomik faaliyetlere, bilime ve teknolojiye katılan kadınların kafalarının karıştığını, omuzlarına çok yük bindiğini, bu nedenle en temel görevleri olan doğurganlık oranlarının düştüğünü ileri sürerek kadının toplumdaki tüm gücünü elinden alır. Kısırlığın kadınlardan kaynaklandığına dair bilimsel bir dayanak olmamasına rağmen, ataerkil yönetim sınıfı bunun mutlaka kadından kaynaklandığına hüküm getirerek kadın bedenini kontrol altına alır. İkinci eş olan kadınlar zinayla suçlanır, lezbiyenler alıkonulur, feministler dışlanır, bu kadınlara ait olan çocuklar onların ellerinden alınarak üst sınıfa mensup ailelere evlatlık verilir. Yeni hükümete göre toplum yıllarca zevke kapıldığı için doğurganlık işini ciddiye almaz, bu nedenle yok olma riskiyle cezalandırılır. Çeşitli dinî vaazlarla ve fiziksel cezalarla insanlar zevk fikrinden tamamen uzaklaştırılır. Seksin zevk için yapıldığı dönemden "tam hatırlanamayan tuhaf geçmiş" olarak bahsedilir. İnsanlar artık "Seremoni" adı altında, sadece kadının en doğurgan olduğu günde, ayda bir kez üreme amaçlı seks yapar. Damızlık Kızların "Seremonilerine", aralarında herhangi bir his oluşmasına engel olmak için "Eşler" de izleyici olarak katılır. Zevk kadınlar için tamamen yasaklanır. Artık eskisi gibi istediklerini giyemezler, makyaj ve cilt bakım malzemelerinin tamamı ayinlerle yakılmıştır, her kadın mensubu olduğu sınıfın tek tip kıyafetini giyer. Ekonomik özgürlüğe ve politik güce sahip erkekler ikiye ayrılır. Alt sınıfa mensup olanlar ve toplumun düzenini sürdürmekle sorumlu askerler, tıpkı kadınlar gibi kısıtlanmış bir hayat yaşarken; üst sınıfa mensup erkekler "Jezebel'in Yeri" denen, fahişelerin süslü giyinip makyaj yapmasına izin verilen gizli üslerde diledikleri şeyleri yapabilirler. Damızlık Kız alan üst sınıf mensubu erkeklerin birçoğu kısır olduğu için, Eşler Damızlık Kızları dışarıdan başka birisiyle çocuk yapmaya yönlendirirler, böylece Damızlık Kızlar doğurabildikleri için diğerlerinin arasından sıyrılacak, Eşler de çocuk sahibi olduğu için bir üst statüye yükselecektir. Eşler ve Damızlık Kızlar arasında genellikle gerginlik olur. Doğurganlık kabiliyetleri nedeniyle Martha'lar gibi aşağılanmasalar da kocalarını kendilerine aşık etme riski olduğu için Eşler tarafından sevilmezler. Eskiden toplumda statü sahibi olan eşler artık sadece kocalarından elde ettikleri statüye mahkumdur. Onlar için de sert bir değişim söz konusu olduğundan yeni rollerinde bocalarlar. Doğum yapabilen Damızlık Kızlar, bebek doğar doğmaz onu, yanındaki doğum sandalyesinde oturup sancı çekiyormuş gibi yapan ve diğer Eşler tarafından sakinleştirilmeye çalışılan Eş'in kollarına vermek zorundadır. Birkaç ay daha bebeği emzirmek için evde kalmasına izin verilir, daha sonra başka görevler için başka evlere gönderilirler. 

Atwood, romanı kurgularken kendisine tek bir kural koyar. Yazarken kurguya asla uydurulmuş bir dram eklemeyecektir. Tasvir ettiği tüm baskılar, kötülükler, işkenceler, çeşitli coğrafyalarda tarih boyunca yaşanan gerçek olaylardan, örneğin 1970'lerde yükselişe geçen Yeni Hristiyan sağından, 1979 İran İslam Devriminden, Mary Webster'dan ilham alır. 

Eskiden bir ilahiyat okulu olan Harvard'da eğitim gören Atwood, burada New England Püriten geleneği hakkında derin araştırmalar yapar. Kitapta mekan olarak da Harvard'ın bulunduğu bölgeyi seçen yazar, Püriten geleneğe atıfta bulunur.

Offred'in Teyzelerden eğitim aldığı zamanda başlayan romanda zaman atlamaları kurgu için önemli bir yere sahiptir. Offred öncelikle yakın geçmişte, Teyzeler'den aldıkları eğitime flashback yaparak şu anda içinde bulunduğu karanlık atmosferin mahiyetini biraz tarif eder. Hikayenin atmosferine alışan okurun kafasında soru işaretleri oluşmaya başladığı anda, okurun aşina olduğu atmosfere, karakterin eski özgür günlerine flashback yapılır. Kot pantolonlar giyip arkadaşlarıyla barlarda gezebildikleri, lezbiyenlerin özgürce dolaşabildiği günler okurun günceliyle bağdaşır, karanlık atmosferden sıyrılarak ara sıra nefes almasına izin verilir. Romanın sonundaysa ani bir flashforward yapılarak 2195 senesine gidilir. Profesör Pieixoto, yıllar öncesinde bulunan Offred isimli kadının kendi hayatıyla ilgili tutmuş olduğu kayıtları bir konferansta inceler. Offred'in nihayet özgürlüğüne kavuşmuş olduğunu, toplumun da bu karanlık atmosferden sıyrıldığını uman okur ters köşeye yatırılır. Profesör konferans sırasında Offred'in yaşadığı baskıyı eleştirmek yerine, Offred'in asi tavrını küçümser. Okur, hikayenin sonunda "umut" olmadığını, bu acımasız bölümde öğrenir.

En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alsa da, Elisabeth Moss genellikle kameranın aşırı zoom yaptığı, dakikalarca süren ağır sahnelerde çoğunlukla tuhaf mimikler yaparak işi götürür. Flörtöz halindeki o yersiz saçma sapan gülümsemeleri, "Seremoni" sırasındaki ocağın altını açık unuttum panik ifadesi, vs. iticidir. Fiennes ailesinde genetik olarak gelen karizma Joseph Fiennes'e de kodlanmıştır, son derece mükemmel bir karakter çıkartır. Chuck'ın sempatik ve güçlü sevgilisi olarak hatırladığımız Yvonne Strahovski bu kez kötü rolde karşımıza çıkar. Kitaptakinden hem daha merhametli, hem daha gaddar bir portre çizerek izleyicinin duygularıyla oynamayı başarır. Yvonne gibi bir karısı varken komutanın Elisabeth gibi bir kadına ilgi göstermesi inandırıcı olmayı başaramaz.

Atwood, dizi yayınlandıktan sonra kendisine en sık sorulan iki soruyu, "The Handmaid's Tale din karşıtı mı?", "The Handmaid's Tale feminist bir roman mı?" sorularını, 2017'de The New York Times'ta kaleme aldığı bir yazıyla yanıtlar.

Kitapla Dizi Arasındaki Farklar

  • Dizide zaman atlamaları farklı kullanılır. Kitap basketbol sahasında Teyzelerden eğitim aldıkları anda başlarken, Dizi Luke ve June'un kaçtığı sahneyle başlar. Güncelden geleceğe doğru gidilir. 
  • Kitapta Offred'in atandığı Komutan ve karısı yaşlıyken, dizide Komutanı yakışıklı Joseph Fiennes, karısını da güzeller güzeli Yvonne Strahovski canlandırır. 
  • Kitapta artık yaşlı ve şişman bir kadın olarak tasvir edilen Serena Joy, geçmişte televizyondan dini propaganda yapan, tüm toplumun tanıdığı bir karakterdir. Dizide ise geçmişte hükümetin oluşturduğu yeni düzende rolü olan bir devlet görevlisidir. 
  • Kitapta Damızlık Kızlar, Martha'lardan karne alarak uzun alışveriş kuyruklarına girerler. Dizide ise geniş ve steril modern marketlerden çok rahat bir şekilde alışveriş yaparlar. 
  • Kitapta Offred'in gerçek isminden asla bahsedilmezken, dizide June olarak geçer. 
  • Kitapta yatakhanede yatan kadınlar yüksek sesle konuşamadıkları için birbirlerinin dudaklarını okumayı öğrenirler. Dizide böyle bir şey yoktur. 
  • Kitapta Moira tek başına kaçma planı yapar. Dizide June ile birlikte plan yaparlar. Kitapta Teyze'lerden kaçan Moira yakalanarak işkenceye maruz kalır. Dizide Moira yakalanmaz, onun yerine June işkence görür. 
  • Kitapta aşçı Rita aksi bir karakterdir. Daha sevecen Martha Cora karakteri vardır. Dizide Cora hiç yer almaz. Onun yerine zaman zaman sevecen, zaman zaman somurtkan olan Rita Martha'dır, aynı zamanda aşçılık yapar. 
  • Kitapta bir tecavüzcünün cezalandırılacağı Kurtuluş törenine hem eşler, hem ekonokadınlar hem de Damızlık Kızlar gelirken, dizide yalnızca Damızlık Kızlar gelir. 
  • Kitapta tecavüzcüyü Ofglen bayıltır, çünkü onu gizli direniş gruplarından tanır ve acı çekmesini istemez, dizide Offred bayıltır, Ofglen'le böyle bir bağlantısı olduğundan bahsedilmez. 
  • Kitapta Offred'in annesi güçlü ve dominant bir feminist karakter olarak tasvir edilirken, dizide ona hiç yer verilmez. 
  • Kitapta Offred ve Ofglen'in durup bir camdan birbirlerinin yansımalarına baktığı yer bir dua alanıyken, dizide bu yer bir dondurmacıdır. 
  • Dizide Luke kaçarken vurulur, kitapta böyle bir şey yer almaz. 
  • Kitapta Eşler Damızlık Kızlarla birlikte Janine'in bebeğini kutlamak için bir araya geldiklerinde, Janine'e kurabiye ikram ederler, dizide ise Offred'e ikram edilir. 
  • Kitapta bebeğin ismini (Angela) Serena Joy koyarken, dizide üvey annenin kendisi koyar. 
  • Kitapta Offred'in dokunma duyusuna aç olduğu, bu yüzden bulduğu farklı nesnelere dokunurken keyif aldığı açıklanır. Dizide ise bu açıklama yoktur, Scrabble taşlarına uzun uzun dokunan Elisabeth Moss'un tuhaf mimikleriyle açıklamaya çalışılır, başarılı olunamaz. 
  • Kitapta Ofglen direnişçi gruba mensup olduğu öğrenildikten sonra yakalanıp infaza götürülürken intihar eder, dizide yakalanır ve ameliyat edildikten sonra tekrar Damızlık Kızların arasına katılır. 
  • Kitapta Offred kredi kartının bloke olduğunu büfedeki kadından öğrenir, dizide kahvecideki adam söyler. 
  • Dizide Offred, Ofglen'le ilgili olarak Teyze ve Melek tarafından sorguya çekilir, Ofglen'in "gender traitor" olduğunu bildiğini söyler ve dayak yer, Serena Joy hamile olduğunu söyleyerek onu şiddetten korur. Kitapta böyle bir şey yoktur. 
  • Kitapta "Seremoni" günlerinde salonda toplanan ev sakinleri Komutan'ı beklerken Serena haberleri açıp diğerlerinin biraz izlemesine izin verir. Dizide böyle bir şey yoktur. 
  • Kitapta Luke evli olduğu için June'un Luke'la ilişkisine Moira başta tepki verir. Dizide ikisinin arasını Moira yapar ve en baştan itibaren ilişkilerini destekler. 
  • Kitapta Japon'lar Damızlık Kızlar'ı gözlemlerken dizide Meksikalı bir grup kişi Komutan'ın evine davetli olarak gelir. 
  • Kitapta Komutan'ın hükümette nasıl bir göreve sahip olduğu belli edilmez, dizide ise mevcut sistemin mimarlarından biri olarak tasvir edilir, 3 yerin patlatılmasını, böylece yeni düzenin kurulmasını sağlayan gruba mensuptur. 
  • Dizide doğurganlık oranı düşük olan Meksika, Gilead'la Damızlık Kız ticareti yaparak oranı artırma niyetine sahiptir, kitapta böyle bir ticaretin lafı geçmez. 
  • Kitapta Serena Joy kötü bir karakter olarak tasvir edilir, geçmişinden yüzeysel şekilde bahsedilir. Dizide ise Meksikalıların ziyaretinden sonra flashback ile geçmişine gidilir, geçmişteki feminist kitapları, hükümetteki rolü, Fred'le olan romantik ilişkileri gösterilir. 
  • Kitapta Fred ve Serena arasında herhangi bir yakınlaşma yoktur, dizide kurallara karşı gelip yatarlar. Daha sonra Fred, Damızlık Kızlara karşı olan cinsel arzusunun Serena'nın suçu olduğunu, eve kötü düşünceleri Serena'nın getirdiğini söyler. 
  • Kitapta Luke'tan sadece Offred'in anılarında bahsedilir. Dizide Luke'un hikayesi de flashbacklerle anlatılır. Kanada'ya kaçmayı ve kendini kurtarmayı başarır. Meksikalılar aracılığıyla June ona bir mesaj göndermeyi başarır. İkinci sezon muhtemelen Luke'un June'u kurtarma çabalarını konu alacaktır. 
  • Kitapta Nick de yüzeysel şekilde anlatılır. Dizide geçmişine gidilir. Onu orduya katılıp mekanikleşmeye iten sebepler gösterilir. 
  • Kitapta Offred hamile kalmazken dizide kalır. 
  • Dizide Serena Offred'e bir müzik kutusu hediye eder. Kitapta böyle bir şey yoktur. 
  • Kitapta Serena Nick'le yatmaya ikna etmek için kızının bir fotoğraflığını birkaç dakikalığına gösterir. Dizide ise Offred'i kızının kaldığı yere götürür, kızı uzaktan gösterir, yanına gitmesine izin vermez. Benim bebeğime iyi bakarsan kızına bir şey olmaz diye tehdit eder.
  • Dizide Offred direniş grubuna yardım etmeye karar verdiğini söyler, gece Jezebel'in Yerine gidip Rachel'dan bir paket alması talimatını alır. Rachel bir şekilde ona paketi ulaştırır. Eskiden beri bastırılan Damızlık Kızlar tarafından yazılmış kayıtları içeren bir pakettir. Offred'in ayağa kalkıp mücadele etmesine yardımcı olur. Kitapta böyle bir detaya yer verilmez. 
  • Dizide Janine bebeğini alarak intihar etmeye kalkar, Offred ikna eder, bebeği bırakıp kendisini atar. Kitapta böyle bir detay bulunmaz. 
  • Dizide Moira Jezebel'in Yeri'nde sifondan kesici bir parça çıkartıp geceyi birlikte geçireceği adamı öldürerek kaçar. Kitapta sifondan aldığı parçayla Teyze'yi kandırıp Kırmızı Merkez'den kaçar. 
  • Kitapta Serena kıyafetindeki izden Fred'le Offred'in birlikte çıktığını yakalar. Dizide June'un parıltılı elbisesini bularak anlar. Fred'le yüzleşir, Offred'in hamile olduğunu ama bebeğin kendisinden olmadığını, çünkü Fred'in kısır olduğunu söyler. 
  • Dizinin sonunda intihar etme suçundan yargılanan Janine'e taşlanarak ölüm cezası verilir. Offred başta olmak üzere tüm Damızlık Kızlar başkaldırarak taş atmayı reddederler. Kitapta böyle bir kısım yoktur.

5 Mart 2018 Pazartesi

Margaret Atwood'dan The Handmaid's Tale üzerine bir yazı

1984 ilkbaharında bir kitap yazmaya başladım, kitabın ismi başlangıçta "The Handmaid’s Tale" değildi. Çoğunlukla A4'ten biraz daha büyük olan sarı not defterlerine el yazısıyla yazdım, daha sonra Almanca klavyeye sahip devasa bir manuel daktilo kiralayarak okunaklı olmayan yazılarımı kağıda geçirdim.

Klavye Almancaydı, çünkü hala Berlin Duvarı'nın çevrelediği Batı Berlin'de yaşıyordum. Sovyet imparatorluğu hala oradaydı ve güçlüydü, bir beş yıl daha çökmeyecekti. Doğu Almanya Hava Kuvvetleri, her Pazar günü, ne kadar yakın olduklarını hatırlamamız için sonik patlamalar yapıyordu. Demir Perde'nin arkasındaki ülkeleri, (Çekoslovakya, Doğu Almanya) ziyaret ettiğimde tetikte olmayı, gözetlendiğiniz hissini, sessizlikleri, konu değiştirmeleri, insanların bilgi aktarımı için kullandıkları imalı yöntemleri gördüm. Yazarken bunlardan etkilendim. Başka amaçla kullanılan binalardan da etkilendim. "Bu bina .... ailesine aitti, ama sonra bir daha görünmediler." Bu gibi hikayeleri çok duydum.
1939 yılında doğdum ve İkinci Dünya Savaşı zamanında etrafımda olanların farkına varmaya başladım, kurulu düzenin bir gecede yitirilebileceğini biliyordum. Değişim yıldırım kadar hızlı olabiliyordu. "Bizim başımıza gelmez" düşüncesine güvenemiyordunuz. Şartlar göz önüne alındığında her an her şey olabilirdi.

1984'e kadar birkaç sene bu romanı yazmaktan kaçınmıştım. Riskli bir girişimmiş gibi gelmişti. 1950'lerde lise zamanlarında bir sürü bilim kurgu, spekülatif kurgu, ütopya ve distopya okumuştum ama hiç böyle bir kitap yazmamıştım. Yapabilir miydim? Tuzaklarla dolu bir türdü. Vaatler veren bir üsluba kayma, alegoriye yönelme ve akla yatkın olmama riskleri vardı. Hayali bir bahçe yaratacak olsaydım, içindeki kurbağaların gerçek olmasını isterdim. Kurallarımdan bir tanesi, James Joyce'un adlandırdığı gibi tarihin "kabusunda" yaşanmamış olan hiçbir olayı veya mevcut olmayan hiçbir teknolojiyi kitabıma eklememekti. Hayali zımbırtılar, hayali kanunlar, hayali gaddarlıklar olmayacaktı. Tanrı ayrıntılarda gizli derler. Şeytan da öyledir.

1984'te ana fikir bana bile oldukça çirkin görünüyordu. Birleşik Devletler’in eski liberal demokrasiyi hayal gücünden yoksun teokratik diktatörlüğe dönüştürecek bir darbeye maruz kaldığına okuru ikna edebilecek miydim? Kitapta Anayasa ve Kongre artık yoktu. Gilead Cumhuriyeti, her zaman, bildiğimizi düşündüğümüz modern zaman Amerika'sının altında yatan 17. yüzyıl Püriten köklerin üzerine kuruluydu.

Kitap, bir zamanlar Püriten ilahiyat fakültesi olan, günümüzün önde gelen liberal eğitim kurumlarından Harvard Üniversitesi'nin bulunduğu Cambridge, Massachusetts'te geçiyor. Gilead Gizli Servisi, kitaplar arasında saatlerce vakit geçirdiğim, New England kökenimi, Salem büyü denemelerini araştırdığım Widener Kütüphanesi'nde bulunuyor. Bazı insanlar, idam edilenlerin bedenlerinin sergilendiği yer olarak Harvard'ı kullanmamdan rahatsız olurlar mıydı? (Oldular.)

Romanda toksik bir çevre yüzünden nüfus azalıyor ve canlı bebek sahibi olma yetisi azalıyor. (Günümüz dünyasında da çalışmalar Çinli erkeklerde ani bir doğurganlık düşüşünü göstermektedir.) Totalitarizmde ya da aslında herhangi bir sert hiyerarşik toplumda, yönetenler sınıfı değerli şeyleri tekelleştirir. Bundan dolayı, rejimin üst tabakada bulunan kişileri doğurgan kadınları kendilerine Damızlık Kız olarak atayacak şekilde düzenlemeler yapıyor. İncil'de geçen Jacob ile iki karısı Rachel ve Leah'ya ve onların iki hizmetçisine atıf yapılıyor. Bir erkek, dört kadın, 12 oğul. Ancak damızlık kızlar oğullar üzerinde hak iddia edemiyor. Çocuklar ilgili eşlere ait.

Ve böylelikle hikaye yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor.

"The Handmaid's Tale"a ilk başladığımda ismi, baş kahramanın ismi olan "Offred"di (Fredinki). Bu isim bir erkeğin ismiyle "Fred", "ait olma" anlamına gelen bir önekten oluşuyordu, tıpkı Fransızcadaki "de" veya Almancadaki "von" gibi veya İngilizcede soyadlara eklenen "son" sonekindeki gibi, örneğin Williamson. Bu ismin içinde başka bir ihtimal daha gizliydi: dini bir adak sunmak veya kurban için bir adak adamak anlamında "offered" (adanmış).

Baş kahramanın gerçek ismini neden hiçbir zaman öğrenemediğimizi bana sıkça sorarlar. Ben de şöyle cevaplarım, çünkü tarih boyunca birçok insan ismini değiştirdi veya öylece ortadan kayboldu. Bazıları yatakhanede Damızlık kızların kendi aralarında fısıldaştığı isimler arasından yalnızca "June" ismi bir daha geçmediği için, Offred'in gerçek isminin June olduğunu sonucuna vardılar. En başta bunu düşünmemiştim ama hikayeye uyduğu için okurlar isterlerse böyle düşünebilirler.

Yazarken bir noktada romanın adı, kısmen Chaucer'in "Canterbury Masalları" şerefine, kısmen de masallara atıfla "The Handmaid's Tale" olarak değişti. Baş kahramanın gelecekte veya uzaklarda yaşayan okurlar için anlattığı, başına gelen inanılmaz, fantastik hikaye, dünyayı sarsan olaylardan sağ çıkan kahramanların anlattığı hikayelere benziyor.

Yıllar geçtikçe "The Handmaid's Tale" birçok kez uyarlandı. 40'tan fazla dile çevrildi. 1990'da filmi çekildi. Operası, balesi yapıldı. Çizgi romana uyarlandı. Nisan 2017'de MGM/Hulu tarafından uyarlanan televizyon dizisi çıkacak.

Dizide benim de küçük bir rolüm var. Yeni getirilen Damızlık kızların Kırmızı Merkez olarak bilinen bir tür Kızıl Muhafız eğitim merkezinde beyinlerinin yıkandığı sahne. Burada eski kimliklerini bırakmayı, yerlerini ve görevlerini bilmeyi, gerçek hakları olmadığını yalnızca uygun davranırlarsa bir noktaya kadar korunacaklarını anlamayı ve kadere boyun eğecek, isyan etmeyecek veya kaçmayacak kadar kendilerinden vazgeçmeyi öğrenmeleri gerekiyor.

Damızlık kızlar çember halinde otururlar. Ellerinde elektrik şoku veren cihazlar taşıyan Teyzeler, kızları (1984 olmayan bir tarihte) "fahişe ayıplama" olarak adlandırılan seansa katılmaya zorlarlar. Burada Jeanine’e genç bir kızken uğradığı tecavüz anlattırılır. Kendi suçuymuş gibi anlatır, diğer Damızlık Kızlar da "kendi suçu" diye şarkı söylerler.

"Yalnızca bir televizyon şovuydu", kızlar kahve molalarında gülüşen aktrislerdi, ben de yalnızca "öyleymiş gibi" yapıyordum, buna rağmen sahneyi korkunç derecede rahatsız edici buldum. Tarihe çok benziyordu. Evet, kadınlar diğer kadınlara karşı cephe alacaklar. Evet, kendileri paçayı yırtmak için diğerlerini suçlayacaklar; gruplaşmaları tetikleyen sosyal medya çağında bunu alenen görüyoruz. Evet, sanırım özellikle de tüm kadınların kısıtlı güce sahip olduğu sistemlerde diğer kadınlar üzerinde memnuniyetle güç pozisyonları elde etmeye çalışacaklar; güç görecelidir ve zor zamanlarda herhangi bir miktar güç hiç yoktan iyi sayılır. Kontrolü elinde bulunduran Teyzelerin bazıları gerçek inananlardan oluşuyor ve Damızlık Kızlara bir iyilik yaptıklarını düşünüyorlar; en azından toksik atık temizliğine gönderilmediler ve en azından bu cesur yeni dünyada yabancılar tarafından bu şekilde tecavüze uğramayacaklar. Bazı teyzeler sadist. Bazıları fırsatçı. Porno karşıtlığı kampanyası ve cinsel saldırıya karşı daha fazla güvenlik sahibi olma gibi, 1984'ün feminizm hedeflerinden bazılarını alıp kendi lehlerine çevirme konusunda becerikliler. Dediğim gibi, gerçek hayat.

Buradan bana sıkça sorulan üç soruya geliyoruz.

İlk soru "The Handmaid’s Tale" feminist bir roman mı? Tüm kadınların melek olduğu ve/veya ahlaki seçim yapamayacak kadar mağdur oldukları bir ideolojik yolu kastediyorsanız, hayır. Karakter ve davranış çeşitliliğiyle birlikte kadınların insan oldukları, ayrıca çok ilginç ve önemli oldukları bir romanı kastediyorsanız ve kadınların başlarına gelenlerin romanın teması, yapısı, olay örgüsü için kritik olduğunu söylüyorsanız, o zaman evet. Bu anlamda birçok kitap "feminist".

Neden ilginç ve önemli? Çünkü kadınlar gerçek hayatta ilginç ve önemliler. Doğanın aklına sonradan gelen fikir değiller, insan kaderinde ikincil role sahip değiller ve her toplum bunu biliyor. Doğum yapan kadınlar olmazsa insan nüfusu yok olur. Bu nedenle soykırım savaşlarında ve nüfusu baskılamayı amaçlayan kampanyalarda uzun zamandır kadınlara, kızlara ve çocuklara toplu tecavüz ve katliam uygulanıyor. Bebeklerini öldürmek ve kedilerin yaptığı gibi bebeklerini sizinkiyle değiştirmek; kadınlara yetiştirmeye güçlerinin yetmeyeceği bebekler doğurtmak veya bebeklerini kendi amaçlarınız için onlardan almak, bebek kaçırmak... Bu yaygın ve eski bir motiftir. Kadınları ve bebekleri kontrol etmek gezegendeki her baskıcı rejimin yöntemlerinden biridir. Napoleon ve "ölüme giden askerleri", kölelik ve yeni haliyle insan ticareti; her ikisi de bu duruma uyuyor. Zorunlu çocuk doğurmayı teşvik edenler için şunu sormak gerekiyor: Bundan kim faydalanacak? Bazen bir kesim, bazen başka bir kesim. Her zaman birileri olacak.

Sıklıkla sorulan ikinci soru: "The Handmaid's Tale" din karşıtı mı? Yine ne kastedildiğine bağlı. Doğru, bir grup otoriter erkek kontrolü ele geçiriyor ve kadınların (19. yüzyıl Amerikan köleleri gibi) okumasının yasak olduğu uç bir ataerkil düzeni geri getirmeye çalışıyor. Ayrıca kadınlar parayı kontrol edemiyorlar veya İncil'deki bazı kadınların aksine evin dışında iş sahibi olamıyorlar. Rejim İncil'den semboller kullanıyor, Amerika'yı ele geçiren herhangi bir otoriter rejimin bunu yapması kaçınılmaz. Dolayısıyla Müslüman veya Komünist olamazlar.

Gilead kadınlarının giydiği usturuplu kıyafetler, Batı'daki dini tasvirlerden geliyor. Eşler Meryem Ana'yı andıran saflığın temsilcisi mavi renkli kıyafetler giyerken, Damızlık Kızlar doğum kanını ve Mary Magdalene'i hatırlatan kırmızı renkli kıyafetleri giyiyorlar. Ayrıca kaçmaya kalkarlarsa kırmızı daha rahat tespit edilmelerini sağlıyor. Toplumsal ölçekte daha düşük konuma sahip olan erkeklerin eşlerine Ekonokadın ismi veriliyor ve çizgili giyiyorlar. İtiraf etmeliyim, yüzü kapatan boneler yalnızca Viktorya dönemindeki kıyafetlerden ve rahibelerden esinlenmiyor, aynı zamanda bir kadını yüzü saklanmış şekilde gösteren ve çocuk halimle beni korkutan 1940'ların Old Dutch Cleanser markasının paketlerinden esinleniyor. Çoğu totalitarizmde, insanları tanımlamak veya kontrol etmek için gerek kıyafet yasaklama gerekse kıyafetleri zorunlu kılma şeklinde kıyafetlerden faydalanılmıştır. Sarı yıldızları ve Roma morunu düşünün. Çoğu da din paravanının arkasından yönetmiştir. Bu şekilde sapkınları ortaya çıkarmak çok daha kolay olmuştur.

Kitapta baskın "din", doktrinsel kontrolü ele geçirmek için ilerliyor ve tanıdık dini mezhepler yok ediliyor. Bolşeviklerin politik rekabeti ortadan kaldırmak için Menşevikleri yok etmesi ve Kızıl Muhafız gruplarının birbiriyle ölümüne savaşması gibi, Katolikler ve Baptistler hedef alınıp yok ediliyor. Quaker'lar yeraltına iniyor ve Kanada'ya bir kaçış yolu yapıyorlar. Offred'in kendince bir Babamız duası (Lord's Prayer) versiyonu var, bu rejimin adil ve merhametli bir Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanmıyor. Günümüzün gerçek dünyasında, bazı dini gruplar, kadınlar dahil olmak üzere savunmasız grupların korunması için hareketlere önderlik ediyorlar.

Dolayısıyla kitap "din karşıtı" değil. Dinin zulüm için paravan olarak kullanılmasına karşı; bu tamamen farklı bir şey.

"The Handmaid’s Tale" bir tahmin mi ? Bana gittikçe daha sık sorulan üçüncü soru. 1984'te ben romanı yazarken bile, Amerikan toplumu içinde iktidarı ele geçiren ve yürürlüğe ne yapmak istediklerini söyleyen kararnameler koyan kuvvetler vardı. Hayır, bu bir tahmin değil. Çünkü geleceği tahmin etmek gerçekte mümkün değil. Çok fazla değişken ve öngörülemeyen olasılık var. Aksi tahmin diyelim. Geleceği detaylı bir şekilde tarif edebiliyorsak, belki de düşündüklerimiz gerçekleşmeyecektir. Böyle hüsnükuruntulara bel bağlayamayız.

Birçok farklı konu "The Handmaid's Tale"ı oluşturdu. Toplu infazlar, yasaklayıcı kanunlar, kitap yakmalar, SS Lebensborn programı ve Arjantinli generallerin çocuk kaçırması, kölelik tarihi, Amerikan çok eşlilik tarihi... Liste uzun.

Ancak henüz bahsetmediğim bir edebi biçim var, tanıklık edebiyatı (literature of witness). Offred hikayesini olabilecek en iyi şekilde kaydediyor. Onu saklıyor, daha sonra anlayabilecek ve özgürce paylaşabilecek biri tarafından keşfedilebileceğine inanıyor. Bu bir umut hareketi. Kaydedilen her hikaye gelecekteki okura yazılır. Robinson Crusoe günlük tutar. Samuel Pepys, Büyük Londra yangınını yazdığı bir günlük tutar. Büyük Veba Salgınında yaşayan birçok kişi de, aniden kesilse bile, günlükler tutarlar. Hem Ruanda soykırımını hem de dünyanın ona karşı olan kayıtsızlığını yazan Roméo Dallaire de, gizli evinde saklanan Anne Frank de...

Offred için iki okur kitlesi söz konusu: birincisi kitabın sonundaki gibi, gelecekte bir akademik konferansta, özgürce okuyanlar ancak umulduğu gibi empatik olmayanlar, ikincisi de kitabı herhangi bir zamanda okuyan bireysel okur. "Gerçek" okur bu. Her yazarın seslendiği Sevgili Okur. Zamanı geldiğinde Sevgili Okurların bir kısmı yazar olacak. Biz yazarların hepimizin başladığı gibi; okuyarak. Bizimle konuşan bir kitabın sesini duyduk.

Son Amerika seçiminden sonra korkular ve endişeler artıyor. Temel sivil özgürlükler ve geçmiş yıllarda, hatta geçmiş yüzyıllarda edinilen kadın haklarının birçoğu kısıtlanıyor. Birçok gruba yönelik nefretin yükseldiği ve demokratik kurumların köktenciler tarafından hor görüldüğü bu bölücü iklimde, tahmin ediyorum ki bazıları, hatta birçokları bir yerlerde kendi başlarından geçenleri yazıyordur ya da hatırlayacaklar ve yapabilirlerse daha sonra kaydedeceklerdir.

Mesajları bastırılacak ve gizlenecek mi? Yüzyıllar sonra eski bir evde, bir duvarın arkasında bulunacak mı?

Umalım ki bu noktaya gelmesin. Gelmeyeceğine eminim.

MARGARET ATWOOD, 10 Mart 2017

Çeviri: Aylin Torun